Müslümanlar olarak kendi metodumuzu belirlemekten aciz durumdayız.

Medyanın bilgi bombardımanına tutulduğumuz bir süreçte gündemimizi de belirleyemiyoruz. Dolayısıyla suni gündemlere takılıp gidiyoruz. Emperyal seçkinlerin belirlemiş olduğu rolü oynamaktan öteye gidemiyoruz. Bu da ‘kendimize gelmemizi’ engelleyip, hep ‘başkalarına gitmemize’ sebep oluyor! Birbirimizle uğraşmaktan aslolan görevimizi yerine getiremiyoruz. Getirdiğini zannedenler de yanlış metodlardan dolayı, insanı islama ısındırmaktan çok, İslam’ın temel yapı taşları olan cemaatlerden soğutmaya sebep oluyor. Bu da İslam’a mal ediliyor.

Müslümanların yanlışlarını araştırmayıp İslam’ı araştırsak belki de bu kadar hata yapmayacağız. Şunu unutmamalıyız ki, Müslümanların yanlışlıkları aziz olan İslam’ın suçu değildir! ‘İnsan’laşmadan ‘İslam’laşmanın mümkün olmadığını bilmek zorundayız. Nüfus sayısı artıkça insan sayısının azaldığını söyleyebiliriz! Cemaatlerin, STK’ların, Vakıfların vs gibi kurum ve kuruluşların asli görevi önce ‘kalifiye insan’ yetiştirmek olmalıyken, kalifiye insan hırsızlığı yapmaktan öteye gidememektedirler. Bulunduğumuz bölgelerde İslam adına kaygılı insan oranı %10 ları bile bulmazken, %90 lık potansiyeli hedef kitle seçmek yerine, %10 luk kısımdaki insanlarla uğraşmayı seçiyoruz. Bunu da kardeşlik adına, ümmet bilinci adına değil, başka çıkarlar, menfaatler, iişkiler adına yapıyoruz. Bundan dolayıdır ki hidayetine vesile olduğumuz insanlar yok denebilecek kadar az sayıdadırlar. (Ümmet adına yapılan çalışmaları tenzih ediyorum)

Yaşadığımız süreçte artık her insanın bir son kullanma tarihi varmış gibi davranıyoruz. Çünkü karşımızdakine insan olarak değil, imkân olarak bakmaya başlıyoruz. Müslüman kimliği aşırı bir şekilde zedelenmiş olup; Levent Gültekin’in şu sözleri ibretliktir: ‘Son üç dört yıl bana dürüst, ahlaklı, nazik, saygılı, adil, özgürlükçü biri olmak için İslamcıların arasında durmanın akıllıca bir iş olmadığını gösterdi.’’ Bu sorunun kaynağı elbette İslam değildir, İslamcı geçinen Müslümanlardır ve bu durumun yeniden inşası uzun zamanlar gerektirecektir. Bugün Müslümanların çok önemli bir problemi var fakat bu problemden daha da vahim olan durum, Müslümanların problemin farkında olmamasıdır.

Bizlerin öncelikle bu durumun vahametini kavramamız gerekmektedir. Her şey yolundaymış gibi yaşayıp gidiyoruz. Aslında ters giden bir şeylerin olduğunu biliyoruz fakat bu gidişe müdahale edemiyoruz. Ne yapmalı, nasıl yapmalı, kiminle yapmalı gibi soruları soruyoruz irdeliyoruz fakat nereden başlamalı sorusuna cevap bulamıyoruz. Bulsak dahi morfinlenmiş gibi bir türlü harekete geçemiyoruz. Bizim öncelikle bir bilinç oluşturmamız gerekmektedir. Bilinç yoksa eğer, gelecek de yok demektir. Bunun için zihinsel özgürlüğe ve zihinsel özgüvene ulaşmamız şarttır.

‘’Gelenekçi, görenekçi, menkıbeci bir kültürle, hamasi, popülist bir kültürle İslami bir gelecek, İslami bir umut inşa edilemez. Aziz İslam’ın, şu ya da bu mezhebin, şu ya da bu cemaatin vesayetinden kurtarılması, İslami bilincin bağımsızlaştırılması gerekir. İslam’ın kendisi olmaktan çıkarıldığı, gelenekçi, statükocu kalıplara sokulduğu, her tür iktidarın İslamı araçsallaştırabildiği, mezhep, cemaat çıkarı doğrultusunda çarpıtılabildiği bir dünyada, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde evrensel bir İslam ve Ümmet ufkuna ulaşmamız mümkün olmayacaktır.’’  (Atasoy Müftüoğlu)

Dilinden Ümmet’i düşürmeyip kalbinde ve aklında kendi grupçuğu haricindekilere yer bırakmayanların Ümmetinden ne çıkar ki? Yalnızca kendine çağıran, kendini hakikat bilenden ne çıkar? Bu gibi yaklaşımcıların Ümmete kalifiye elemandan çok kendi grubuna militan ve bilgi hamalı yetiştirmekten öteye gittiğini söyleyebilir miyiz? Bilginin gücünü edinip, ahlakından yoksun olan elemandan Ümmete ne fayda gelir ki? Rabbim bizi ‘bize gelin’ diyenden uzaklaştırsın, ‘kendinize gelin’ diyene yaklaştırsın.

Eyyüp Karagöl

0
Would love your thoughts, please comment.x