Sad Hariri’nin başbakanlığına karşı Mişel Aun’un cumhurbaşkanlığı Lübnan’a özgü ‘soğuk savaşı’ bitirirken, barışı da garanti etmeyen yeni bir siyasi dönemi başlatıyor.

Lübnan’da yıllardır yeni bir cumhurbaşkanı seçilemiyor. Farklı din, dil ve mezheplerin harmanlandığı ve dış etkiye fazlasıyla açık olan Lübnan’da siyasi istikrar sağlamak ise bu nedenle her zaman zor olmuştur.

Ortadoğu hakkındaki analiz yazılarıyla tanınan ve YDH Haber Sitesi Koordinatörü Alptekin Dursunoğlu, Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı konusunu analiz eden bir yazıya imza attı.

Dursunoğlu’nun yazısı şu şekilde:

Lübnan’da Taif Anlaşması’yla kurulan düzene karşı çıktığı için 16 yıl sürgün hayatı yaşayan dönemin Ordu Komutanı General Mişel Aun, bu kez cumhurbaşkanı olarak ülkede yeni bir dönemin başlamasına neden oluyor.

Lübnan’da yeni bir dönemin başlaması, bu ülkede iki buçuk yıl sonra yeniden cumhurbaşkanı seçilecek olmasıyla ilgili değil; doğrudan Mişel Aun’un şahsı ve cumhurbaşkanlığına seçilme süreci ilgili bir durum.

Zira el-Mustakbel Partisi Lideri Sad Hariri’nin iki buçuk yıllık bir direncin ardından geçen hafta sürpriz bir şekilde Mişel Aun’un cumhurbaşkanlığını desteklediğini açıklaması, 2005’ten beri Lübnan’ı ikiye bölen 14 Mart ve 8 Mart bloklarının varlığını ortan kaldırdı.

Dolayısıyla Mişel Aun’un cumhurbaşkanı, Sad Hariri’nin de başbakan olduğu yeni Lübnan’da artık hiçbir gelişme, 14 Mart – 8 Mart kutuplaşmasına dayalı dengeye göre şekillenemeyecek.

Lübnan’da 2005 sonrası düzen ve Mişel Aun’un rolü

Lübnan’ın 14 Mart ve 8 Mart kutuplaşması içerisinde ikiye bölünmesine neden olan düzen 2005’teki Refik Hariri suikastı sonrasında oluştu. Ancak Refik Hariri suikastını da Lübnan iç siyasetindeki iki kutuplu düzeni de yaratan şartlar 2000 yılından itibaren şu gelişmelerle oluşmaya başladı.

1- Hizbullah, 2000 yılının mayıs ayında güney Lübnan’ı İsrail işgalinden kurtardı. Bu durum hem Hizbullah’ın hem de Lübnan’da askeri varlığı bulunan Suriye’nin gerek Lübnan içindeki gerekse bölgedeki nüfuzunu arttırdı.

2- 11 Eylül 2001 saldırısından sonra önce Afganistan’ı ardından da 2003’te Irak’ı işgal eden Amerika, Suriye ve İran’ı “şer ekseni” ilan ederek daha sonra ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ adını vereceği yeni bir bölgesel düzenden söz etmeye başladı.

3- 2004’te Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesini ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı Güvenlik Konseyi kararı çıkarıldı. BM’de ABD’nin Irak işgaline karşı çıkan Fransa bile 1559 sayılı kararda ABD’ye destek verdi.

4- 2005’te Lübnan’ın eski Başbakanı Refik Hariri, bombalı bir suikastla öldürüldü. Cinayetten Suriye ve Hizbullah sorumlu tutularak Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi ve Hizbullah’ın da silahsızlandırılmasını öngören 1559 süreci hızlandırılmak istendi.

Hıristiyanların aleyhine olduğu gerekçesiyle Taif Anlaşması’na karşı çıktığı için 1989’dan beri Fransa’da sürgünde bulunan Mişel Aun, Hariri cinayetinden sonra Suriye aleyhine oluşan yeni dengeyi fırsat bilerek Lübnan’a geri döndü.

Ancak beklenenin aksine Suriye karşıtlarının oluşturduğu 14 Mart koalisyonu ile değil, Hizbullah’la anlaşma yaparak 8 Mart koalisyonunun oluşumunda etkili bir rol oynadı.

Bölgenin sıcak savaşları ve Lübnanlıların Soğuk Savaşı

Lübnan ‘Soğuk Savaşındaki’ kutuplaşma etnik, dini veya mezhebi gerekçelere dayalı değildi. Zira hem 14 Mart hem de 8 Mart cephesinde ülkedeki her etnik, dini veya mezhebi kesimin siyasal temsilcileri bulunuyordu.

Örneğin 14 Mart cephesinde şu gruplar vardı: Sad Hariri liderliğindeki el-Mustakbel (Sünni), Velid Canbolat liderliğindeki İlerici Sosyalist Parti (Dürzi), Emin Cumeyyil liderliğindeki Ketaib Partisi (Hıristiyan) ve Semir Caca liderliğindeki Lübnan Güçleri (Hıristiyan)

8 Mart Cephesinde ise Hizbullah (Şii), Nebih Berri liderliğindeki Emel (Şii), Tallal Arslan liderliğindeki Demokratik Parti (Dürzi), Mişel Aun liderliğindeki Ulusal Özgürlük hareketi (Hıristiyan) Bilal Şaban liderliğindeki Tevhit Hareketi (Sünni) gibi siyasi gruplar yer alıyor.

Lübnan içindeki bu kutuplaşma aslında büyük ölçüde uluslararası ve bölgesel güçlerin İsrail odaklı çıkar ve ittifak çelişkilerinin Lübnan içerisine yansımasından ibaretti ve bu da somut olarak Suriye karşıtlığı ve yanlılığı şeklinde ifade ediliyordu.

Dolayısıyla Suriye karşıtlığı temelinde oluşan 14 Martçılar, Amerika ve müttefikleri; Suriye yanlılığı temelinde oluşan 8 Martçılar ise Suriye ve müttefikleri tarafından destekleniyordu.

Suriye karşıtlarının ilk yenilgisi

Suriye’nin Lübnan’dan çıkarılmasını ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı BM kararı, Lübnan’ı ABD’nin Irak işgali sonrasında gündeme getirdiği ‘Yeni Ortadoğu’ya hazırlamaya yönelik bir siyasal araçtı.

Suriye’nin Lübnan’dan çıkarılmasıyla, bunun ilk aşaması başarılı oldu; ancak Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına yönelik ikinci aşaması, İsrail’in 2006’daki Temmuz savaşında yenilmesi sebebiyle çöktü.

İsrail’in Temmuz Savaşı’ndaki yenilgisi, Yeni Ortadoğu planını etkisiz kılmakla kalmadı. Hizbullah’ın, Lübnan içindeki müttefikleri olan 8 Martçıların ve bölgesel müttefikleri olan Suriye ve İran’ın da nüfuzunu arttırdı.

Çünkü 14 Martçılar 2004’ten beri mecliste çoğunluğu ele geçirmiş olsa da 2007’den sonra 8 Martçıların veto yetkisine sahip olduğu ulusal birlik hükümetlerinin kurulmasına engel olamadı ve kendi cumhurbaşkanı adayını seçtiremedi.

Mişel Aun’un cumhurbaşkanlığı kimin zaferi?

14 Martçılar, görev süresi Temmuz Savaşı’ndan sonra dolan Suriye yanlısı Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un yerine kendi adayları olan Emin Cumeyyil’i; 8 Martçılar ise Mişel Aun’u seçtirememiş, cumhurbaşkanlığı krizi, tarafların dönemin Ordu Komutanı Mişel Süleyman üzerinde uzlaşmaya varmasıyla aşılmıştı.

Yani bir anlamda 2008’deki cumhurbaşkanlığı krizinin kazananı da kaybedeni de olmamıştı. Ancak Sad Hariri geçtiğimiz hafta sürpriz bir çıkış yaparak 14 Martçıların adayından vazgeçip Hizbullah’ın müttefiki olan Mişel Aun’u desteklediğini açıkladı.

2.5 yıllık cumhurbaşkanlığı krizine son veren bu gelişme kimilerine göre Lübnan içinde Hizbullah’ın, bölgede ise Suriye ve İran’ın bir zaferi.

Bunu Suriye ve İran için bir zafer olarak niteleyenlere göre 2006’da Lübnan’da Hizbullah’ı yok ederek Suriye’yi İsrail karşısında diz çöktürmeyi öngören Yeni Ortadoğu planı Hizbullah’ın İsrail’i yenmesi ile başarısız olurken; 2011’de başlatılan isyanla Şam’ı teslim alıp Hizbullah’ı yok etmeyi öngören plan da Suriye’nin 6 yıllık direnişi ile başarısız oldu.

Bu şartlar altında Suudiler şu sebeplerden dolayı Mişel Aun’un cumhurbaşkanlığına itiraz edemediler.

1- Suudiler, Suriye’de devrimden umutlarını kestiler.

2- Uzun süre başbakanlıktan uzak kaldığı için Sad Hariri’nin Lübnan Sünnileri üzerindeki nüfuzu aşındı. Yeni Sünni liderler ortaya çıktı ve Suudiler Hariri’nin Sünni sokaklar üzerindeki nüfuzunu pekiştirmek için Hariri’nin başbakanlığına karşı Mişel Aun’un cumhurbaşkanlığına teslim oldu.

3- Suudiler, yaşadıkları ekonomik krizden dolayı Hariri’nin sahibi olduğu OJE şirketinin iflasını önleyebilecek durumda bile değil, bu sebeple Mişel Aun’un cumhurbaşkanı seçilmesi pahasına onu başbakan yaparak Lübnan’daki adamlarını ayakta tutmaya çalışıyor.

4- Suudiler, Hizbullah’ın diğer müttefiki olan Süleyman Franciye’yi cumhurbaşkanı adayı olarak destekleyip Mişel Aun’un önünü kesmeyi ve 8 Martçıları bölmeyi denedi; ancak Hizbullah’ın Aun’dan vazgeçmemesi üzerine bu plan da başarılı olamadı.

Kazanan yok, kazananlar var

YDH’ya konuşan Lübnan Üniversitesi’nden Prof. Muhammed Nureddin ise Mişel Aun’un cumhurbaşkanı seçilmesinin “Direniş Ekseni için bir zafer, Suudiler için ise bir hezimet” olduğu tezine şüpheyle yaklaşıyor.

Prof. Muhammed Nureddin’e göre Aun’un cumhurbaşkanı seçilmesi Hizbullah için bir zafer olarak görülebilir; ancak bu ‘zafer’, Sad Hariri’nin başbakanlığı kabul edilerek verilen bir tavizle mümkün olabildi.

Öte yandan Aun’un cumhurbaşkanlığı konusu Hizbullah’ı kendi müttefikleri ile karşı karşıya getirdi. Örneğin cumhurbaşkanlığının diğer adaylarından Süleyman Franciye devre dışı kalırken, öteden beri Aun’a karşı olan Emel Hareketi ile Hizbullah arasında da uzun zamandır hiç olmadığı kadar soğukluk başladı.

Elbette aynı durum 14 Martçılar için de geçerli. Zira Sad Hariri’nin Mişel Aun’u cumhurbaşkanlığına önermesine tepki gösteren çok sayıda 14 Martçı var. Nitekim Prof. Muhammed Nureddin’e göre zaten Aun’un cumhurbaşkanlığının söz konusu olmasıyla birlikte artık ortada ne 14 Mart ne de 8 Mart ittifakı kaldı.

Öte yandan Taif Anlaşması’na itirazını sürdürerek cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırılması gerektiğini siyasi şiarı haline getiren Mişel Aun, Hariri ile anlaşmasında Taif Anlaşması’na bağlı kalma sözü verdi.

Bu durumda Sad Hariri’nin başbakanlığına karşı Mişel Aun’un cumhurbaşkanı seçilmesi, bir tarafın zaferi, diğer tarafın da yenilgisi olarak nitelenemez. Zira bu süreçte zafer kazandığı söylenen tarafların ciddi kayıpları, yenildiği söylenen tarafların ise kazanımları söz konusu.

Lübnan’da yeni çatışmalar için yeni dönem

Lübnan’da cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlı, başbakanın yetkilerinin ise ancak hükümetteki bakan dağılımına göre güçlü olabildiği biliniyor.

Dolayısıyla Lübnan’da kimin kazanıp kimin kaybettiği, tek başına Hariri’nin başbakan, Aun’un ise cumhurbaşkanı seçilmesi ile değil, hükümetin nasıl şekilleneceğine bağlı gözüküyor.

Lübnan’da hükümet 24 bakandan oluşuyor ve bakanlıkların Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında yüzde 50 oranında paylaşılmasını öngören bu sistemde bakanların meclis içinden seçilmesi de gerekmiyor.

Hizbullah, Müslüman kontenjanına düşen 12 bakanlıktan (5 Sünni, 5 Şii, 2 Dürzi) Şiilerle ilgili kısmının belirlenmesini -Emel’le arasına giren soğukluğu da gidermek adına- Nebih Berri’ye bıraktığını açıkladı.

Dolayısıyla yeni kurulacak kabinede Şiilere verilecek bakanlıklara kimlerin atanacağına, Mişel Aun’a şiddetle karşı olan Emel Hareketi karar verecek.

Elbette tek başına bu durumun Lübnan’ın yeni siyasi geleceğini etkileyecek bir yanı yok; ancak artık 14 Mart ve 8 Mart bloklarının söz konusu olmadığı bir siyasi yapıda stratejik kararlar, belki de eskisinden çok daha sancılı bir şekilde alınabilecek.

Zira 2005’ten bu yana 14 Martçılar parlamentoda çoğunlukta olsa da Hizbullah’ın baskısıyla 2007’den beri kurulan tüm kabinelerde 8 Martçılara veto hakkı tanıyan bir bakanlık dağılımı söz konusu olmuştu.

Şimdi 14 Mart ve 8 Mart blokları ortadan kalktığına göre örneğin Hizbullah’ın silahına ya da Suriye’deki askeri varlığına karşı çıkan bir (farz-ı muhal) hükümet kararını kim veto edebilecek? Böyle bir karar uygulanmaya kalkıldığında Lübnan’ın iç barışı nasıl garanti edilecek?

Hariri’nin başbakanlığına karşı Aun’un cumhurbaşkanlığı, Lübnan’da bu ve benzeri birçok sorunun cevabını belirsiz bırakan yeni bir siyasi dönem başlatıyor.

Çok klişe bir tabir olsa da “kartlar yeniden dağıtılıyor” sözü Lübnan’daki yeni durumu çok iyi ifade ediyor.

/YDH

0
Would love your thoughts, please comment.x