Peter Koenig bir iktisatçı ve jeopolitik analisti, ünlü bir yazar. Khamenei.ir sitesine verdiği özel röportajda Bay Koenig, Dünya Bankası ve IMF’deki deneyimleri hakkında ve ilave olarak ABD’nin küresel hegemonya üzerindeki tahakkümüne ilişkin kendi perspektifi hakkında bizi aydınlatıyor.

Ekonomik kalkınma ve “direniş ekonomisi” kavramı

Khamanei.ir / Global Research

Peter Koenig bir iktisatçı ve jeopolitik analisti. Eski bir Dünya Bankası personeli olarak Koenig, saha çevresi ve su kaynakları hakkında otuz yılın küresel deneyimlerine sahip; aynı zamanda çeşitli haber sitelerinde çok sayıda yayınına yer verilmiş bir isim.  “Implosion – An Economic Thriller about War, Environmental Destruction and Corporate Greed”  [“İçe Doğru Patlama: Savaş, Çevresel Yıkım ve Şirket Açgözlülüğü Hakkında bir İktisat Hikayesi”] isimli kitabın yazarı olan Koenig, “The World Order and Revolution! – Essays from the Resistance” [Dünya Düzeni ve Devrim – Direnişten Denemeler”] isimli kitabın da iki yazarından biridir.

Khamenei.ir sitesine verdiği özel röportajda Bay Koenig, Dünya Bankası ve IMF’deki deneyimleri hakkında ve ilave olarak ABD’nin küresel hegemonya üzerindeki tahakkümüne ilişkin kendi perspektifi hakkında bizi aydınlatıyor.  

Aşağıda bu röportaj iki kısım halinde sunulmaktadır.

Birinci kısım

Dünya Bankası personeli olarak çalıştığınız yıllardan hareketle söylemek gerekirse, bu kuruluş yoksul ülkelerin kalkınmasına yardım ediyor mu?

PK: Dünya Bankası her zaman Amerika Birleşik Devletleri hakimiyeti altındaydı, ancak ilk yıllarından 1980’lere – yani neo-liberalizmin ve Washington Konsensüsü’nün acımasız yükselişinin başladığı zamana – kadar olan dönemde Dünya Bankası bazı gerçek “taban” projelerini finanse etti ve hayata geçirdi; örneğin kırsal bölgelerde içme suyunun ve sıhhi tesisatların genişletilmesi, köylere içme suyu getirilmesi ve bu şekilde yerel topluluklar için üretkenliğin arttırılması, özellikle kızların okula gitme oranlarının arttırılması ve ishal ve bağırsak hastalıklarının azaltılması, bu şekilde çocuk ölüm oranlarının azaltılması gibi işlere girişildi. Sağlık sektöründe sağlık merkezleri inşa edildi; küçük toprak sahibi tarımı yaygınlaştırıldı ve finanse edildi – tüm bunlar marjinalize olmuş tarım nüfusuna fayda sağladı. Elbette gizli gündem, bu toplulukların kendilerine bu temel ihtiyaç hizmetlerini sağlayan merkezi hükümeti desteklemesiydi.

Bu sosyal iyileştirme projeleri zamanları çoktan geride aldı. 1980’lerden itibaren sözde “yapısal ayar” kredileri kademeli olarak, daha önce tanımlanan, yoksulluğu hafifletmeyi hedefleyen projelerin yerini aldı. Hükümetlere verilen “yapısal ayar” tipi krediler – ki ben bunları “açık çek” olarak adlandırıyorum – 90’lı yıllar boyunca hızla arttı.

Bugün bu “açık çekler”, ana akım medyada bile kötü bir terim haline gelmiş olan yapısal ayar yerine başka örtmece terimlerle gerçekleşiyor. Bunlara, amaca hangisi uyacaksa, “sektör kredileri”, “program kredileri”, “bütçe desteği” gibi isimler veriliyor, fakat bütün “açık çeklerin” esas amacı aynı: borç alan ülkeyi borçla köleleştirmek. Ülke, Batı’nın kendi oligarşisinin lüks yaşam tarzını beslemek için ve elbette silahlanma sanayiini beslemek için göz diktiği doğal kaynaklara sahipse bu, daha da fazla geçerli.

Fakat Dünya Bankası ve IMF’nin yaptığı bu “resmi” borçlandırma, Bretton Woods kuruluşlarından alınan ulusal borcu arttırmaktan daha büyük zararlar veriyor. Bu uluslararası finans kuruluşlarının verdiği krediler, özel bankaların yoz liderlere sahip ülkelere daha da fazla para borç vermesi için yeşil ışık anlamına geliyor. Bu yüzden Dünya Bankası / IMF borçlandırmasının kaldıraç etkisi, kendi verdikleri borcun birkaç katı oluyor. Burada sorulması gereken soru şu: kim daha kötüdür, yozlaştıran mı yoksa yozlaşmış olan mı? Kanaatimce, zayıf liderlere – çoğu zaman Batı’nın kukla olarak yerleştirdiği liderlere – titizlikle para veya mal veren biri, suçun büyüğünü işliyordur.

Nihayetinde, Batı ve özellikle Avrupa, yüzyıllardan beri Asya’yı, Afrika’yı ve Latin Amerika’yı işte böyle köleleştirmiş, yağmalamış ve kirletmiştir. Bu yüzden Dünya Bankası’nın bugün yaptığı şey, sömürgeciliğin kalkınma desteği kisvesine bürünmüş modern tipteki devamından başka bir şey değildir.

Bugün yapısal ayar tipi açık çekler, Dünya Bankası’nın kredi portföyünün yaklaşık %90’ını teşkil ediyor. Yoz hükümet yetkililerini açık çeklerle satın alma aracından – ulusal borcu arttıran ve Batı’nın yağmacı şirket ve finans sistemine bağımlılığı arttıran borç veya kredilerden – pek de fazlası olmayan bir şey haline geldiler. Bu en iyi ihtimalle yeni sömürgeciliktir – “yoksul ülkelerin kalkındırılması” ile hiçbir ilgisi yoktur. Aksine, kolay sömürü için borç bağımlılığı yaratmaktır.

Uluslarararası para sistemi Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel ekonomi üzerindeki egemenliğini sürdürmesine nasıl yardım ediyor?

PK: Şu andaki ABD doları temelli Batılı fiat para [itibarî para] sistemi özel olarak ABD tarafından küresel ekonomiye hakim olmak üzere tasarlanmıştı. Euro da bir fiat para birimi olarak, dolar modelinde, ABD tarafından yaratıldı. (Fiat paranın hiçbir türden desteği yoktur; bu, bir hükümet kararnamesi tarafından belirlenen bir değeri olan bir paradır ve özel bankalar tarafından borç olarak, bilgisayar faresine tıklayarak üretilebilir).

Belki bu noktada şunu da hatırlatmamız gerekir: Avrupa Birliği (AB) de, Euro da Avrupa’nın ürünü değildir; bunlar tamamen Amerika Birleşik Devletleri yapımıdır ve bunlara ilşkin fikirler 2. Dünya Savaşı esnasında, özellikle de savaş sonrasında şekillendirilip geliştirilmiştir. Churchill 1946 yılında Zürih Üniversitesi’nde yaptığı meşhur ‘Akademik gençliğe hitap’ında şunları söylemişti: “Birkaç yıl içinde bütün Avrupa’yı (…) özgür ve (…) mutlu kılacak bir çare var. O çare Avrupa ailesini, yahut yapabildiğimiz kadarını yeniden yaratmak ve ona, barış, emniyet ve özgürlük içinde yaşayabileceği bir yapı sunmaktır. Bir tür Avrupa Birleşik Devletleri’ni inşa etmemiz gerekiyor.” O tarihte Churchill, tıpkı bugün Cameron’un olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin sözcüsü konumundaydı ve Avrupa’da bir truva atı olarak Washington’un fikirlerini ifade ediyordu.

1944 yılında Washington, Bretton Woods kuruluşları denilen Dünya Bankası ve IMF’yi meydana getirdi. Dünya Bankası’nın görevi ABD tarafında Marshall Planı fonlarını  – 13 milyar dolar (bugünün değeriyle yaklaşık 130 milyar dolar) – ve Almanya tarafında bu amaç için kurulmuş olan Kreditanstalt für Wiederaufbau’yu – Alman Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası – yönetmekti. Marshall Planı fonları, Avrupa için ilk ortak kalkınma fonları idi.

IMF’nin görevi, Avrupa, Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda ve Japonya’ın çevrilebilir para birimlerini “düzenlemek” ve ardından FED’in talimatıyla IMF tarafından oluşturulan altın standardı üzerinden ABD dolarına bağlamaktı: bir ons gold başına 35 dolar. IMF’nin esas işi öteki para birimlerinin dolarla olan bağını veya dolara olan bağımlılığını güçlendirmek üzere altın standardına uyulmasını denetlemekti.

1971 yılında Nixon “altın standardını” kaldırdığında ABD doları dünya için de facto referans para birimi oldu, yani artık yerküre çapındaki ülkeler için ana rezerv dövizdi. Bu zeki, ancak Makyavelci adım FED’e temel olarak, istediği gibi dolar basma yönünde sınırsız bir güç kazandırdı. Eş zamanlı olarak, Suud hanedanının dostu olan baba (George H. W.) Bush, Suudi Arabistan’ın OPEC’in başı olarak kalacağı ve hidrokarbon ticaretinin ABD doları dışında başka para birimleriyle yapılmayacağı teminatını verdi. Karşılığında ABD, Suudi Arabistan’ı askeri olarak koruyacaktı; bunu, çok sayıda askeri üssün kurulması izledi.

Bütün hidrokarbonların ticaretinin ABD doları cinsinden yapılması sonucunda ABD dolarına yönelik talep daha da arttı, neredeyse katlanarak arttı ve ABD’nin kışkırttığı savaşların ve çatışmaların, yalan ve iftira propagandalarının finanse edilmesinin ve dünya çapındaki vekalet savaşlarını finanse etmenin gerektirdiği dolarların üretilmesi için kelimenin gerçek anlamıyla sınırsız alan açtı. Her üretilen doların ABD için yeni borç anlamına geldiği iddiası en az iki nedenle mesnetsizdi: (i) rezerv hazineleri dolarla dolduğu için bütün dünya borcu taşıyacaktı ve (ii) ABD borcu hiçbir zaman geri ödenme amacı taşımazdı. Nitekim eski FED başkanı, bir keresinde bir gazetecinin ABD’nin borçlarını nasıl geri ödeyebileceği sorusuna şu yanıtı vermişti: “hiçbir zaman borcumuzu geri ödemeyeceğiz, çünkü istediğimiz zaman yeni para basabiliriz.” Bu, dolar temelli para sisteminin piramit ilkesini teyit eder: Borç olarak dolar üretirsiniz, bunlar faiz getirir, o faizleri de yeni borçla ödersiniz.

Bu örnekler içinde en göze çarpanlardan bir tanesi, hileli bir para sistemi tarafından şimdi sefalete boğulmuş olan Yunanistan’dır. Piramid veya ‘Ponzi’ modeli olarak adlandırılan öteki hileli dolar kullanımları, imparatorluğun tiranca hakimiyetine boyun eğmeyen ülkelere getirilen “yatırımlar”, ülke dışındaki varlıklara el konulması, ülke dışındaki yabancı para birimi hesaplarının bloke edilmesi, vesairedir. Bütün bunların mümkün olabilmesinin sebebi, dünyanın bütün uluslararası ticarete hakim olan hileli dolar temelli işliyor olmasıdır. Yüz trilyonlarca dolar yer kürede dolaşırken, altın da dahil olmak üzere her türlü para birimini manipüle etmek elbette mümkündür. Bu en iyi, tamamen özel olan ve, yine özel mülkiyette olan FED gibi Rotschild ve ortaklarının hakim olduğu, Basel’de bulunan BIS (Uluslararası Ödeme Bankası) üzerinden yapılır.

İyi haber, bunun hızla değişiyor olması. BREXIT yalnızca İngiltere ve Avrupa için değil, geniş anlamıyla dünya için değişim umududur. BREXIT, dünyaya hakim olan ve Avrupa Birliği’nin yalnızca kuklası olduğu yoz parasal ve ekonomik sistemden bıkmış olan İngiliz vatandaşlarının çoğunluğunun bilinçli bir kararıdır. Farklı anketlere göre, vatandaşı oldukları üye ülkelerden bağımsız olarak Avrupa çapındaki insanların önemli bir çoğunluğu AB’den, Euro para politikasından ve onun Avrupa ülkelerini kademeli, ancak kesin olarak kendi egemenliklerinden yoksun bırakan kanun ve yönetmelikleri empoze etmesinden bıkmış durumda.

Elbette Washington bu yeni BREXIT’in ortaya çıkması karşısında şaşkın ve bundan zerre kadar hoşlanmıyor. Obama Kerry’yi, BREXIT’ten nasıl kaçınılacağı veya onun nasıl engelleneceği konusunda Cameron’la konuşmaya gönderiyor. Kerry halihazırda basına, İngiltere’nin AB’den çıkmasını engellemenin veya bundan kaçınmanın pek çok yolunun olduğunu söyledi. Elbette bunlardan bir tanesi referandumun bağlayıcı olmaması ve İngiliz parlamentosu tarafından onaylanmasının gerekmesi – ki parlamento BREXIT’in İngiltere için ve Avrupa için iyi olmadığına karar verebilir. Ben böyle bir kararın İngiltere’de bir isyana sebep olabileceğine inanıyorum. Daha sinsice bir yol ise “çıkış müzakereleri”nin 24 aya (veya karşılıklı anlaşmayla daha uzun bir süreye) yayılmasıdır. Bu süre ise yeni bir referandumun başlatılmasıdır ki, BBC’ye göre şimdiden bunun için 2.3 milyon imza toplanmıştır.

Ne olursa olsun – ki ben Washington’un fiziksel kuvvetle bütün bir ülkeye ve halka kendi istediğini yaptırmayı deneyebileceğinden hiç şüphe duymuyorum  – bir sinyal verildi; bu, dış tahakkümden bıkmış olan başkalarına ‘evet başarabiliriz’ diyen bir sinyaldi. İnsanlar aynı zamanda Avrupa’da 2007-2008 yıllarında başlayan ve etkileri devam eden, Washington’un ve Brüksel’in teşvik ettiği krizin amacının doların Euro karşısında gerilemesini ve dünyanın rezerv para birimi olarak yerini kademeli olarak Euro’ya bırakmasını engelleme olduğunun da farkındalar. O dönemde GSYİH’sinin yaklaşık %109’unu bulan “yüksek” borcu nedeniyle suçlu ilan edilmiş olan Yunanistan’ın boğulması gerçek bir komedi ve hakikatin açıkça manipüle edilmesi idi. Stratejik bir konumda bulunan bir Akdeniz-Avrupa NATO ülkesi olan ve Euro bölgesinin GSYİH’sinin yalnızca %2’sini teşkil eden Yunanistan, dış müdahale olmadan tamamen yönetilebilir bir borç oranına sahipti. AB krizi nedeniyle bu ülkenin suçlanması apaçık bir yalandı ve hâlâ da öyledir. AB, üye ülkelerine karşı hiçbir dayanışma hissine sahip olmadığını göstermiştir, bu yüzden gerçek anlamda bir “birlik” değil, şirket-finans tahakkümü altındaki bir dizi ülkenin oluşturduğu bir yağmacılar topluluğudur. Bu türden bir “birlik”, tanımı itibariyle sürdürülebilir değildir, ortak para birimi olan euro’nun sürdürülebilirliği ise daha da azdır. Finans ve şirket elitleri, kötü şöhretli troika (Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu ve IMF) aracılığıyla Avrupa’ya canını istediği şeyi yapabilir. Akdeniz kıyısındaki güney ülkeleri özellikle hedef konumundadır. Ancak BREXIT bir uyandırma çağrısı oldu. Farkındalık büyüyor. Ben bunun durdurulamaz bir ivmelenme olduğuna içten bir şekilde inanıyorum.

Başka iyi haberler de var. Dünya çapındaki dolar cinsinden tanımlanan rezervler 20 yıl kadar önce %90’a yakınken, bugün %60’ın altına düşmüştür ve elbette, doların manipüle edilen değerine bağlı olarak dalgalanmaktadır. %50’nin altına düştüğü zaman, Çin Yuanı da dahil olmak üzere başka para birimlerine doğru çok daha hızlı bir kayma gerçekleşebilir. Yuan şu anda resmen, IMF’nin Özel Çekme Hakları’nın (SDR) değerini belirleyen para birimleri sepetini meydana getiren beş rezerv para biriminden biri kabul edilmektedir.

İlave olarak bikaç yıl önce Çin ve Rusya, Batılı bankacılık sisteminin hidrokarbon ticaretinin ABD doları cinsinden yapılması yönündeki “talimatını” reddederek işlemleri kendi para birimiyle yapmaya başladı. Şangay İşbirliği Örgütü’nün diğer üyeleri de bu trende katıldı. Rusya ve Çin ayrıca ABD doları temelli para ve uluslararası transfer sistemi SWIFT’ten önemli ölçüde koptu ve bunun yerine kendi sistemi olan Çin Uluslararası Ödeme Sistemi’ni (CIPS) geçirdi.

Dünyadaki dolar talebi yerküre genelinde kritik noktanın altına düştüğünde – ki bu başlamış olan bir trenddir – ABD doları sistemi ve dolayısıyla ABD ekonomisi gerçek anlamda köşeye sıkışmış olacaktır.

Devam edecek…

Çev: Selim Sezer

www.medyasafak.net

0
Would love your thoughts, please comment.x