Suriye topraklarından ateşlenen ve Türkiye’nin sınır ili Kilis’e düşen Katyuşa roketlerinden kaynaklanan can kayıpları yükseliyor. Bu konuda kamuoyu baskısı her geçen gün artarken Ankara da giderek karmaşıklaşan bu soruna çare arayışında.

İNTİZAR- 130 bin nüfuslu sınır ili Kilis Türkiye’nin IŞİD kontrolündeki Suriye’nin kuzeyine en yakın yerleşim birimi. Binlerce Suriyeli mülteciyi de misafir eden Kilis’te son olarak 24 Nisan günü Suriye topraklarından ateşlenen roketlerin düşmesi sonucu bir kişi hayatını kaybetti, 16 kişi de yaralandı. Bu son roket saldırısıyla Kilis’te Ocak 2016’dan bu yana farklı tarihlerde Suriye tarafından atılan 50’ye yakın Katyuşa roketinden dolayı ölenlerin sayısı 17’ye, yaralanan sayısı ise 62’ye ulaştı.
Roket saldırılarından dolayı Kilis’te günlük hayat durdu. İl merkezinde, ekonomide ve eğitimde adı konmamış bir tatil yaşanıyor. Ailelerin çoğu ili terk etmiyor ancak çocuklarını başka illerdeki akrabalarının yanına göndermiş durumdalar.
Son günlerde bir türlü önlenemeyen roket saldırılarından kaynaklanan kayıplar ve mağduriyet arttıkça Kilislilerin de sinirleri geriliyor. Kentte yaşayan vatandaşlar son saldırıdan sonra düzenledikleri gösteride valiyi istifaya çağırdı ve hükümeti protesto etti. Gözaltıların yaşandığı bu protesto eylemleri önümüzdeki günlerde hükümete yönelik beklenti ve baskıların artmasına neden olabilir.
Gerçekten de Suriye’nin kuzeyindeki IŞİD kontrolündeki bölgeden gerçekleşen bu Katyuşa saldırıları Ankara’nın hem kamuoyuna açıklamakta güçlük çektiği hem de askeri açıdan pek de alışık olmadığı türden saldırılar.
Son saldırıya ilişkin konuşan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Kilis’e yönelik saldırıların ‘yanlışlıkla’ olmuş olabileceğini savundu. Kalın “Bu saldırıların önlenmesinde güvenlik zaafiyeti var mı?” sorusuna ise “Suriye’de kaotik bir ortam var” diyerek, saldırıların bilinçli yapıldığına dair ellerinde somut bir bilginin olmadığının altını çizdi.
Gazeteci Abdülkadir Selvi’ye göre Ankara bu son saldırıdan sonra 24 Nisan Pazar akşamı ABD’den İncirlik’te konuşlu A-10 savaş uçaklarının Suriye içindeki roket saldırısını gerçekleştiren IŞİD hedeflerini vurmasını talep etmiş. İlk sortide hava muhalefeti nedeniyle geri dönen uçaklar Ankara’nın zorlamasıyla yeniden kalkarak IŞİD hedeflerini imha etmiş.
Ankara’nın ayrıca sınır hattına yerleştirdiği 40 kilometre menzilli 155 milimetrelik Fırtına Obüsleri’yle tespit ettiği hedeflere atış yaptığı biliniyor.
Ancak bu tepkiler Katyuşa tehdidiyle yeni yeni tanışmaya başlayan Türkiye’yi rahatlatacak cinsten değil. İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği tarafından geliştirilen ve topçu roketi ailesinin genel adı olan Katyuşa ailesi çap, boyut, harp başlığı ağırlığı ve menzil açısından konvansiyonel çatışma ortamlarındaki etkinliği nedeniyle halen tercih ediliyor.
Askeri teknoloji konusunda uzman Arda Mevlütoğlu’na göre bu tarz saldırılarda 20-25 kilometre menzilli Katyuşa’ların terör örgütleri tarafından yaygın biçimde tercih edilmelerinin birkaç farklı nedeni var: Atış süratleri, bir alanı hızlı ve etkin şekilde ateş altına alabilmeleri, kamyon ve benzeri araçların arkasına monte edilebilmeleri, çok hızlı bir şekilde mevzi alıp salvo şeklinde yoğun ateş edip yine çok hızlı şekilde mevzilerini terk edebilmeleri.
Mevlütoğlu sözlerine şöyle devam ediyor: “Ayrıca Katyuşaların üretimleri ve kullanımları son derece kolay ve ucuz. Bu nedenle de başta IŞİD ve Hizbullah olmak üzere pek çok örgüt tarafından merdiven altı atölyelerde rahatlıkla üretilip, ihtiyaca göre modifiye edilebiliyorlar”.
Katyuşaların Orta Doğu’da izlerinin sürülmesinin son derece güç olduğuna dikkat çeken Mevlütoğlu bu roketlere karşı etkili bir savunma kalkanı kurmanın da son derece zor ve pahalı olduğunun altını çiziyor: “Çünkü Katyuşalar hızlı bir reaksiyon geliştirmeye zaman vermeyecek kadar kısa mesafelerden ve yüksek süratlerde ateşleniyorlar. Roketlerinin boyutu görece küçük. Dolayısıyla hava savunma sistemlerinin radar ve benzeri sensörlerinin bu roketleri zamanında tespit ve teşhis etmesi çok zor. Dahası, bu roketleri taşıyan pikap, kamyon ve benzeri araçlar da dakikalar mertebesinde mevzilenip, çok sayıda roketi ateşleyip hızla mevzi terk edebiliyor. Bu da karşı saldırıyı çok güçleştiriyor.”
Tam da bu nedenle, klasik balistik füze tehdidine karşı geliştirilmiş PATRIOT ve benzeri hava savunma sistemleri bu tip roketlere karşı etkisiz kalıyor. Bu konuda, İsrail’in yürüttüğü bazı çalışmalar mevcut. Iron Dome -Demir Kubbe- buna bir örnek. Benzer şekilde yüksek enerjili lazer sistemleri üzerinde de çalışmalar sürüyor. Ancak Mevlütoğlu’na göre Katyuşa saldırılarını önlemenin en etkin yolu roketlerin ateşlendiği bölgede keşif – gözetleme – ve istihbarat sistemini çok iyi kurarak roketleri ateşlenmeden önce tespit ve yok etmek.
İşte burada roket saldırılarının Türkiye’yi Suriye’nin içine doğru çektiğini söylemek mümkün. Türk ordusu Kilis’e yönelik zırhlı takviyelerine devam ediyor ve 24 Nisan’dan bu yana roket saldırılarını engellemek için Kilis’in hemen güneyindeki 30 kilometrelik bir cebin Suriye içine yapılacak bir askeri harekatla emniyete alınması seçeneği özellikle hükümete yakın medyada sık sık tartışılıyor.
Roket saldırılarıyla ilgili bir diğer ilginç nokta da daha önceleri genelde Kilis civarındaki boş arazilere düşen roketlerin son saldırılarda il merkezine düşmeleri. 24 Nisan’daki son saldırıda roketlerden biri Kaymakamlık binasının 100 metre yakınına ve kent merkezindeki bir camiye isabet etmişti. Bu da Kilis’e yönelik roket saldırılarının giderek daha profesyonel hale geldiğini gösteren bir somut gerçek.
Ayrıca Ankara’ya yansıyan istihbarat raporlarına göre IŞİD’in Rusya tehdidi nedeniyle Türkiye’nin Suriye hava sahasında uçak uçuramamasından faydalanarak, sınır hattına yakın bölgelerde serbestçe hareket edebilen pikaplar üzerine yerleştirdikleri füze rampalarıyla Katyuşaları ateşledikleri ve hemen ardından atış alanından uzaklaştıkları ifade ediliyor.
Roket saldırılarının önlenmesi için dile getirilen bir başka seçenek ise Türkiye yanlısı muhalefetten teşkil edilecek silahlı grupların Kilis’in 30 kilometre güneyini emniyete alması. Bu seçenekte, Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) ve MİT’in Amerikalı muhataplarını ikna etme kabiliyetlerine büyük iş düşüyor. Sahadaki Amerikalıların ise şayet ikna olurlarsa hem Rusları hem de Suriye’nin kuzeyindeki YPG’yi ikna etmeleri gerekiyor.
Soruna yönelik konuşulan diğer bir seçenek ise roket saldırılarına anında ve güçlü tepki verebilmek için Türkiye’nin 155 milimetre fırtına obüslerini ABD’nin sınır hattına yerleştirilecek Yüksek Mobiliteli Topçu Roket Sistemleri’yle (HIMARS) takviyesi. Önümüzdeki aylarda sınır hattına ABD’nin 90 kilometre menzilli HIMARS bataryalarının yerleştirilmesi bekleniyor.
Suriye içinden Türkiye’ye yönelik Katyuşa saldırılarının havadan nasıl önleneceğine dair tartışmalar da öne çıkıyor. Örneğin, bu konuda silahlı İHA konusuna dikkat çeken Savunma Sanayi Müsteşarı İsmail Demir’e göre Katyuşa’larla mücadelede en doğru yöntem bölgeyi gözleyip hareketli tehdidi izleyip, kaynağında anında vuracak silahlı İHA’lar. Demir’e göre tam da bu nedenle Türkiye’nin ivedilikle kendi milli silahlı İHA’sına sahip olması gerekiyor.
Ayrıca kulislerde Türkiye’nin ABD’den Kilis konusunda hassasiyet göstererek bu bölgedeki hava korumasını artırmasını talep ettiği konuşuluyor. ABD bu talebe “Tamam” derse bu durumda, önümüzdeki günlerde iki adet Hellfire füzesi taşıyabilen ve şu an dört tanesi İncirlik üssünde olan Predator İHA’larının Kilis güneyindeki hareketli IŞİD hedeflerine yönelik daha etkin kullanıldığını görebiliriz.
Kulislerde konuşulan bir diğer konu ise Türkiye’nin Suriye hava sahasında uçak uçurabilmek için Rusya’la yoğun bir diyalog çabası içinde olduğu.
Bir de işin NATO boyutu var. Kimileri IŞİD’in kullandığı bu roketlerin Suriye ordusunun envanterine kayıtlı olduğu gerçeğinden hareketle, NATO’nun meşhur 5. Maddesi’nin koruması altında olan Türkiye toprağına Suriye’den yapılan bu saldırıların artık NATO’nun işi olduğunu savunuyor.
“NATO’nun artık dişlerini göstermesi gereken zaman geldi. Şimdi değilse ne zaman?” diye soran MEF Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Profesör Mustafa Kibaroğlu şöyle devam ediyor: “Artık 1952’den beri NATO üyesi olan Türkiye’nin Suriye’den kaynaklanan kasıtlı saldırıların bir hedefi olduğunun görülmesi ve 5. Madde’nin işleme konması gerekiyor. Şayet IŞİD bu tarz saldırılarına devam ederse Türk Hükümeti’nin artan kamuoyu baskılarına rağmen bu durumu görmezlikten gelmesi giderek zorlaşabilir. Bu durumda, Türkiye Ruslarla karşılaşma pahasında da olsa tek taraflı bir müdahale seçeneğine yönelebilir. İşte bu ihtimali önlemek için NATO hava savunma sistemlerini Türkiye’ye konuşlandırarak, Türkiye’nin yanında olduğunu göstermelidir. Ben her ne kadar tersi yönde görüşler olsa da NATO’nun IŞİD tehdidine karşı yapacağı bu hamleye Rusya’nın bir tepki veremeyeceğini düşünüyorum. Böyle bir durumda, NATO Türkiye’ye ihtiyacı olan korumayı sağlayamıyorsa ileride doğması muhtemel daha büyük tehditlere karşı üye ülke halklarına nasıl bir güvence verebilir ki?”
Görünen o ki, önümüzdeki günlerde Kilis hem Türkiye hükümetinin halkına karşı, hem de ABD’nin ve NATO’nun Türkiye’ye karşı ‘samimiyet’ ve ‘kapasite’ testinin en önemli parametrelerinden biri olacak. Bu nedenle Kilis’le ilgili gelişmeler yakından takip edilmeli
 Metin Gürcan
Al Monitor
0
Would love your thoughts, please comment.x