16 Mart 1988… Halepçe’ye yayılan sessiz ölüm… Elma kokusuna koşan çocukların katledildiği gün…
Ortalığa keskin bir elma kokusu yayıldı. Çocuklar kokuya doğru koştu. Son sözleri ‘Daye bîhna sêva te!’ ‘Anne elma kokusu geliyor!’ oldu. Sonra da birer birer öldüler.
1980’de İran İslam İnkılabı’nı hedef alan İran-Irak savaşında, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, bir yandan İran’la savaşırken, diğer yandan da Kürtlerle mücadele ediyordu. Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi ile Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği, Saddam Hüseyin yönetimine karşıydılar. İki rakip örgütün ‘Kürdistani Cephe’ adı altında birleşmesi ve Süleymaniye çevresini kontrol altına almaya başlaması Saddam Hüseyin’in öfkelendirmişti. Mart ayının ortasında İran ordusu Zafer-7 Harekâtı adlı genel taarruzu başlattı. Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği‘ne bağlı Peşmergeler de İran Ordusu ile birlikte Halepçe kasabasına girdi ve halkın desteğini aldı. İran ordusunun bu kadar yaklaşması ve bölgenin Kürtlerin denetimine girmesi Baas rejiminde panik yarattı. Saddam Hüseyin, isyanı bastırma bahanesiyle kuzeni Hasan Ali Mecid’i (Kimyasal Ali) Baas Partisi’nin Kuzey Bürosu (Kürtlerin yaşadığı bölge) Genel Sekreteri olarak atadı. 27 Mart 1987’de de Mecid’e kuzeydeki tüm devlet birimlerini yönetme yetkisi verdi. Yani kendisiyle eşdeğer yetkilerle donattı. Saddam Hüseyin ve Mecid, ‘Kürt sorunundan sonsuza kadar kurtulmak’ için ‘Enfal’ ismini verdiği ülke tarihinin en kanlı operasyonuna girişti ve komuta ettiği Irak birlikleri 16 Mart’ta Enfal’in en acımasız saldırısı için düğmeye bastı. Bugün de İslam coğrafyasında akan kanların müsebbibi olan Süper güçlerin desteğiyle elde edilen kimyasal bombalar devreye girdi. Camlar kırıldı, evlerine kaçanlar da zehirli gazlardan kurtulmadı. Ortaya bir koku yayıldı, hayatta kalanların çoğunun “elma kokusu” dediği kokuya kimse anlam veremedi. Kokuyu genizlerinde hissedenler birer birer ölmeye başladı. Bombardımanda hardal ve sarin gazlar içeren bombalar kullanılmıştı. Gaz, derilerini yakmaya, soluklarını kesmeye başladı. Kan çanağına dönmüş gözlerini kör etti. Kimisi evinin kapısının eşiğinde, kimisi bahçesinde, kimisi duvar dibinde ölüme yakalandı. Yaklaşık beş bin Halepçeli sivil, hayatını kaybetti, binlerce insan sakat kalırken, binlerce insan da göç etmek zorunda kaldı. Hayatta kalanlar bütün ailesini kaybetmiş, yalnız kalmışlardı, “Biz şanssızdık, ölemedik.” diyorlardı.
“Sessiz Tanık” fotoğrafıyla katliamın dünyaya duyurulmasında önemli rol oynayan gazeteci Ramazan Öztürk şahit olduğu manzarayı şöyle anlatıyor: “Bütün sokaklar cesetlerle doluydu. Etrafta dayanılmaz bir koku hâkimdi. Körpecik bebelerden bazılarının derileri kavrulmuş, bazılarının vücudu mosmor kesilmişti. Cesetlerin çoğu kadın, çocuk ve yaşlı insanlara aitti. Bazı bebekler annelerinin kucağından fırlamış yerde sere serpe yatıyorlardı. Kimi evinin avlusunda kurulmuş sofra başında; kimi kapının eşiğinde; kimi bebeğini emzirirken; kimi oyun oynarken yakalanmıştı zehirli ölümün pençesine…
Şehrin dışındaki boş tarlalarda ise, toplu halde ölmüş yüzlerce insan vardı. Uzaktan bakıldığında, sanki tarlalarda ot yerine insan bedenleri biçilmişti. Bu açık hava mezarlığında, yine kadın ve çocuklar çoğunluktaydı. Hepsi birbirlerine sokulmuş, korkunç ölüme teslim olmuşlardı.
Bazıları ise, su birikintilerinin başında ölüvermişlerdi. Bunlar da, kimyasal gazların yaktığı vücutlarını suyla ıslatarak kurtulmaya çalışanlardı. Toplu cesetlerin arka planında, otlarken yine zehirli gazın etkisiyle telef olmuş ve vücutları şişmiş hayvanların görüntüsü göze çarpıyordu. Kısacası, bomba isabeti almış birkaç binanın dışında her şey yerli yerindeydi, ama bütün canlılar ölmüştü.”
Saldırıda yaralananlara ilk olarak İran ordusu yardım etti. Yaralıları kendi ülkelerine götürerek tedavi ettiler. 19 Ağustos 1988′de Irak ve İran, ateşkes anlaşmasını imzaladılar. Tüm dünya bu vahşete sessiz kaldı.
Saddam yaptığı katliamla Hiroşima ve Nagazaki’yi geride bırakmıştı. Bu soykırım tarihe insanlığın tükendiği, zalimlerin zulümlerinde ne kadar ileri gidebileceklerini gösteren kara bir gün olarak geçti. Yıllar sonra doğanlar da bu vahşetin izlerini taşıyordu. Çocuklar masal yerine Halepçe’yi dinlediler hep. “Güzel bir koku alırsanız hemen nefesinizi tutun.” denildi onlara…
Kana doymayan İslam düşmanları bu katliamdan sonra da Saddam’a verdikleri kimyasal silahları gerekçe göstererek Irak’a girdiler. Dünya bu mizansenin sessiz izleyicileri olarak görevlerini yerine getirdi.
Süper güçler bugün de İslam’ı yok etmek adına ümmet coğrafyasında ve kuklaları yine iş başında, ölenler yine mazlumlar, masumlar… Müslümanlar uyanıp bir olmadıkça da bu böyle devam edecek.
“Müslümanlar birbirleriyle savaştıkça ağıtlar Kürtçe, Türkçe ve Arapça, zafer çığlıkları İngilizce ve İbranice olacaktır.”