7. Ders
Bismillahirrahmanirrahim

”Ve rahmetim (bu dünyada) her şeyi kaplamıştır. Fakat (ahirette) çekinenleri, zekât verenleri ve ayetlerime inananları ancak rahmetime mazhar kılacağım. Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat’ta ve İncil’de yazılmış olarak bulacakları şeriat sahibi ümmî peygambere uyarlar ve o kendilerine iyiliği emredip kötülükten nehyeder; temiz şeyleri onlara helâl edip, pis ve kötü şeyleri haram eder ve sırtlarındaki ağır yükleri indirir. Bağlandıkları zincirleri kırar… Artık ona inananlar, onu ululayanlar, ona yardım edenler ve ona indirilen ışığa uyanlardır kurtulanlar, muratlarına erenler.” (A’râf/156-157)

Rahman Sadece Allah’tır

İki mübarek isim olan “Rahim” ve “Rahman” arasındaki fark hususunda birtakım şeyler zikredilmiştir. Ama hepsinden ilgi çekici olanı İmam Cafer Sadık’tan (a.s) nakledilen şu rivayettir:

Rahman özel bir isimdir; ama manası umumî ve geneldir. Rahim ise genel bir isimdir; ama manası özeldir.

Bu iki ismin Allah için kullanılmasının beyanına gelince… “er-Rahman” Allah’ın has isimlerindendir. Varlık âlemine yayılmış olan tam, kâmil ve umumî bir rahmet manasınadır. Dolayısıyla da Allah’a münhasırdır. Başkası hakkında kullanılamaz. O rahmet sadece Allah’a mahsustur. O hâlde Rahman sadece Allah’tır. Bu yüzden Allah’ın isimlerinden biri olan Rahman’ı, birine ad olarak koymak caiz değildir. Ama birinin adını “Rahim” koymanın sakıncası yoktur. Hakeza “Abdurrahman” (Rahmanın kulu) adının da sakıncası yoktur. Nitekim bir insana “Allah” adını takmak da caiz değildir. Allah sadece O mukaddes zatın adıdır. Ama “Allah” ve “Rahman”dan başka diğer mukaddes isimlerin kullanılmasının sakıncası yoktur. Kerim, Aziz vb. isimler…

Gerçi bu isimlerde de “Abd” kelimesinin kullanılması daha iyidir. Yani Abdulaziz, Abdulkerim vb… Yani “Abd” kelimesi Allah’ın isimlerinden birine eklenir de öyle kullanılırsa daha iyidir. Rahman, Allah’ın özel adıdır.
Umumî rahmetin manası etrafında epeyce durduk. “Rahim” gerçi umumî bir isimdir. Ama manası özeldir. Rahim, Allah’ın rahmetinin bir mertebesinin beyanıdır. Tüm varlık ve madde âleminde var olan bunca rahmetlerin hepsi Allah’ın ihsanıyla birlikte ve iç içedir.

Rahmetin diğer bir mertebesi ise iman ehline mahsustur. Allah müminlere özel bir rahmet hazırlamıştır ki, başkalarının bundan bir nasibi yoktur. Bu yüzden Kur’ân’da Allah’ın müminlere has rahmeti ifade edilince, “Rahim” denmektedir. Ama bütün varlıklara şamil olan rahmet ise “Rahman” olarak tabir edilmiştir.

Ahiretle ve insanın kemal mertebeleriyle ilgili olan rahmet, elbette ki umumî rahmetten daha önemlidir. Zira umumî rahmet insanın vücuda gelmesi içindir, insan ise rahim rahmetinin husulü ve tahakkuku içindir. Yaratılış nizamı, Allah’ın iman ehline olan özel rahmetinin zuhurunun mukaddimesidir. Allah’ın rahmeti bu madde âlemindeki herkesi ve her şeyi ihata eder, kuşatır. Ama müminlere has olan rahim rahmetinin zuhurunun da mukaddimesidir.
Ancak rabbinin merhamet ettiği kimseler hariç ve zaten de bunun için yaratmıştır onları.[1]

İnsan bu rahmetin bereketiyle ebedî saadetler ve yüce kemallere ulaşmaktadır. Rahim rahmeti, keyfiyet hasebiyle rahman rahmetiyle kıyas dahi edilemez. Gerçi sayı açısından mümin; kâfirler, hayvanlar ve cansızlardan daha azdır. Ama keyfiyet hasebiyle Allah’ın iman ehli için hazırladığı rahmetler sonsuzdur. Haddi ve hesabı yoktur. Kur’ân-ı Kerim’de cennet nimetleri zikredildikten sonra “Ve yanımızda daha fazlası var.” [2] denmektedir. Bunların hepsi bir ve aynı değil, fazlalaşmaktadır. Zira Allah’ın nimeti ve rahim rahmeti sonsuzdur. Cennette var olan ziyafetler de her müminin vücut kapasitesi ve iman mertebesi oranında gerçekleşmekte ve fazlalaşmaktadır.

Yüce Allah’ın [cennetteki] ziyafeti tecelliler olarak tabir edilmiştir. Bu ne nimetler ve ihsanlardır ki, “makam”dan dönünce, sahip oldukları şeylerin yetmiş kat olduğunu göreceklerdir. Buna göre her defa yetmiş kat olmaktadır. Ne kadar sonsuz nimetlerdir ki, sürekli fazlalaşmaktadır. Bu Allah’ın ziyafetidir. Hakk’ın iman ehline olan rahim rahmeti sonsuzdur. Nitekim âlemleri de sonsuzdur.
Allah müminlere rahimdir.[3]

Ama her şeyi kaplayan genel ve umumî rahmeti dünya içindir. Baki ve ebed rahmetine gelince; zaten hayvanlar bunun ehli değildir. Evet, sadece insanlık makamına ulaşanların rahim rahmetinden istifade edebilme ehliyeti vardır. Aksi takdirde sadece rahman rahmetinden istifade edebilirler. Gerçi rahman rahmeti için de belli bir istidat ve kabiliyet gerekmekte ve herkes istidadı oranında istifade etmektedir. Suret olarak insan, ama hakikatte hayvan olanların bir şeyler yemekten başka bir hedefi yoktur. Böyle bir insanın diğer hayvanlardan ne farkı vardır? Veya cinsî şehvetlerin esiri olan bir kimsenin domuzdan farkı nedir? Yazıldığına göre domuz, şehvet hususunda çok hayâsız ve utanmaz bir hayvandır. Öyle ki dişisiyle çiftleştiğinde bir fersah kovalasan dahi asla dişisini bırakmamaktadır. Şehvetlere dalan bir insan da hakikatte domuz gibidir. Daima göz zinası etmekte, o kadının, bu kadının peşine düşmektedir. Helâl ve haram diye bir şey tanımamaktadır.

Cennet insanların malıdır; hayvanların değil. Daima mide ve cinsî organlarının tatmini için didinen insanın, cennette ne işi vardır? İşi gücü yabancı erkeklere gösterişte bulunmak olan kadınlar da ziynet ve güzelliğini ona buna gösterme telaşındadırlar. Genellikle kadınlar bu belaya müpteladırlar…

Şefaat de “insan” için söz konusudur; hayvan için değil. Cenneti ve Muhammed’i (s.a.a) tanımayan bir kimseyi nasıl olur da Muhammed’in (s.a.a) yanına götürürler?

Fıtraten kör ve sağır olan bir kimseyi, nasıl cennete götürsünler? Zaten onlar için de hiç fark etmez. Kör bir insana renk yönünden kalitesi düşük olan kumaşla çok kaliteli bir malın değeri eşittir. Allah’ın rahim rahmetinden istifade etmenin şartı, istihkak, iman, takva ve insan olmaktır. İnsanın o rahmet için bir kabiliyeti olmalıdır.
Kur’ân-ı Kerim birçok yerde, rahim rahmetinin dünyadan ve maddiyattan ayrı bir şey olduğunu beyan etmiştir. Rahmanî ve dünyevî rahmet, her şeyi kaplamıştır. Yerden arşa kadar her şeyi ihata etmiştir. Ama ahirette böyle değildir. Ahirette herkesin aynı şekilde istifade edeceğini sanma. Hilkat ve yaratılış âleminde farklılık yoktur. Ama âlem-i emr, darü’- ceza ve ölümden sonraki âlemde, o sonsuz hazine farklılık göstermektedir. Hatta peygamberlerin de birbirinden farklılığı vardır.[4]

Hatemü’l-Enbiya Muhammed Mustafa’nın (sellallahu aleyhi ve alihi) sahip olduğu derece ve makamlar, sair peygamberlerden hiçbirine nasip olmamıştır. Müminler de böyledir. Rahim rahmeti herkes için aynı değildir. İnsanlar, ilim ve amel makamında sahip oldukları hazırlık, kabiliyet ve istidatları miktarınca bu rahmetten istifade edeceklerdir. İdrak hususunda vardıkları ufuklar ve amel makamında Allah’a kulluk için yaptıkları fedakârlıklar oranında farklılık göstermektedirler.

Bazı kimseler vardır ki, fedakârlık hususunda canından bile geçmektedir. Böyle bir insan zorla humus veren veya hacca giden müminle bir midir? Evet, Allah yolunda para harcamayı âdet edinen bir kimseyle asla bir olamaz.[5]
Birkaç saat aç kalmaya dayanamayan bir kimseyle, sahura kalkmadan da oruç tutabilen bir insan bir olur mu? Zorla oruç tutan bir kimseyle sevinç ve şevk içinde oruç tutan bir insan aynı olur mu? Rahman ve rahim rahmeti arasında da birçok fark vardır. Rahmanî rahmetten herkes aynı şekilde istifade etmektedir.
Rahman’ın yaratışında farklılık göremezsin.[6]

Ama rahimî rahmet asla böyle değildir. Allah korusun, imansız veya Allah’a ve Ehlibeyt’e düşmanlık üzere ölecek olursa, Allah’ın rahmetine nail olamaz. Bu kimsenin zahmetten başka hiçbir nasibi yoktur. Rivayette yer aldığı üzere alınlarına da, “Bu, Allah’ın rahmetinden nasipsizdir.” diye yazılacaktır. Burada artık rahmete yer yoktur. Gazap yeridir. Cehennemin derinliği ve ebedî zindandan başka bir yerleri de olmayacaktır.

Ama eğer iman ehliyse, yani Allah’a karşı huzu ve huşu içindeyse, bir günah işlediğinde Allah’a olan huşu ve korkusu sebebiyle utanır, Allah’ın adı zikredilince titrer ve korkudan rengi değişirse, velhasıl iman üzere ölürse, Allah’ın rahim rahmetine müstahak olur.

İmanı olmayan bir kimse Allah’ın adı zikredilince bile rahatsız olmaktadır.[7] İtina göstermediği gibi oldukça da tembellik ve gevşeklik göstermektedir. Ama imanlı olursa, en zor anlarda dahi Allah’ın zikri onda ilginç bir inkılâp meydana getirmektedir. Allah etsin de insan hayvanlık ve imansızlıktan kurtulsun ve rahim rahmetinin gölgesi altına girsin. Rahmetin ilk gölgesi onu kaplayınca, eşref-i kâinat, peygamberlerin efendisi ve Hatemü’l-Enbiya Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) gölgesi onun başı üzerine düşer.
Biz seni sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.[8]

Bu, Allah’ın rahimlik rahmetidir. Münadi de Muhammed’dir (s.a.a). Mümin de bu Muhammedî nidaya cevap vermekte ve Muhammedî gölgenin altına girmektedir.

Rabbimiz, gerçekten de biz, bir seslenen duyduk, inanç için sesleniyor, Rabbinize inanın diyordu. Hemencecik inandık. Rabbimiz, yarlığa suçlarımızı, ört kötülüklerimizi…[9]

Rahim rahmetinin diğer bir şubesi de Kur’ân-ı Mecid’dir. İnsan Kur’ân’ı dinler ve amel ederse, günden güne Kur’ân ayetlerinin rahmeti ona şamil olur ve rahmet üstüne rahmet, tevfik üstüne tevfike mazhar kılınır. Böyle bir insanın bu yılı geçen yıldan farklıdır. Her yıl Kur’ân’la daha çok amel etmekte, marifetleri anlama ve algılama yeteneği artmakta ve ilâhî rahmetten istifadesi fazlalaşmaktadır.
Kur’ân müminlere ve kendisine sarılanlara şifa ve rahmettir.[10]
Kur’ân, tevhidi ve yüce Allah’a ibadet yolunu göstermektedir.

Müminlerin yüzüne açılan ve günden güne artan bir başka rahim rahmetinin kapısı ise, tövbe kapısıdır. Nitekim rivayet edildiği üzere bu husustaki ayet-i kerime nazil olunca Peygamber (s.a.a) oldukça sevinmiş ve ümmeti bu rahmet ve nimete mazhar oldu diye daima Allah’a şükürde bulunmuştu. Mezkûr ayet-i şerife şudur:
Ayetlerimize inananlar sana gelince de ki: Esenlik size, Rabbiniz rahmet etmeyi kendisine gerekli kılmıştır. Şüphe yok ki içinizden biri bilgisizlikle bir kötülük yapar da sonradan tövbe eder, hâlini düzeltirse, muhakkak ki Allah suçları örter, bağışlar; rahimdir.”[11]

Tevhit ehli olanlar, Allah’ı tanıyanlar ve Allah’ın dergâhında teslimiyet içinde olanlar çok azizdirler.
Onlardan her kim huzuruna gelince onlara ilk önce selâm et.

İman çok büyüktür. Dolayısıyla müminin büyüklüğü de imanı içindir. Zira Allah büyüktür. Allah ile irtibatı olan şeyler de haddizatında büyüktür. Rivayet edildiğine göre İmam Muhammed Bâkır (a.s) Kâbe’ye işaret ederek şöyle buyurmuştur:

Allah’a andolsun ki mümin, Allah indinde şu Kâbe’den daha değerli ve muhteremdir. Müminin kalbi Rahman’ın arşıdır.
“Ey Muhammed, bu müminler huzuruna gelince ilkönce onlara selâm et.” Resulullah (s.a.a) bu ayet-i şerife indikten sonra şöyle buyurdu:
Ömrümün sonuna kadar terk etmeyeceğim bir şey de selâm vermektir.
Rivayet edildiği üzere bazı müminler, Hz. Peygamber’e (s.a.a) ondan önce selâm vermeyi arzu ediyorlardı. Yolu üzerinde bir duvarın arkasında saklanarak ona selam vermeye çalışıyorlardı. Ama Resulullah (s.a.a) henüz onlarla karşılaşmadan, “Ey duvarın arkasında saklanan falan şahıs Selâmun aleykum.” buyuruyordu.

Selâm vermenin doksan hasene ve sevabı vardır. Selâma cevabın ise on sevabı vardır. Bu yüzden selâmda önce davranmak müstehaptır. Hatta çocuklara dahi… Peygamber (s.a.a) camiye girdiğinde ve hutbe okurken ilkönce selâm verirdi. Peygamber’in sünnetinin ihya edilmesi ve selâm vermenin terk edilmemesi tavsiye edilmiştir. Daha sonra, Peygamber’e hitaben şöyle buyruluyor: “Selamdan sonra, Allah’ın şu mesajını da müminlere ilet: Ey müminler, sizin ilâhınız zevali olmayan zatına şu eylemi gerekli kılmıştır ki, namaz kılan, oruç tutan, hacca giden yani Allah’ın emir ve nehiylerine teslim olan siz müminleri, cehalet sonucu günah işlediğiniz ve arkasından pişman olarak kendinizi ıslah ettiğiniz takdirde bağışlasın. Çünkü O, rahimdir…”

Mümin eğer birinin ardından gıybet eder, sonra da hâlini ıslah eder, helâllik ister, Allah’tan af diler ve tövbe ederse rahim rahmeti ile müjdelenir. İman, tövbe ve ıslahtan sonra, Allah mümine lütuf kapılarını açar. Eğer tövbe kapısı olmasaydı, masumlar dışında hiç kimse kurtulamazdı. Zira günah işlemeyen kimdir? Ama rahim rahmeti, tövbe kapısını açık bırakmıştır. Olur ki, ömrünün sonuna kadar kendine gelir de tövbe eder ve günahlarından pişman olur. “Ben ne yaptım ki? (Bir günahım yoktur.)” deme. Eğer böyle diyecek olursan, rahmet kapısı yüzüne kapanır. Berzah âleminde ne kadar azap göreceğini ve ne kadar günahla bu dünyadan göçeceğini ise sadece Allah bilir. O hâlde burada tövbe kapısından istifade et.

Tövbeden daha kurtarıcı bir şefaatçi yoktur.
Şefaat kapısı da geniş bir kapıdır. Ama hiçbir şefaatçi tövbeden daha kurtarıcı değildir.

Peygamberlerin, şehitlerin, âlimlerin ve seyitlerin şefaati de Allah’ın rahim rahmetinin kapılarından sayılmaktadır. Ama umumî değildir. Yani insan tövbeden sarf-ı nazar edip de sadece ona güvenemez. Meselâ “Ben âlimim veya Kerbela’ya gitmiş bulunuyorum, o halde günahlarımdan tövbe etmesem de olur.” dememelidir. Evvela şefaatin insana ne zaman ulaşacağı malum değildir. Bazı delillere göre şefaat en son merhalede insana nasip olmaktadır. Yani berzahtan ve onca azap ve zahmetlerden sonra insana şefaat ulaşmaktadır.
Ama hak şudur ki, şahıslar da muhteliftir. Bazı şahıslar can verir vermez şefaate nail olabilirler. Diğer bazıları ise cehennemde uzun yıllar kaldıktan sonra şefaate nail olurlar. Biz İmam Hüseyin’in (a.s) şefaatinin bizlere ne zaman ulaşacağını nereden bilebiliriz? Biz şefaati inkâr etmiyoruz; ancak bizlere ne zaman ulaşacağını bilemiyoruz. Bazen günahlar o kadar çoktur ki, şefaatin hiçbir faydası yoktur ve insan şefaat kabiliyetine de sahip değildir. Bazen de Allah insan için şefaat izni vermez.[12]

Bu yüzden Hz. Ali’nin (a.s) “Tövbeden daha kurtarıcı bir şefaatçi yoktur.” sözünü daima göz önünde bulundurmalıyız. Eğer emin olmak istiyorsan, tüm günahlarından tek tek tövbe et. Eğer birinin ardından gıybet etmişsen, ondan özür dile. Eğer birine kin duyuyorsan, kalbinden kinini yok etmeye çalış; kıyamet ve berzaha gitmesine izin verme. “Şefaat ümit ediyorum.” deme.
Şefaatin ilk ve esaslı şartı, iman üzere ölmektir. Ömrünün son anında iman üzere öleceğini nereden biliyorsun? Büyük şahsiyetler bu mevzudan korku duymaktaydılar. Ağlayıp yakarıyor, inleyip sızlanıyorlardı. “Acaba ben iman üzere ölecek miyim?” diye endişe ediyorlardı. Birçok insan din ve imandan dem vurduğu hâlde, son anda imansız olarak göçtüler. Sen iman üzere öleceğini nereden biliyorsun? Hem korku, hem de ümit içinde olmalıyız. Kibri bir kenara bırak.

Fırsat eldeyken kendini ıslah et. Eğer birinin hakkı boynundaysa, ölümden sonraya bırakma. İnsan bazen kendi nefsini hesaba çekmeli ve fiillerini kontrol ve muhasebe etmelidir. “Sakın ortağımın hakkını yemiş veya boynumda olan bir borcu unutmuş olmayayım” diyerek kendini hesaba çekmelisin. Alacaklarını unutmadığın gibi, borçlarını da hatırlamalısın.

İnsanın, yatağa düştüğünde (ki ölümden önce insanın yataklara düşmesi de Allah’ın bir nimetidir), öleceğini anladığında ve gideceğini sezdiğinde, kendisini ziyaret etmeleri için evinin kapısını açık bırakması müstehaptır. Hakeza kendisini ziyarete gelen her müminden helâllik dilemesi de müstehaptır. Onların senin üzerinde bir hakkının olmadığını nereden biliyorsun?

Muhtemel hakları bile göz önünde bulundurmalısın ki, sonunda azaba müptela olmayasın. Ziyarete izin vermenin müstehap olmasının bir ciheti de insanın onlardan, iman ehli olduğuna dair şahadette bulunmalarını istemesidir. Son zamanlarda üzerinde “Allah’ım, ben bundan hayırdan başka şey görmedim.” diye yazılı bir kâğıdı getirip altını imzalatmaları âdet olmuştur. Yani “Allah’ım, biz bundan sadece iyilik gördük” diye şahadette bulunmaktadırlar. Elbette bu usul ve âdet sahih rivayetlerde yer almış değildir. Ama “Biharu’l-Envar’ın müellifi Allâme Meclisî bir rivayeti görünce böyle bir şeye teşebbüs etmiştir. Gerçi iyi ve güzel bir iştir de. Mezkûr rivayet ise şudur:

Benî İsrail’den olan bir abit riya üzere öldü. Peygamber onun hâlinden haberdar olunca cenaze namazına katılmadı. Bazıları giderek onu toprağa verdiler. Peygamber’e, “Niçin falan şahsın teşyiine katılmadın?” diye vahiy nazil oldu. O da, “Ya Rabbi, o şahıs riyakâr idi.” diye cevap verince şöyle nida geldi: “Kırk mümin onun iyi bir şahıs olduğuna dair şahadette bulundular; biz de onların şahadetini kabul ettik.”

İnsanlara böyle inayet etmesi de Allah’ın rahmetidir. Merhum Meclisî de bu rivayet üzere kırk müminin, kendisinin salah ehli olduğuna şahadette bulunmalarını ve bu şahadetin bereketiyle Allah’ın kendisine rahmet ve fazlıyla muamele etmesini arzulamıştı. Bugün artık ölümlerin çoğu ansızın gelen ölümlerdir. Kriz veya kaza sebebiyle tahakkuk etmektedir. Sefer hazırlığı görmemek çok çetin sonuçlar doğurur. Elbette ahiret fikrinde olmayan ve daima dünyayı düşünenler için böyledir. Bunların ne hayalleri vardı, nasıl öldüler!?

Allah’ın rahim rahmetlerini unutmayın! Ey Allah, bizleri sana, Peygamber’ine, Ehlibeyt’e, Kur’ân’a ve tövbe kapısına iman eden ve tövbe ederek Ehlibeyt’in şefaatinden nasiplenen kimselerden kıl.

Allah’ım, rahmetin benzer büyük bir denize. Bir damla yeter ondan bizlere. Günahkâr kulların pisliğini yıkarsan bir kez olsun o denizde. Zaman denizi bulanmaz da asla cihan nur olur, kavuşur aydınlığa. Biçareyiz hepimiz, kaldık yerli yerimizde. Bağışla bizi, acı sen bu çaresizliğimize…

Emirü’- Müminin (a.s) buyurmuştur ki:
Yüzüne tövbe kapısı açılan kimseye mağfiret kapısı asla kapanmaz.
Bağışlanıp bağışlanmadığını bilmek istiyorsan, tövbe hâlinin olup olmadığına bir bak. Herkes mütevazı ve huşu içinde olduğunu görürse, Allah’ın rahmetine mazhar olacağını bilmelidir.
Ya Rabbi, sen bizlere tevazu ve alçakgönüllülük ihsan et. Bizleri bağışla. İnsanların hakkını eda etme yolunda tevfik ver. Ya Allah! Ya Allah! Ya Allah! …

[1]- Hûd/119
[2]- Gaf/35
[3]- Ahzâb/43
[4]- Bakara/253
[5]- Secde/18
[6]- Mülk/3
[7]- Zümer/45
[8]- Enbiyâ/107
[9]- Âl-i İmrân/193
[10]- İsrâ/82
[11]- En’âm/54
[12]- Enbiyâ/28

Not:Ayetullah Hüseyin Destgayb(r.a.)’ın ”Ramazan Ayı Dersleri (Fatiha Suresi’nin Tefsiri)” kitabından alıntıdır.

islamivahdet.com

0
Would love your thoughts, please comment.x