4. Ders: Cuma Günlerini Dininize Ayırın

Halk Cuma gününde işlerini terk etmeli ve dinî hüküm ve öğretileri öğrenmek için camilerde toplanmalıdır.

Haftada cuma gününü din meselelerini sorup öğrenmeğe ayırmayan Müslüman’a yazıklar olsun![1]

Cuma günlerini akide ve inançlarınızı düzeltmeye, dinî hükümleri öğrenmeye ve maarifi tahsil etmeye ayırın.
Bugün Cumadır. Sizler de işinizden gücünüzden el çekerek Allah’ın evinde toplanmış bulunuyorsunuz. Bugün İslâmî bir bayramdır. Bugün Allah ve Resulü’nün de önem verdiği ama ne yazık ki, Müslümanların gaflet ettiği, herkes için faydalı olan meselelere değinmek istiyorum.

Bugün Allah’ın Kur’ân’da önemle zikrettiği, terk edene tehditte bulunduğu mühim bir meseleyi zikredeceğim. Müslümanların bu meseleyle amel etmede muvaffak olmalarını ümit ederim. Kur’ân ve rivayetlerden ve hakeza aklî ve vicdanî hükümlerden de istifade edilmektedir ki, insanın dünya ve ahiret hayatındaki saadetinin en büyük engeli dünyaperestliktir. Sadece serveti artsın diye para toplamaktır. Hedef mal olunca, okula gittiğinde de sırf diploma sahibi olmayı ve düzenli bir maaşı olmasını amaçlayacaktır. Sürekli para toplamaya çalışacaktır. Tüccar ve esnaf takımı para toplama fikrine düşer ve hedefleri sırf servet yığma olursa, artık “dinleri dinarları olur.” Nitekim kıyametin alametlerinden biri de paraperestliğin insanlardan çoğunun dini hâline gelmesidir. O zaman insan için her şey paradır. Ahiret de paradır. Parası birkaç yüz milyona çıkarsa, artık namazları da kazaya kalır. Hedefi “mal” olan kimseler, asla dindar olamazlar. Ya dini, ya malı seçerler. Zira hedefi para biriktirmek olan kimse, artık asla Allah’ın rızasını düşünmez. Sen ahireti mi istiyorsun, yoksa serveti mi? Kimin veya neyin karşısında huşu duymaktasın?
Bilginlerden biri diyor ki: “Daha önceden böyle bir küfür dönemi görülmemiştir. Bütün din ve mezheplerin taraftarları hep birden ‘para’ diyorlar.”

Beşer bugün tümüyle kendi rahatını düşünmektedir. Başkaları çiğnense bile onu sadece kendi serveti ilgilendirmektedir. Tevbe Suresi’nin şu ayetleri kulaklarımıza küpe olmalıdır:

Altını, gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları elemli bir azapla müjdele. O gün, cehennem o altını, gümüşü alevleyecek ve onlar cehennem ateşinde kızdırılıp alınlarına, yanlarına, sırtlarına vurulacak, onlarla dağlanacaktır ve “İşte bunlardır kendiniz için biriktirdiğiniz şeyler!” denecek… Tadın, biriktirdiklerinizin azabını… [2]

Ey paraları yığarak stok eden kimseler! Sizleri elemli bir azapla müjdeliyorum. Bu paralarınızın melekûtî sureti kızdırılacak ve bunlarla dağlanacaksınız. Sizin stok ettiklerinizin akıbeti budur.

Başka bir ayette ise cimrilik yüzünden infak etmedikleri mallarının kızdırılıp bunlarla boyunlarının dağlanacağı bildirilmektedir.[3]

O hâlde, Allah’ın sizleri rızıklandırdığı şeyleri Allah yolunda infak edin. [4]

Ey Müslüman! Malın kötü olduğunu söyleyen yok… Sizler de malı kullanmak ve ondan istifade etmek peşinde olun, biriktirmek peşinde değil. Yarın sana bir faydası olacak diye düşün; sırf biriktirmek fikrinde ve hayalinde olma. Öldüğünde bankalarda ister bir milyonun olsun, isterse de bir milyarın, hiç fark etmez. Hangi taşı başına dikmek veya hangi altını kendinle götürmek istiyorsun?

Velhasıl, Allah-u Teâlâ her Müslüman’a infakta bulunmayı farz kılmıştır. Namazla birlikte zekât da vardır. İyiliğe yönelme emri kötülüklerden arınma emriyle daima bir aradadır. Bedenî ibadetin yanı sıra, malî ibadetin de olması gerekir. Malı infak etmek gerekir.

Bazıları diyorlar ki: “Bizim infak edecek bir şeyimiz yoktur.” Bunlar Kur’ân-ı Mecid’in darlıkta olan kimselere dahi infakta bulunmalarını emrettiğini bilmiyorlar. Bunların da, Allah’ın kendilerine verdiği şeylerden infakta bulunması gerekir.[5]

Sahip olduğun mala oranla infak etmen gerekir. İnfak olmazsa, iman da hâsıl olmaz. Kur’ân’ın apaçık bir nassıdır bu:
Sevdiğiniz şeylerden infakta bulunmadığınız müddetçe iyiliğe erişemezsiniz…[6]

“İyilik”, yani iman, marifet ve velayet… Sizler mutlak manada iyiliğe sadece Allah yolunda infak ettiğiniz zaman ulaşabilirsiniz.

Ey işi gücü mal biriktirmek olan kimse! Sen öldüğünde Ali’nin (a.s) yanına götürülmeyi mi ümit ediyorsun? Hâlbuki Karun’un yanına götürülmeye lâyıksın. Para biriktirenlerin, mal istif edenlerin reisi Karun’dur. Ama sevdiğin şeylerden infak edecek olursan, Ali’ye (a.s) mülhak olursun. Asr-ı Saadet’teki Müslümanlar böyleydi. Kur’ân’ın bir ayetinin nazil olduğunu duyunca ne yapacaklarını şaşırıyorlardı. Şu anda hangimiz öyleyiz? Dünyayla meşgul olduğumuzdan, Kur’ân ayetleri bizlere etki etmiyor.

Tefsirlerde belirtildiğine göre, bu ayet-i şerife nazil olunca, Ebu Talha oldukça etkilendi, müteessir oldu. Bu şahıs Uhud Savaşı’nda Allah yolunda savaşıyor, fedakârlık gösteriyordu. Kendi başını, boynunu, elini ve ayağını oklara hedef tutuyordu ki, oklardan biri Peygamber’e isabet etmesin ve onu yaralamasın. Ebu Talha bu ayet-i şerife nazil olduktan sonra Peygamber’in huzuruna vararak şöyle dedi: “Ya Resulallah, benim bir hurmalığım var ki diğer hurmalıklardan daha iyidir. Ürünü de daha fazladır. Üstelik içinde bir de çeşme vardır. Bu bağı Allah yolunda infak etmek istiyorum. Zira onu çok seviyorum.”

Bahçeyi ahiretten daha çok seven bir kimse, nasıl olur da iyiliğe nail olabilir? Bu ilgi ve alakanın kalbinden silinmesi gerekir. Resulullah (s.a.a) da bunu kabul etti. Ebu Talha, çok sevdiği bir dünya metaını Allah yolunda Resulullah’a (s.a.a) takdim etti. Resulullah da ona bu hurmalığını yakınlarına vakfetmesini emretti. Başka biri de gelerek şöyle dedi: “Ya Resulallah, benim bir cariyem vardır ki, bana her şeyden daha azizdir, onu Allah yolunda azat etmek istiyorum.”

Zeyd b. Hâris ise şöyle dedi: “Ya Resulallah, benim de çok güzel bir atım var. Tüm malım bir yana, atım bir yana; onu istediğiniz yerlerde kullanmanız için size takdim ediyorum.” Resulullah (s.a.a) da bu atı, hayır işlerinde ve bu cümleden savaş cephelerinde İslâm’ın yararına kullansın diye oğlu Usame b. Zeyd’e verdi.
Sakın, sadece dünya pazarlığının fikrinde olmayasın. Acaba bir gün olsun, uykudan kalktığımızda Allah ile alışverişte bulunmayı düşündük mü?

Bazıları hayır yoluna müptela olmamak için camilere, fakirlerin arasına bile gelmekten içtinap ediyorlar! Bu zenginlik insanı kurtarır mı?

Zımnen öyle anlaşılıyor ki, kadınlar için de altın çok değerlidir. Mücevherlere çok değer ve ehemmiyet veriyorlar. Onlar için Allah yolunda altınlarını infak etmeleri ve fakirlere vermeleri çok iyi bir davranıştır.

Allah yolunda infak etmekle hastalıkların da önünü alırsınız. İnfak bereketiyle hastalarınıza şifa veriniz. İnfak ediniz. En azından hastalığın için yapacağın masrafın yarısını infak et ki, Allah sana şifa versin. Bir belaya müptela olunca, mal varlığının üçte birini Allah yolunda infak et ki, Allah senden bu belayı defetsin.

İmam Cafer Sadık (a.s) bir kafileyle birlikte yolculuk ediyordu. Bazı tüccarların yanında çok fazla mal vardı. Kafileye, bir geçitte silahlı hırsızların tuzak kurduğunu ve hiçbir kurtuluş yolunun da olmadığını haber verdiklerinde, hepsi çaresiz İmam Sadık’a (a.s) koşup tevessül ettiler: “Ey Peygamber’in evladı, feryadımıza yetiş. Bütün varlığımız tehlikededir ve hırsızlar tuzak kurmuşlardır.”

İmam şöyle buyurdu: “Mallarınızı sizler için koruyan ve sonra da kat kat geri veren kimseye emanet edin.”
“Kime emanet edelim?” dediler. İmam (a.s), “Allah’a ısmarlayın.” dedi. “Nasıl emanet edelim?” diye sorunca da İmam (a.s) şöyle cevap verdi: “Malınızın üçte birini Allah yolunda infak edin ki, Allah da sizlere malınızı korusun ve bereket versin. Daha sonra da kat kat sizlere geri versin.” “Burada kimse yok ki, kime verelim?” dediler. İmam (a.s), “Siz malınızın üçte birini Allah yolunda infak edeceğinize dair ahdedin.” buyurdu. Bunun üzerine hepsi böyle yapacaklarına ahdettiler. İmam (a.s) da mallarının korunacağına dair onlara garanti verdi. Allah, hırsızları kör ve sağır kıldı ve kafilenin geldiğini anlamadılar bile. Böylece kafile selametle bu tehlikeyi atlatmış oldu.

Onlar da kendi ahitlerine vefa ettiler. Mallarının üçte birini Allah yolunda infak ettiler. Allah da onların geri kalan mallarına o kadar bereket verdi ki, 10 kat daha fazla istifade ettiler. Birbirlerine şöyle dediler: “İmam Sadık’ın (a.s) ne kadar da çok bereketi vardı. Onun bereketiyle hem malımız korundu, hem de fevkalade bereketlendi.”
Bugün de dinî ilimlerin tahsil edildiği merkezlerin yapılması gerekiyor. Dinî eğitim gören talebelerin takviye edilmesi gerekir. Gelecekte halkın dinini koruyacak olan kimseler yetiştirilmeli, terbiye edilmelidir. Eğer adil bir fakih olmazsa, halk nasıl dindar olabilir ki? Allah yolunda infak etmenin bereketiyle kendinizi temizleyin. O zaman, Allah’ın rahmetine nail olursunuz. Bu pisliklerle kabre girmemeye çalışın.

Allah, Peygamber’ine, “Onlardan malını al ve onları temizle.” diye buyuruyor.
“Şeytan dışarı çıkarsa melek girer.” Eğer kalplerden mal sevgisi dışarı çıkacak olursa, Allah, ahiret ve yüce âlemlerin sevgisi onun yerine yerleşir. Son nefesleriniz sayılmaya başladığında ve artık bu dünyadan gitmek üzere olduğunuzu fark ettiğinizde, bir fırsatını bulup da malınızı infak etmeyi arzu edersiniz.

Velhasıl, Müslüman infak ehli olmalıdır. Bir gün olsun Allah yolunda infak etmekten geri kalmamalıdır. Bu hususta Kur’ân’da onlarca ayet vardır. Malları hem bollukta, hem de darlıkta Allah için infak etmek gerekir. Arkadaşın senden borç isterse, ondan esirgeme; “Borcunu ödeyemezsin.” deme. Sen Allah için borç ver. Eğer o vermezse, Allah sana onun yerine kat kat verecektir. Ondan bir şey rehin alabilirsin. Ama asla faiz alma. Senden mühlet isterse, faiz talebinde bulunma…

Gerçekten de İslâm ülkelerindeki durum utanç vericidir. Faiz ne rezaletlere yol açmaktadır. İnsanı Allah’ın lanetine uğratır. Bunların hiçbir şeyi İslâm değildir. Bu faiz işlerinde çalışanlar kimlerdir? Acaba bunlar Müslüman mıdır? Allah Kur’ân’da, faiz aldıkları takdirde Allah’a savaş açmış olacaklarını beyan etmektedir. İslâm ülkesindeki bu faizler neyin nesidir? Ne kadar da korkusuz ve cesurdurlar! Kendin için öte dünyada ateş mi yığmak istiyorsun? Allah’ın lanetine uğradın. Sesimizi bilmem duyacaklar mı?

Kulak senin kulağın ve feryat da benim feryadım olduğu müddetçe hiçbir yere ulaşmayacak olan elbette ki bu feryattır. Bu şeyler insanı Allah’tan ve ahiretten uzaklaştırır. Küfürden başka bir şey değildir bunlar. Putperest ile menfaatçi paraperest arasında ne fark vardır? Bunun manası da parayı tanrı edinmesidir. Her ne kadar kendisine faiz alma denilse de, buna itina etmemektedir.

Nitekim İmam Hüseyin’in (a.s) katili olan Şimr de aynı cevabı vermişti. İmam Hüseyin (a.s) ona hücceti tamamlamak için şöyle buyurdu:

Bu öğle vaktinde bütün hatipler benim dedemin (Peygamber’in) adına hutbe okurken, sen hangi suç yüzünden beni öldürmek istiyorsun?

Şimr şöyle dedi: “Yezid’in mükâfatı için, para için!…” Şimr açıkça söyledi; ama diğerleri pratikte. Dilleriyle söylemiyorlar. Bununla birlikte, İslâm markasını da taşıyorlar.

İslâmî yardımlaşma nereye gitti? Acaba akrabaların darlıkta iken, senin refahta olman yakışır mı? Yarın kıyamet gününde de cennete gideceğini ümit ediyorsun; öyle değil mi? Komşuların inlerken ve bir Müslüman açlıktan ölürken sen mal biriktir! Günümüzde Yahudi sıfatlı insanlar ne de çoktur. Cimri kimse malını, parasını harcamayan ve istif eden kimsedir.

Hz. Ali (a.s) de şöyle buyurmuştur:
Allah cenneti cimri kimselere haram kılmıştır.
Namaz kıl, oruç tut; ama cimri olur, mal istif eder, gereken hukuka riayet etmezsen, kendi kabrin için ateş hazırlamışsın demektir. Ama eğer yardım ehli olur, borç verir, infak edersen, gerçekten de Ali’nin (a.s) dostusun demektir. İhsan ehli olursan, Allah seni birçok iyiliklerle müjdelemiştir. Herkes gücü oranında ihsan ve infakta bulunmalıdır.

Vesailü’ş-Şia’da yer alan bir rivayette İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
Dünyada iyilik ve hayır sahibi olan kimse ahirette de iyilik sahibidir.
İnsan dünyada iyilik sahibi olur, düşeni kaldırır, insanların feryadına yetişir ve stokçuluk için malların fiyatını kollamazsa, ahirette de iyilik ve hayır sahibi olur.

“Şabaniye Hutbesi”nde de Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
Bir hurma tanesiyle de olsa iftarlık verin. Maddî gücü zayıf olan kimseler de güçleri oranında, yarım hurmayla da olsa iftarlık vermelidirler.

Dünyada hayır sahibi olanlar, ahirette de hayır ve bereket ehli olacak ve diğerlerine faydaları dokunacaktır.
Bu bağlamda bir de bir öykü nakledeyim. Müçtehit Şeyh Ali Muhakkik-i Kerakî İsfahan’da oturuyordu. Bir ara İsfahan’ı terk ederek Hicaz’a gitmek istedi. Ama parası, yol harçlığı da yoktu. Dolayısıyla da ilmî kitaplarını satmak zorunda kaldı. Kitaplarını alacak bir şahsı aramaya koyuldu. Bu arada vefat etmiş hayırsever bir zengin kızının rüyasına girdi. Kızı, rüyada babasının şöyle dediğini işitti: “Sen İsfahan’da bulunduğun hâlde Ehlibeyt’in fakih ve müçtehidi Şeyh Ali Muhakkik-i Kerakî fakirlikten yol harçlığı için kitaplarını satmak istiyor?!”
Sabah olunca, o kız hizmetçisini göndererek kitabını satmak isteyen bu müçtehit Şeyh Ali’nin kim olduğunu öğrenmesini istedi. Sonunda Şeyh’i buluyor ve ona, “Sen kitaplarını mı satmak istiyorsun?” diye soruyor. Şeyh de, “Siz nereden biliyorsunuz?” diyerek, şaşkınlığını ifade ediyor. Hizmetçi olayı naklediyor. Şeyh, “Evet doğrudur?” diye cevap veriyor. Hizmetçi diyor ki: “Artık kitaplarını satmana gerek yok. Hanım, her neye ihtiyacınız varsa karşılayacağını ve yol masraflarınızı vereceğini söyledi.”

O zengin ölmüştü. Ama hayattayken sahip olduğu cömertliği, öldüğünde de işliyor ve insanlara hayır ulaştırıyordu. Ey Müslüman, sen de böyle olmalısın. O kadar iyilik et ki, iyilikte bulunmak senin bir meleken hâline gelsin. Böylece öldüğünde bile başkalarına faydalı olursun. Hatta yarın kıyamet gününde de başkalarının feryadına cevap verirsin. Dostunun, amelleri tartıldığında zorluğa düştüğünü görünce hemen şefaatte bulunursun, onu kurtarırsın, düşenleri bir bir kaldırırsın.

Geçmişimizden dolayı tövbe etmeliyiz. İnfak etmemiz gereken yerlerde infak etmemekle, kabrimize Allah bilir ne kadar ateş doldurduk. Etrafına bakınıp durma; kendine gel. Herkes bu hususta esirgediği miktarda kabrini daraltmaktadır. Öldüğünde de genişlik ve rahatlık görmeyeceksin. Rivayette yer aldığı üzere, duvara çakılı çivi gibi daima zorluk ve darlıkta kalacaksın. Cimri kimseler işte böyledir. Bir gün gelir dünyaya geri dönmek ve infakta bulunmadığın malları infak etmek arzusuna kapılırsın. Ama sana denilecektir ki: “Asla artık geri dönmek yok… ” [7]

Elinden geldiğince bir şeyler yap. Elinden hiçbir şeyin gelmeyeceği gün gelip çatmadan bir şeyler et. Cimrilik etme. Yağmaya uğramadan beden ve malından istifade et. Dilinle, hayırla anılmana sebep olacak şeyleri söyle… Elinle bir müşkülü hallet. Eğer böyle yapacak olursan, bu kendi yararınadır…[8]

Allah için verdiğin her şeyin bakidir. Aksi takdirde yağma edileceksin. Kur’ân-ı Kerim bu hususta şöyle buyuruyor:
Ey inananlar, size bir alışveriş haber vereyim mi ki, elemli azaptan kurtarsın sizi? İnanırsanız Allah’a ve Peygamber’ine ve savaşırsanız Allah yolunda mallarınızla canlarınızla işte bu, bilseniz size daha hayırlıdır.[9]
Bu ticaret, faydası fani ve zeval bulan ticaretlerden değil, baki ve kalıcı bir ticarettir. Kârı çok olan sabit bir ticarettir. Rahmet, mağfiret, cennet ve kurtuluş… O hâlde ne yapmak gerekir? Allah yolunda para harca, mal infak et. Mal istif etmeye çalışma. Bu, Allah ile yapılan bir ticarettir, heva ve nefisle değil. Geliniz Allah ile alışverişte bulununuz.
Hikmetli bir söz arz edeyim ve sohbetimi bitireyim. Bizlerden her biri üç defa yağma edilecektir. Yağmanın ilk mertebesi ölüm saatidir ki bu, malların yağma edilmesidir. Hatta üzerindeki gömleğini bile çıkaracaklar, çırılçıplak edecekler seni. Geriye mal bırakan kimsenin vârisleri, o malı ya hayır yolunda harcayacaklardır ya da şer yolunda. Eğer onu hayır yolunda harcarlarsa, zavallı ölü hüzünlenecektir.[10] “Malı ben topladım, ben zahmet çektim, biriktirdim ve miras bıraktım. Ama başkaları faydalandı. Bu benim öz malımdı. Ben ondan oldukça faydalanabilir, yararlı işler görebilirdim.” diyecektir.[11]

Ama eğer vâris, malları kötü yolda harcayacak olursa, insan daha çok üzülecektir. Ayrıca günaha da sebep olmuş olur.

İkinci yağma ise, kabirde bedenin yağma edilmesidir. Kabirde vuku bulan bu yağmaya gözden başlanmaktadır. Yer altındaki canlılar ilkönce insanın gözlerini yemektedir. Daha sonra ise kulaklarını, ellerini, ayaklarını ve sair organlarını yerler. Sonra da kemik ve iskeletin toprak hâline gelir. Bu canlılar keyif içindedirler. Gösteriş meraklısı kadınların kabri bir hafta sonra açılacak olursa, ne olduğu o zaman malum olur. Bir tek organını bile sağlam bırakmazlar.
O kadar şeyler erimiştir bu toprakta!…
Güzel suretler yok gibidir
Toprak, yüzlerden kalkacak olsa
Görülen, sadece hilal inceliğidir.

Üçüncü yağma ise, amellerinin yağma edilmesidir. Bu yağma hepsinden daha önemlidir. Eğer hak sahipleri ve alacaklıların hakkını veremeyecek olsan, tüm iyi amellerini onlara vermek zorunda kalacaksın. Hak sahipleri etrafını sarar ve birisi şöyle der: “Hatırlıyor musun, ben muhtaç iken senden yardım istedim; ama sen bana yardım etmedin?”

Bilmiyorum, bu üçüncü yağma bizim hayırlı amellerimizden bir şey bırakacak mı bizlere? Zira hak sahihlerine hayırlı amellerimizden vermek zorundayız. Sünnî ve Şiî ravilerin de naklettiği üzere, hak sahihleri haklarını talep edince, insan onlara güzel ve hayırlı amellerinden vermek zorunda kalacaktır. Hayırlı amellerinden bir şeyleri kalmayınca da, alacaklının günahlarını alıp bu borçlu şahsa vereceklerdir. Allah’ın adalet nizamı hâkimdir orada…
Ancak Allah’ın lütfüne mazhar olan insan kurtulabilir. Yağmaya uğramadan kendine bir çare bul. Şu anda çare bulmak çok kolaydır. İş işten geçmeden ve yağmaya uğramadan önce malını Allah yolunda harca…
Eğer kabirde bedeninin canlıların yağmasından güvende kalmasını istiyorsan, bu da yüksek bir takva, müstehaplara amel etmek, mekruhları terk etmek, farzları eda etmek ve haramlardan içtinap etmekle olur. Eğer zerre miktarınca da olsa kötü ahlâkını kendinle götürecek olursan, bedenin sağlam kalmaz. Akait, amel ve ahlâk açısından tamamıyla salim olman gerekir.

Üçüncü yağmadan kurtulmanın yolu ise tövbe etmektir. Hak sahiplerini razı etmektir. Daha ölüm gelmeden, birinin arkasından gıybette bulunmuşsan, helallik dile. Eğer borçluysan, borcunu öde. Eğer sıla-ı rahmi kesmişsen, yeniden sıla-ı rahimde bulun. Özür dile. Çalış ki, üçüncü yağmaya uğramayasın. Tüm haklarını eda et. Bilmediklerin içinse bu Ramazan ayında Allah’a yakarmanın tam da vaktidir. Mübarek Ramazan ayında sahurlarda İmam Zeynelabidin (a.s) gibi yakarışta bulun. İmam, “Ebu Hamza” duasında şöyle buyuruyor:
Yarın kıyamet gününde beni, hak sahihlerinin elinden kim kurtaracak?
Allah’ım, senden başka kim kurtarabilir. Eğer doğru söylüyorsan, bu üçüncü yağmadan korkuyorsan ve hak sahiplerini tanımıyorsan, bil ki kıyamette etrafımızı saracaklardır. Allah’ım ne yapayım, sen imdadıma yetiş?
Kerim olan ve hazinesi asla eksilmeyen Allah’a tevessül et. Fakir kimse, zengin olan Allah ile irtibatını güçlendirmelidir ki, işleri düzelsin. Resulullah (s.a.a) minberin üzerinde şöyle buyurdu: “Ümmetimden iflas edenin kim olduğunu biliyor musunuz?”
Dediler ki: “Dirhem ve dinarı, altın ve gümüşü olmayan kimsedir!”
Resulullah (s.a.a): ”Hayır, ümmetimin iflas edenleri, mahşer gününde hak sahipleri etrafını sardığında iyilikleri olmayan kimsedir.”

Hak sahipleri hakkını talep edecektir. Zira kendileri de o gün muhtaç durumdadırlar. Bu yüzden insanın yakasını bırakmazlar. Bu yüzden bir yolunu ve çaresini bulmak gerekir. Bunun yolu ise İmam Zeynelabidin’in (a.s) gittiği yoldur.

Allah’ım, sen feryadımıza yetiş. Bitmek bilmeyen hazinenden alacaklılarımı razı et. Eğer Allah’tan yardım görecek olursan, kıyamette de Allah işlerini düzeltir. Bu mübarek Ramazan ayında bir şeyler yapabilenlerin imdadına Allah yetişecektir. Bu mazmunda rivayetler de vardır. Kıyamette alacaklılar müminin etrafını sarınca, Allah tarafından kendilerine şöyle denecektir:

Ey kulumuzdan alacaklı olanlar, bakın cennetin azametli köşklerinden bir köşkü görüyor musunuz? Siz alacaklarınızı bizden isteyin, kulumuzu rahat bırakın. Ondan ne istiyorsanız bizden isteyin. Bu köşkü kulumuzdan el çekenlere vereceğiz.

Ey çare bulan ve kulunu seven Allah’ım! Ey kulunun işlerini düzelten ve yardımcı olan Allah’ım! Bizler senin günahkâr ve aciz kulunuz. Biz de İmam Seccad’ın (a.s) Cuma günü duasında buyurduğunun aynısını tekrar ediyoruz:
Allah’ım, sana yalvarıp yakarmaktan başka hiçbir şey (azap ve gazabından) bizleri kurtaramaz.
Ey Rabbim, ey çocukluğumdan beri lütuf ve terbiyesini benden esirgemeyen Allah’ım!

Artar hüzün ve gamım geçen her saatte. Kıyamet saati, hesap günü vardır önümde… Allah’ım, sen yardımcı ol bana o saatte… Kuluna uyanıklık ver, kalmasın gaflette… O saatte koru beni şeytandan. Koru iman nurumu, esirgeme lütfünden… Vuslat anı, ruhumu ayık koymayınca, zikrin kalsın ruhumda, unutturma bana…

Dillerin konuşamayacağı o gün gelecek… Ey şu anda konuşabilen diller! Bu dillerle birçok şeyler yapabilirsiniz. Yalvarıp yakarınız. “Allah’ım beni affet.” diye dua ediniz. Allah, Kerim ve bağışlayıcıdır. Nitekim rivayette de şöyle denilmiştir:

Allah kötülükleri affıyla örter ve keremiyle iyiliklere çevirir.
Eğer insan Allah’a teveccüh eder ve kendisini bağışlamasını dilerse, Allah da günahlarını siler ve yerine iyilikleri yazar. Her günahın yerine bir tövbe nuru zuhur eder. O günahı da silip süpürür. Ey bağışlayıcı Kerim!
Onlara Allah’ın günlerini hatırlat.

Bugün senin günündür. Yarın da Allah’ın günüdür. Sen burada birçok işler yapabilirsin, gün senin günündür. Meselâ camiye gelip ellerini Allah’ın dergâhına doğru uzatıyor, ihsan ediyor, dilinle yalvarıp yakarıyor, “Ya Rabbi! Ya Allah!…” diyorsun. Ama ölüm saatinde her şey sona ermektedir. O zaman da O’nun ihsan ve lütfünün başlangıcıdır. “O hâlde, gir kullarımın arasına ve gir cennetime.” denir.

Rivayette yer aldığına göre özellikle de bu mübarek Ramazan ayı bir nur biçiminde kabirde zahir olmaktadır. Hakeza nakledildiği üzere, kabirde müminin başının üzerinde bir nur, mukabilinde bir nur, solunda bir nur, sağında bir nur ve ayakları tarafında bir nur vardır. Başının üzerindeki nur namazdır. Sağındaki nur Ramazan ayının orucudur. Solundaki nur hac ve ayakları tarafındaki nur ise infak ettikleri şeylerdir. Ama mukabilinde duran nur ise tıpkı bir yıldız gibi parlamaktadır. O kadar nurludur ki, diğer nurların hepsine galebe çalmaktadır. “Bu nur nedir?” diye sorunca da, “Bu nur velâyet nurudur. Muhammed ve Ehlibeyt’inin dostluğudur.” denilecektir. Allah’ım, Ehlibeyt’e olan muhabbetimizi daha da arttır.

Ya Rab, gönlümü Hüseyin gamıyla mahzun kıl.
Gönlümüzdeki muhabbetini de fazla…
Gönlümde Hüseyin’in sevgisinden başka
Ne varsa kan kıl ve gözlerimden akıt.

Evet, sevda belirli tarafa götürür insanı, öyle ki sadece bir sevdamız olursa, bir hedefe, bir maksada ve bir gayeye insanı sürükler. “Allah gamınızı sadece kendine has kılsın ve diğer bütün gamları silsin gönlünüzden.”
Bir keder ve bir hedef… Ömrümüzün sonunda, Muhammed (s.a.a) ve Ehlibeyt’in civarında olmaktan başka bir hedefimizin olmamasını istemekten daha uygun ne vardır?

[1]- Hadis-i şerif
[2]- Tevbe/34-35
[3]- Âl-i İmrân/180
[4]- Yâsîn/47
[5]- Talâk/7
[6]- Âl-i İmrân/93
[7]- Mu’minûn/99
[8]- Rûm/44
[9]- Saf/10-11
[10]- Bakara/167
[11]- Bakara/167

Not:Ayetullah Hüseyin Destgayb(r.a.)’ın ”Ramazan Ayı Dersleri (Fatiha Suresi’nin Tefsiri)” kitabından alıntıdır.

islamivahdet.com

0
Would love your thoughts, please comment.x