IŞİD gibi örgütlerin işledikleri vahşetler hepimizin kanını donduruyor.

Ne insanlığa yakıştırıyoruz, ne de Müslümanlığa.

Müslüman olduklarını varsaydığımız kimselerin bu tür yıkıcı tutumlarına bir türlü anlam veremiyoruz.

Gördüklerimiz, yaşadıklarımız; ne vicdanımıza, ne bize anlatılan İslam’a, ne de insanlığa sığıyor.

Bundan dolayı, bu ve benzeri örgütlerin arkasında hep bir senarist ve yönetmen arıyoruz.

Karşımızda, İslam adına ortalığı yakıp yıkan, insanları yurtlarından eden; kadın, çocuk, yaşlı ayrımı gözetmeden katliamlara imza atan örgütler var.

Fakat bu örgütlerin yaptığı vahşilikleri yüksek sesle kınayıp itiraz edemiyoruz.

Diğer taraftan da şaşkın bir vaziyette arkalarında gizli bir el arıyoruz.

***

“Bir dava” uğruna kadınlara tecavüz eden, onları köle pazarında satan, kendisi gibi olmayan Müslüman toplulukları bile gözünü kırpmadan katleden bu insanların arkasında kim var?

Nasıl oluyor da gözlerini bile kırpmadan cinayetler işleyebiliyorlar?

Nasıl oluyor da insanlıktan bu kadar uzaklaşabiliyorlar?

Varsa bir senarist, o senaristin senaryosunu nasıl böyle soğukkanlılıkla oynuyorlar?

Aslında hepimiz IŞİD’in arkasında kimin olduğunu biliyoruz. Nereden beslendiklerinin farkındayız.

Bu şiddet eğilimini, “Allah için ölmeyi, öldürmeyi” hepimiz tanıyoruz.

Dinler siyasetin malzemesi yapıldığında ne tür sonuçlar doğduğunu hepimiz biliyoruz.

Tarihte yüzlerce örneği var.

Bunların önemli bir kısmı da Müslümanlar arasında yaşandı.

***

Peki sorun sadece IŞID gibi örgütlerde mi?

Yıllarca “İslam alimi” deyip kitaplarını el üstünde tuttuğumuz Yusuf El Kardavi, Suriye meselesinde şöyle bir fetva vermişti: “Esad’a destek veren sivilleri öldürmek caizdir”.

“İslam alimi” bildiğimiz bu insanların fikirlerinin oluşmasına ne kaynaklık ettiyse IŞİD mensuplarınınkine de aynı şey kaynaklık etti.

“Silah Suriye’de çözüm getirmez, ölerek, öldürerek barış sağlanmaz” dediğimizde bizi linç eden, ekmeğimizle oynayan günümüz İslamcılarının katılığı nereden geliyorsa, kafa kesen IŞİD militanlarının gaddarlığı da oradan geliyor.

Mısır’da seçmenin yaklaşık üçte bir oyu ile iktidar olan İhvan, bütün ülkeye dindarlığı tek seçenek olarak sunmuştu.

İhvan’ı bu kadar sığ ve düşüncesiz hareket etmeye zorlayan o “dava aşkı” ne ise IŞİD militanlarını da besleyen aynı dava aşkı.

Suriye meselesinde “devrim” rüyası görüp yüzbinlerin katledilmesine sebep olan İslamcı aydınlarımızın arkasında batılılar varsa, o zaman tamam,  IŞİD militanlarının arkasında da aynı batılılar var.

“Din adamına silahı, çatışmayı teşvik etmek yakışır mı?” diye sorduğum için bana köşesinden “AK Parti’nin yeminli düşmanı” diyen “Büyük fıkıh aliminin” düşünce yapısı nereden beslendiyse, IŞID militanlarının da oradan beslendi.

Boko Haram gibi örgütlerin bir senaristi varsa; öyleyse barış, özgürlük, saygı, eşitlik dini olarak gelen İslam’ı iktidara ulaşmanın malzemesi yapan tüm İslamcılar, dindarlar da bu senaryonun figüranı.

Diğer taraftan ülkemizde olanlar da farklı değil.

Türkiye’de dindarlığı yayma adına sınav soruları çalanların bu davranışlarına ne kaynaklık ediyorsa, IŞİD gibi örgütlerin davranışlarına da ayı şey kaynaklık ediyor.

Gezi eylemlerinden sonra birçok şirkete baskı yapıldı. Eylemlere katılan elemanların işten atılması için listeler gönderildi.

İnsanların ekmeğiyle oynayan o kafa nereden, neyle besleniyorsa IŞİD militanları da oradan besleniyor.

Akit gazetesi gibi çatışmacılığı, ötekileştirmeyi, saygısızlığı  “İslamcılık davası” zanneden odakların arkasında kim varsa; IŞİD, Bako Haram gibi örgütlerin arkasında da o var.

Berkin Elvan’ın acılı annesini yuhalayan ve yuhalatan o siyasi düşüncesizliğe hangi fanatizm kaynaklık ediyorsa, IŞİD’ın diğer mezhep mensuplarına yaptıklarına da aynı fanatizm kaynaklık ediyor.

Balyoz, Ergenekon gibi davalarda sevap işleme fikriyle sahte delil üreten o savcı ve emniyetçileri motive eden inanç neyse, IŞID militanlarının motivasyon kaynağı da o.

***

Yani sorun kendi içimizde. Düşünce dünyamızda. Politik tutumumuzda. Dünyayı algılayış biçimimizde.

Barış ve özgürlük için gelen İslam, Müslümanların elinde tahrif oldu.

Şifa kaynağı olacak bir din, Müslümanların sayesinde kötülük yayan, çatışmayı besleyen bir siyasi silaha dönüştü.

Tek bir İslam var, ama yüzlerce farklı yorum var.

Özünden, müspet işlevinden koparılmış bir Müslümanlık kaldı elimizde.

Gerçeğin ne olduğu konusunda bir ittifak neredeyse imkansız.

Çünkü dinin bir öğüdünden kimisi çatışma, kimisi barış yorumu çıkarıyor.

Öldürücü silaha dönüştürülmüş, siyasette ve ticarette üstünlük kurma aracı yapılmış bir Müslümanlık anlayışı hepimizi rehin aldı.

Düşman bellediğimiz batılılarla bilimde, edebiyatta, ticarette, siyasette, teknolojide, sinemada… rekabet edemedik.

Bu alanlardaki başarısızlığımızı veya geriliğimizi dinî hamasetle örtmeyi bir iş zannettik.

Din, bizim elimizde eksikliklerimizi, yetersizliklerimizi saklayan bir örtüye dönüştü.

Batılıların Müslümanlara yaptıkları vahşilikleri, haksızlıkları elbette görmezden gelemeyiz.

Fakat Müslümanlar olarak bizi yok etmeye çalışanlara zekamızla, aklımızla değil hamasi sözlerle, dini fanatizmle karşılık verdik.

Ve en ilginç gerçek de şu: Müslümanlar, batılılardan çok daha fazla Müslüman kanı döktü.

Bütün suçu başkalarına atamayız.

Hâlâ dönüp kendimize bakmıyoruz.

“Nerede hata yaptık, bundan sonra ne yapacağız, ne yapmalıyız?” demiyoruz.

Bu girdaptan çıkmak için oturup aklıselimle düşünmemiz gerekirken, kolaya kaçıyoruz.

“Gizli el” filan diyoruz.

Amacımızı, hedefimizi, benimsediğimiz yöntemleri, siyaset anlayışımızı, toplumla ilişkilerimizi gözden geçirip bir çıkış bulmak zorundayız.

İslam bugün tarihte benzeri görülmemiş bir kriz döneminden geçiyor.

İslam’ın iyiliği, doğruluğu, güzelliği gitgide siliniyor. Korkarım İslam’ın değil ama Müslümanlığın sonu geliyor.

Mensupları tarafından bu kadar tahrif edilmiş bir dini, kim yeniden barış ve özgürlük yayan bir değer haline getirebilir?

Kimin buna gücü yeter?

Levent Gültekin

0
Would love your thoughts, please comment.x