Onuncu gün anlamına gelir. Muharrem ayının onuncu günüdür. şehitlerin efendisi Hz. Hüseyin’in (a.s), oğullarının ve yarenlerinin şehadet günüdür.

Aşura, cahiliye döneminde resmi bayram ve resmi tatil idi. Bugünde oruç tutarlardı.
Aşura gününde en güzel elbiselerini giyer, şehri ışıklandırır, saçlarına kına yakarlardı. İslam’ın Ramazan ayı orucunu farz kılmasıyla Aşura orucu nesh edilmiştir. Cahiliye döneminde Muharrem ayının onuncu gününe neden Aşura dendiği konusunda şöyle anlatılır:
“Cahiliye döneminde de Muharrem’in onuncu gününe Aşııra denirdi. çünkü on peygamber, böylesi bir günde Allah’ın keremiyle keramet sergilemişlerdir.”
Şia literatüründe ise Aşura, İmam Hüseyin’in (a.s) 10 Muharrem’de şehadete ermesinden dolayı en büyük matem günü sayılmaktadır. Zira bu günde Peygamber ailesine en büyük zulümler reva görülmüş ve bundan dolayı İslam düşmanları, bugünü bayram ve sevinç günü saymışlardır. Ancak Ehlibeyt dostları bugünü yas günü olarak görür, Kerbela’da katledilen İslam kahramanlarının şehadetlerini gözyaşlarıy-la yâd ederler.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Aşura öyle bir gündür ki Hüseyin, yarenleri arasında öldürülmüş, yere düşmüştü. Yarenleri de onun etrafında yere düşmüşlerdi ve bedenleri çıplaktı.”
İmam Rıza (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kim Aşura’yı kendine musibet ve ağlama günü edinirse, Allah da kıyamet gününü ona sevinç ve mutluluk günü kılar.”
Ziyaret-i Aşura adlı duada Emevilerin bugünü kutladıkları ve sevinç günü ilan ettikleri açıkça belirtilmiştir. Nitekim sözü edilen ziyaretnamede şöyle geçer:
“Allah’ım, bugün öyle bir gündür ki Ümeyye oğulları ve ciğer yiyen Hinde’nin çocukları bugünü kutladılar…”
Masum imamlar bugünün anısını canlı tutar, matem meclisleri hazırlar ve İmam Hüseyin’e (a.s) ağlarlardı.
Hz. Hüseyin’i (a.s) ziyaret eder, halkı da ziyarete teşvik ederlerdi. Aşura, onların hüzün günüydü.
Aşura gününde eğlenmemek, çalışmamak, yas tutup ağlamak, öğle vaktine kadar bir şey yiyip içmemek, ev için bir şey biriktirmemek ve yas hâlinde olmak, başlıca müstahap (sevap) amellerdendir.
Emevîler ve Abbasîler döneminde geniş bir şekilde matem meclisleri düzenlemeye resmî olarak izin verilmiyordu. Ancak şiiler fırsat bulduğu her yerde, Aşura gününde, teşkilatlı bir şekilde yas merasimleri düzenleniyordu.
Tarihçilerin yazdığı üzere Muizzu’d-Devle ed-Deylemî, Bağdat’ta İmam Hüseyin (a.s) için matem merasimi düzenlenmesini zorunlu kılarak Aşura günleri pazarların kapatılmasını, işlerin tatil edilmesini, hiçbir aşçının yemek pişirmemesini ve kadınların siyah giyinmiş bir halde dışarı çıkıp yas tutmalarını istemişti. Bu durum yıllarca devam etti ve kimse buna engel olamadı. çünkü o dönemde hükümet, şii hükümeti idi.
Aşura, asırlardır hak ile batıl arasında bir hesaplaşma ve din yolunda candan geçme, fedakarlık sergileme günü olarak bilinen bir gündür. İmam Hüseyin (a.s), böyle bir günde az sayıdaki imanlı, izzetli ve onurlu yarenleriyle Yezid’in taş kalpli, dinsiz ve zalim ordusuna karşı kıyam etmiş, Kerbela’yı Allah âşıklarının kalplerinde her zaman yaşayacak bir meşale kılmıştı.
Her he kadar bir günle sınırlı olsa da, Aşura’nın bıraktığı etkiler kıyamete kadar sürecektir.
Bugün, kalplerin derinliklerinde öyle derin izler bırakmıştır ki, her yıl Muharrem ayının ilk on günü, özellikle de Aşura günü, tüm Ehlibeyt dostları için hürriyet abidesi, şehadet ve cihat ekoli hâline gelmiş, İmam Hüseyin’e (a.s) karşı büyük bir sevgi seli oluşmasına vesile olmuştur. öyle ki, bu büyük insanlara karşı duyulan sevgi, sadece şiilerle sınırlı kalmamış, diğer fırkalara, hatta gayri müslimlere dahi sirayet etmiştir.
Aşura, Peygamber efendimizin (s.a.a) “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim” hadisinin tecellisi olmuş, İslam dini, şehitlerin Efendisi’nin kanıyla yeniden canlanmıştır.
İmam Humeyni’nin (r.a) tabiriyle;
“Aşura, adaleti isteyenlerin az bir sayıyla, fakat büyük bir iman ve aşkla saray ehli zalim ve yağmacı müstekbirlerin karşısında yapılan görkemli bir kıyamdır!”
İmam Humeynî, Aşura hareketinin geleceğe ışık tutan konumu hakkında, bir diğer konuşmasında da şunları söylemiştir:
“Eğer Aşura olmasaydı, Ebu Süfyan’ın cahiliyet mantığıyla İslam ruhunu ve Kitab’ı yok etmeyi istemesinin ve Yezid’in eski cahiliyet dönemlerine geri dönme hayalleriyle Peygamber evlatlarını öldürüp apaçık bir şekilde ‘Ne kıyamet vardır, ne de vahiy inmiştir!’ diyerek İslam’ı ortadan kaldırmaya yönelik eylemlerinin ardından Kurân-ı Ke-rim’in ve yüce İslam’ın başına neler gelebileceğini tahmin bile edemezdik.”
İmam Hüseyin (a.s), Kufelilerin daveti üzerine, Yezidi hükümeti istemeyen duyarlı insanlara ulaşmak ve onların önderliğini üstlenmek üzere Mekke’den Kufe’ye doğru yola çıktığında, henüz Kufe’ye varmadan Keıbela’da, İbn-i Ziyad’ın ordusu tarafından kuşatıldı. Zillete boyun eğmeyip zalim hükümete biat etmeyince Kufe ordusu onunla savaştı.
İmam Hüseyin (a.s) ve yarenleri, Aşura günü, susuz bir şekilde ve büyük bir yiğitlikle sonuna kadar savaşarak şehit oldular. Bu nur kafilesinden geride kalanlar, zalimler tarafından esir edilerek Kufe’ye götürüldü.
Yetmiş iki cengâver, insanlık tarihinin en büyük yiğitliğini sergileyerek al kanlarıyla kendilerini tarihe ve faziletli insanların vicdanlarına nakşettiler, davalarını ebedî kıldılar.
çağdaş yazarlardan Muhammed Rıza Hekimî, Kıyam-ı Cavidani adlı eserinde Aşura’yı şöyle tanımlamıştır:
Aşura, insan ruhu için her dönemde yer alan büyük bir sofradır.
Zaman mahkemesinde büyük vicdanın yüce tecessümüdür.
İman tecelligâhında insan cesaretinin metanetidir.
İhrama bürünen feryatların kan tavafıdır.
Kan mikatında Kabe’nin tecellisidir.
Hayat yolculuğunda seyahat halinde olan kafileler ve neferleri için durakları ve geçitleri gösteren bir yol haritasıdır.
Aşura, amel mabedinde Tevrat’ın, İncil’in ve Zebur’un nakaratıdır.
Ebediyet levhalarında Kuran ayetlerini tane tane okumaktır.
Tel tel damarlarda akıp giden Allah’ın kanıdır.
Tebliğin zirvesindeki Hira dağının kesilmiş boğazıdır.
Tebliğ yolunda, Kureyş’in şirki ve Umeyye oğullarının cahillikleriyle Muhammed’in (s.a.a) yeniden mücadelesidir.
Aşura, Bedir ve Huneyn’de okunan recezlerin yeniden doğduğu yerdir.
Namazda şehadetin, şehadette namazın bir kez daha infilakıdır.
Batılın helak yurdunda Hakk’ın sonsuzlaştırılmasıdır.
Toplumların uğrak yerlerinde Hüseyniyelerin kızıl feryadıdır.
Tarih boyunca mazlumların haykırageldiği gür sesidir.
Sığınağı olmayan kimselerin başlarına çekilen insanlığa ait şefkat elidir.
Adaletsizliğin ve karanlığın kol gezdiği asayişsiz dünyada hamasetle insanlığın üzerine örülen kızıl bir çatıdır.
Beşeriyet mahkemesinde adalet isteyenlerin çarpan kalbidir.
Yüksek seslerle yemyeşil vadilerde yankılanan zafer çığlıklarıdır.
Hayat okyanusunda denizler yaratan susuzluktur.
Özgürlük vaat eden esaretin omuzlarına yüklenen büyük bir risalettir.
Aşura, namaz kılanların yüz akı, Müslümanların onurudur.
Aşura Kabe’nin esası, kıblenin temeli, ümmetin direği, Kurân’ın hayatı, namazın ruhu, haccın bekası, Safa ve Merve’nin ihlası, Meşar ve Mina’nın can damarıdır.
Aşura, İslam’ın insanlığa ve tarihe hediyesidir..