İslam her şeye rağmen hakikatini korumayı başarmıştır. Zalimlere rağmen, seçkinlik iddiasında olan güruha, zalimler adına dine zulmeden âlimlere rağmen, kendi durumunu korumak için elinden geleni yapan burjuvaya rağmen İslam devrimci kimliğini bir tohum gibi yüz yıllardır imanlı ve vicdanlı nesillerin kalbine gömmüştür. Bu tohumlar bir gün filizlenecek, özgürlük ve adalet çiçekleri filizlenecektir.

“Kaçın Müslümanlardan; İslam’a sığının”*

İslam ve Müslüman birbirine girift, birbirinin olmazsa olmazı, mütemmim cüzü olan iki kavramdır. İslam yoksa Müslüman yoktur, Müslüman yoksa İslam hükümsüzdür. İslami öğretiye göre, insanlığın var olduğundan beri var olan bütün dinler özü itibariyle aynıdır, zamana, mekana ve toplumlara göre sadece ismi farklıdır. Yani Adem peygamberin insanlara sunduğu din de İslam’dı, Musa peygamberin, İsa peygamberin ve Muhammed peygamberin insanlığa tebliğ ettiği din İslam’dı. Aslolan her zaman İslam’dı ve İslam olarak kalacaktır. İslam ölçüdür, her şeyin mihenk taşıdır. İnsanların hayatlarını en doğru ve en temiz şekilde tanzim edebilmelerinin yoludur İslam. Mutlak olan İslam’dır, geri kalan her şey görecelidir, yani insanların İslam’a yaklaşımı, İslam’ı yorumlamaları görecelidir. Ancak Allah’ın dinini gerçek anlamıyla ve gerçek yorumuyla tüm zamanlarda ve çağlarda bilen ve uygulayan kişi, kişiler ve toplumlar vardı ve kıyamete kadar da var olmaya devam edecektir. Yani gerçek İslam her zaman vardı, vardır ve var olacaktır. Aksi takdirde İslam mutlak olmaktan çıkar zamana ve mekana göre insanların irade ve arzularına göre şekil alıyor olurdu. Elbette günümüzde de gördüğümüz gibi İslam’ın sapkın, yetersiz ve maksatlı olarak çarpıtılmış yorumları ve uygulamaları çokça mevcuttur. İslam’ı tanımadan Müslümanlara bakıp çıkarımlarda ve hükümlerde bulunmak son derece kaygan bir zemin oluşturmaktadır. Dolayısıyla aklen ve mantıken yapılacak en doğru şey İslam’ı ve Müslümanları birbirinden ayırarak değerlendirmek olacaktır.

Peygamberler en büyük devrimcidir ve İslam devrimci ve dinamik bir yapıya sahiptir

İslam ilk ortaya çıktığı çağa ve topluma göre çok ilerici ve devrimci bir dindi. Klasik İslami literatürde cahiliye dönemi olarak adlandırılan dönemde, toplum her açıdan karanlıklar içinde, ümidini ve yolunu kaybetmiş bir durumdaydı. O günün dünyası her açıdan zulme teslim olmuştu. Gerçekte tüm dinlerin ortak fonksiyonları bulundukları dönemdeki zulümleri ve yanlışları ortadan kaldırarak, daha yaşanabilir ve Allah’ın istediği şekilde bir hayat tarzı oluşturmaktı. Dolayısıyla peygamberler yaşadıkları çağın ve gönderildikleri toplumların en büyük devrimcileriydiler. Yazının başında İslam’ın insanlık var olduğundan beri Allah tarafından gönderilen tüm dinlerin ortak adı olduğunu belirtmiştik. Bu yüzden İslam yani din, özü itibariyle devrimci ve dinamik bir yapıya sahiptir. Buna karşın Müslümanlar yani dini benimseyenler için aynı şeyi mutlak anlamda söylemek mümkün değildir. İnsanlar genel yapıları itibariyle değişime ve dönüşüme kapalıdırlar, bu tür hareketler karşısında alabildiğince direnç göstermektedirler.Tarih ve peygamberlerin insanlarla yapmış olduğu mücadeleler bunun en canlı şahididir.

İnsan özü itibariyle statükoculuğa/muhafazakarlığa meyillidir

Var olan kazanımlarını kaybetmekten korkar. Bu yüzden kaybedecek şeyi olanlar dinlere ve devrimlere mesafeli dururken, dinlerin ve devrimlerin en ön safında yer alanlar kaybedecek bir şeyi olmayanlardır. Dinler tarihi boyunca peygamberlere yapılan itirazlardan biri de ayak takımının iman etmiş olmasıdır. Kendilerini üstün görüp, ayak takımıyla aynı hak ve statüye sahip olmamak için statükonun muhafazası yolunda direnmişlerdir. İslam ise, ayak takımı denilen zayıfların ve ezilenlerin hakkını savunmuş bu yolda varını yoğunu ortaya koymuştur. Kur’an bu sınıfsal ayrımı müstekbirler ve mustazaflar olarak dile getirmiştir. Büyüklenenler, kendilerini büyük görenler ve zayıf bırakılmışlar, ezilenler, yalın ayaklılar. Bu sınıfsal ayrım dinler tarihinin en önemli mücadele sahasından birini oluşturmaktadır.

Devrimler Aristokrasiye, burjuvaya, ekonomik adaletsizliğe, dini hurafelere ve baskılara karşı yapılmıştır

Devrimler tarihine baktığımızda tüm devrimlerin aşağı yukarı dört temel sebepten dolayı meydana geldiği görülmektedir. Aristokrasiye, burjuvaya, ekonomik adaletsizliğe, dini hurafelere ve baskılara karşı yapılmıştır. Genel anlamda tüm devrimler bu dört etkenden birinden kaynaklanmaktadır. Yapılan devrimlerin ve devrimcilerin hedefinde bu dört ana unsur bulunmaktadır, Spartaküs’ün isyan hareketinden, Fransız devrimine ve Bolşevik devrime kadar tüm devrimler bunun dışında değillerdir.

İslami mücadelede karşıt olanı tanımlayan dörtleme: Firavun, Haman, Belam ve Karun

İslam’ın (tüm ilahi dinler) mücadele etme emri verdiği ilginç bir dörtleme vardır: Firavun, Haman, Belam ve Karun. Toplumun yönetilmesinde ve geleceğe taşınmasında etkili olan dört ana sınıf. Firavun yöneticileri, aristokrasiyi temsil etmektedir. Haman, dönemin soylularını, Belam din adamı sınıfını, Karun ise burjuvayı ve sermayeyi elinde bulunduran sınıfı sembolize etmektedir. İslam devrimci dindir derken kast edilenin sıradan içi boş bir slogan olmadığının en büyük kanıtı, mücadele etme emri verdiği bu sınıfların tarih boyunca tüm devrimlerin ana unsurunu teşkil etmiş olmasıdır.

İslam zalim yöneticiye, ötekileştirmeye, tekelciliğe ve en nihayetinde dini bir silah olarak kullanmaya karşı başkaldırıdır

Evet! İslam devrimci bir dindir. Firavun’a yani, zalim yöneticilere itaat etmeyi yasaklar, onlara baş kaldırmayı emreder. Bu dinin peygamberi en büyük cihadın, zalim yönetici karşısında hakkı söylemek olduğunu bildirmiştir. İslam Haman’a yani ötekileştirmeye, ayrımcılığa karşı çıkmıştır. İnsanların renklerinden, kavimlerinden, soylarından dolayı ayrımcılığa uğratılmasını reddetmiştir. Ümeyye bin Halef’in eğer Muhammed’in dediğini kabul edersem Bilal benimle eşit mi olacak itirazı İslam’ın devrimci çehresini ortaya koymaktadır. İslam Karun’a yani, ekonomik adaletsizliğe karşı var gücüyle savaşmıştır, sermayenin belli bir kesimin arasında el değiştirmesine itiraz etmiş, servetin bütün halka bölüştürülmesini, herkesin bu zenginlikten yararlanmasını emretmiştir. Nihayetinde İslam Belam’a yani, din adamı sınıfına karşı mücadele bayrağını açmış, onların dini kullanarak insanları aldatmasına, insanları din yoluyla uyuşturmalarına, dini; yönetici sınıfın, aristokrasinin, burjuvanın ve din adamlarının silahı olarak kullanmalarına geçit vermemiştir. İslam insanlığa indiği günden beri bunun savaşını vermiştir.

Muhafazakâr, devrimciliğe ve ilerici hareketlere karşı direnç gösterip değişimi engeller

İnsanın statükocu/muhafazakârlığa meyilli yapısı sürekli devrimlere ve ilerici hareketlere karşı mesafeli durmasına hatta karşı direniş sergilemesine neden olmuştur. Tarih boyunca insanlığa indirilen İslam bir müddet devrimci bir hareket olarak varlığını ve yayılmasını sürdürmüş, sonra insanların statükocu/muhafazakâr yönüyle çatışmaya girmiştir. Bazen insanların bu statükocu direnişleri öylesine güçlü olmuştu ki, İslam insanlar içinde yayılma fırsatı bile bulamamış, İslam peygamberleri gönderildikleri kavimler tarafından öldürülmüşlerdi. Statüko dine ve devrime direnirken, elindeki tüm imkânları seferber etmiştir, yöneticiler, aristokrasi, burjuva ve din adamları birlik olarak karşı devrim hareketini başlatmışlardır. Devrimci din olan İslam’ın tarih boyunca birbiri ardına yenilenerek gelmesinin en büyük nedeni statükocu/muhafazakârların var olan dinin devrimci yönünü tahrip ederek, önce statik bir hale sonra da gerici bir ters akıma dönüştürmeleridir. Din dinamik yapısından koparılmış, tamamen statik ve var olan kazanımları koruma aracı haline getirilmiştir.

Statükonun devamı için dinin ölümcül bir araç olarak kullanılmasında en etkin unsur: Din adamları

Dinin insanlar üzerindeki gücünün fark edilmesi, belki de dinin kendi içindeki unsurlarla giriştiği yıkıcı savaşın başlangıcı olmuştur. Toplumu yönetmek için din eşsiz bir araçtı. Toplumu var olan statüye razı etmek için bulunmaz bir fırsattı. Ekonomik adaletsizliklere sessiz kalmasını sağlamak, bunu Allah’ın bir takdiri olarak göstermek için din muhteşem bir uyuşturucuydu. Din adamlarının sahip oldukları imtiyazlar ve ayrıcalıkların devamı, hatta daha da arttırılması için yine dinden daha kullanışlı bir silah yoktu. Statüko bunu çok iyi görmüştü ve dini ölümcül olarak kullanabilmenin yolu din adamlarından geçmekteydi. Dolayısıyla İslam tarihi boyunca, dinlerin kaderlerini etkileyen yegane unsur din adamları olmuştur. Toplumun bozulmasında, içinin boşaltılmasında, ekonomik ve sosyal adaletsizliklerde, ezilenlerin maruz kaldığı baskı ve haksızlıkların devamında hep bir şekilde din adamlarının imzası vardır.Nitekim İslam peygamberinin “Âlimin ifsad olması, âlemin ifsad olması demektir” sözü bu bağlamda olayı çok iyi özetlemektedir.

Karşı devrimi olmayan din, ancak içeriksizleştirilerek etkisizleştirilebilirdi

Din karşı devrimi olmayan bir devrimdir, çünkü dinin alternatifi ancak bir din olabilirdi. Fakat dine karşı ihtilal yapılabilir, din gerçek işlevinden koparılabilir ve etkisiz hale getirilebilirdi. Yapılacak ihtilal, süslü kelimelerle, yalan bilgilerle, asılsız sözlerle dinin zahirini parlatıp, içeriğini ve işlevini yok etmeyi sağlayabilecekti. Din, yöneticilerin, aristokrasinin, burjuvanın önündeki, yok edilmesi gereken en büyük engeldi, bu engelin ortadan kaldırılması ise dinin özünden koparılması, kendi çıkarları doğrultusunda bir din anlayışının geliştirilmesiyle mümkündü. Bunun için ise din adamlarının satın alınması gerekmekteydi. Din adamları vasıtasıyla dinin temel kaynakları üzerinde tahrifatlar yapılabilecek, insanların inandıkları Allah’ın dahi vasıfları ve çehresi değiştirilebilecekti. Devrimci İslam’a karşı statükonun yaptığı ihtilali görmek için, hadis ve tarih kitaplarına bakmak yeterlidir. Sahih kabul edilen hadis kitaplarında yüzlerce, binlerce uyduruk hadis bulunmaktadır. Bu hadisler nasıl o kitaplara girmiştir? Yahut bu saçmalıkların hadis adı altında dilden dile, kuşaktan kuşağa aktarılması nasıl temin edilmiştir? Muaviye’nin bu konudaki çalışmaları herkesçe malumdur, dine karşı savaşmanın yolu yine o dinin kendisinden aldığı güç ile mümkün olmuştur ancak; dinin ruhu yok edilip, içeriği bozulduktan sonra. Bunun için alimler, satın alınmış, yazarlar beslenmiş, insanlar altınla, makam, mevki ve çeşitli yollarla statükonun safına çekilmişlerdir. Tarihin çöplüğü, zalim yöneticilerin sofrasına oturan sahabe ve âlimlerle dolup taşmaktadır.

Dinin gücünü kendi şahsi hırs ve arzuları doğrultusunda kullanarak vazifesinin aslını kaybeden ‘din adamı’

Din o kadar güçlü bir silahtı ki, bu silahın gücünün farkına varan din adamları zamanla bu gücü yöneticilere karşı da baskı aracı olarak kullanmaya başladılar. Din adamları etki alanlarını genişletip zamanla ülke yönetiminde dahi söz sahibi olmaya başlamış, saray entrikalarında belirleyici rol oynamışlardı. Kendi menfaat ve ikballerini dinin aslı ile harmanlayıp, insanlara bunu din olarak yutturuyor, bu sınırsız gücün tadını çıkarıyorlardı. Orta çağ Avrupa’sında  papalık krallıklardan bile güçlüydü, engizisyon mahkemelerinin karşısında hiç kimse duramıyordu. Dini bu şekilde hoyratça gerçek mecrasından saptırıp, bireysel hırs ve arzular doğrultusunda kullanmak insanların dine bakışını değiştiriyordu. Ancak unutulan yahut ayrımına varılamayan şey din adamlarının sundukları şey devrimci din değil, kendi kokuşmuş hevesleri uğruna oluşturdukları başkalaştırılmış, ruhu sökülüp alınmış yeni bir din algısıydı.

‘Allah’ın peygamberine karşı Allah’ın dinini savunma’ densizliğine kadar gelip dayanan din adamı tipi

Daha eskilerde Yahudi din adamlarının da aynı şekilde davrandıkları kutsal kitaplarda yazmaktadır. Din adamları artık dine rağmen, peygamberlere rağmen din tüccarlığı yapıyorlardı. Örneğin Zekeriya peygamberin yaşadıkları bunun en güzel örneklerinden biridir. Allah’ın peygamberine karşı Allah’ın dinini savunduklarını iddia edecek kadar, ahmaklaşmış, gözleri kararmış bir güruh haline gelmiştir din adamları.Allah’a rağmen Allah’cı, dine rağmen dinci, peygambere rağmen peygamberci olmak onlara ağır gelmemiştir. Çünkü gerçekte onlar hakikatin değil, kurdukları düzeni, çarkı devam ettirebilmenin peşindedirler. Din artık sadece din olmaktan çıkmış, para, güç, otorite ve kutsallık kaynağına dönüşmüştür. Peygambere en şiddetli şekilde karşı çıkanların din adamları olması bunun en güzel örneğidir.

Başkaldırması gerekirken, zalim idarenin ikbalini temin eden din adamı tipi

Her ne kadar son asırlarda bilimin ilerlemesi ve insanların bilinçlenmesi sahte dinin toplum üzerindeki baskılarını azaltmış, din adamlarının etkilerini kırmışsa da, yine de bu sınıfın gücü tamamen yok olmamıştır. İslam dünyasında ise peygamber sonrası yaşanan siyasi kaoslar, savaşlar ve iktidar mücadeleleri, alimlerin de bundan etkilenmesine yol açmıştır.Bir çok alim bağlı bulunduğu yahut nemalandığı siyasi fraksiyon paralelinde fetvalar vermiş, dini kavramları yanlış yorumlayarak çıkarları için kullanmıştır. Emevi ve Abbasi dönemindeki baskıcı yönetimler, din adamlarını kendi saflarına çekmiş, onları parayla, tehditle yahut başka bir yolla ele geçirerek posalarını çıkarana kadar kullanmıştır.Buna yanaşmayan âlimler ise işkence altında can vermekten kurtulamamışlardır.Ehlibeyt imamlarının tümünün zalim hükümdarlar tarafından ya kılıçla ya da zehirlenmek suretiyle şehit edilmeleri, saltanat sahiplerinin devrimci ve boyun eğmez İslam’dan ne derece korktuklarının kanıtıdır. Ebu Hanife ve imam Şafii de zalim sultanlardan nasibini alan âlimlerdendirler. Ebu Hanife zindanlarda şehit edildikten sonra, onun talebelerinden ikisi Muhammed ve Ebu Yusuf, devletin baş fetvacıları olmuş, Ebu Hanife adına abuk sabuk fetvalar vererek saltanat sahiplerinin bekasına hizmet etmişlerdir.

 ‘İçtihat’ yok edilerek, dinin dinamizmi öldürüldü, dinin devrimci ruhu tersyüz edildi

İslam dini dinamik bir dindir, zamana ve topluma göre kendini yeniler, yeni çözümler ve alternatifler sunar. Ancak her şeyin istediği gibi kalmasından yana olan saltanat sahipleri buna izin vermemek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Örneğin İslam’da içtihat müessesesi vardır. İçtihat seviyesine ulaşan her alim yaşadığı toplumun ve zamanın ihtiyaçlarına göre oluşan problemlere çözümler sunar, yapılan işlerin dine uygun olup olmadığını tespit eder. İmanlı ve vicdanlı âlimler her zaman saltanatların korkulu rüyası olmuşlardır. Dolayısıyla bu âlimleri etkisiz kılmak için içtihat müessesesini işlevsiz hale getirmeye çalışmışlardır. Nitekim klasik Sünni ekolde içtihat kapısının kapandığı görüşü hâkimdir. Yani bin küsur yıl sonra bile Ebu Hanife’nin, imam Şafii’nin, Malik ve Hanbel’in fetvaları esastır. İmam Nevevi gibi bazı alimlerin verdikleri fetvalar fecaat derecesindedir. Satılmış alim sınıfı tiranların saltanatının devamı için akıl almaz fetvalar vermekte, onların içki içmelerine, zulmetmelerine, livata yapmalarına bile göz yummanın dini bir gereklilik olduğunu söyleme rezilliğine bile cüret etmektedirler. Dünyalarının muhafazası için devrimci dini, böylesine ters yüz edebilmektedirler. Ancak, bunların yanı sıra, gerçek devrimci İslam’ı muhafaza edebilmiş bir topluluk da vardır. Bunlar dinin böylesine kepazeliklere alet edilmesine karşı çıkmış, bu tür âlimleri kınamış, toplumdaki adaletsizliklere itiraz edip, gerektiğinde ayaklanmış ve az sayılarına rağmen sultanlara karşı savaşmışlardır.Özellikle Ehlibeytten olan seyitlerin ve Şii ekolü mensuplarının Emevi ve Abbasilere karşı pek çok ayaklanma gerçekleştirdikleri ve kıyam ettikleri tarih kaynaklarında yazılmıştır. Örneğin imam Hasan’ın soyundan bir genç, oturduğu yerden yaşlı bir kadının kucağında çocukla, küfesinde hurma taşıyan bir adamın peşi sıra gittiğini ve düşen hurmaları topladığını gördüğünde, hemen yaşlı kadına neden böyle yaptığını sorar. Kadın benim oğlum savaşta şehit oldu gelinim öldü, bu da torunumdur, torunumun karnını doyurmak için düşen hurmaları topluyorum diyor. O genç, oracıkta Allah’a yemin olsun ki kıyam etmek bana farz oldu diyerek etrafına topladığı kimselerle zalim yönetime savaş açıyor ve sonuçta zalimler tarafından şehit ediliyor.

Muhafazakârların devrimci İslami duruşa karşı direnci tüm çağlar boyunca hep vardı

Tüm bu çağlar boyunca statükocu Müslümanlar, devrimci İslama karşı sürekli bir direniş göstermiştir. Günümüzde de alim sıfatı taşıyan bir dünya Belam kendilerini gizlemeye gerek bile görmeden pervasızca İslam adıyla İslam’a savaş açmış durumdadır. Bugün camilerde okunan hutbelerden hiç biri, siyasi otoriteyi eleştirmemekte, var olan zulümlere itiraz etmemektedir, hocalar ve alimler her türlü eleştirel düşünceden arındırılmış, adeta fikirsel olarak iğdiş edilmişlerdir. İslam’ın devrimci yönünü bir kenara bırakıp, zalimlere karşı koyarak mazlumların hakkını savunacaklarına, haksızlıklara ve adaletsizliklere meydan okuyacaklarına, hâkim sınıfın menfaatlerini ve dolayısıyla kendi önlerine atılan kemikleri korumak adına sefilce sessiz kalmakta veya bilerek yalan söylemektedirler. Dini toplumları uyutmak için bir kahramanlık masalları manzumesine dönüştürmüş, dini hükümleri suya sabuna dokunmayacak şekilde lanse etmişlerdir. Bunların içini boşalttıkları din asla adaletsiz yöneticileri tehdit etmemektedir, bilakis bu adaletsizliklere baş kaldıran insanları kınamakta, bozguncu, fitneci, terörist olarak yaftalayıp cehennemle tehdit etmektedir. Oysa devrimci din, “Muhammed’in kızı Fatıma yapmış olsa bile…” diyebilen dindir.

İçeriksizleştirilmiş din, zalim idarenin arka bahçesi, bekçileri ise din adamları

Din yalan söylemeyin der, din kul hakkı yemeyin der, din haksız yere cana kıymayın der, din haram yemeyin, hırsızlık yapmayın der, din daha pek çok şey der… Peki din adamları ne diyorlar? Şimdiye kadar bir devlet adamını yaptığı haksızlıktan dolayı eleştiren din adamı gördü mü bu topraklar? Hırsızlıkları ayyuka çıkan yöneticiler aleyhine tek laf edildi mi âlimler tarafından? Ülkesini emperyalistlere peşkeş çeken yöneticiler hakkında ne söylendi şimdiye kadar? Ülkemizdeki Amerikan üsleri hangi din adamının gündemine geldi? Hangi dini cemaat kalkıp da bir dakika durun bakalım dedi? Her hangi bir din adamının ağızından, özgürlük, adalet, emek, sömürü, emperyalizm gibi günümüz sorunlarıyla ilgili ciddi anlamda tek kelime duyan var mı? Alimler, daha doğrusu kendini alim zannedenler, halkın samimi duygularını sömürerek, rezidanslar almakta, apartmanlar dikmekte, lüks araçları birbiri peşi sıra değiştirme yarışına girmişlerdir. İlkeler sözde maslahatlara kurban edilmiş, onurun, erdemin, insanlığın ve Müslümanlığın Fatihası okunmuştur. Din resmi devlet dini haline getirilmiş, yani devletin bir yan kuruluşu, oy devşirdiği arka bahçesi olarak dizayn edilmiş, bu bahçenin bekçileri olarak da din adamları, âlimler atanmıştır. Din adamlarının statükonun korunması için kendilerine biçilen her rolü ustalıkla yapma yarışına girdikleri günümüzde, devrim, özgürlük, adalet gibi İslam tarafından öğretilen kavramların hala unutulmamış olması umut vericidir.

İslam devrimci kimliğini temiz kalplerde ekili bir tohum gibi nesilden nesile filizleneceği güne taşımaktadır

İslam her şeye rağmen ayakta kalmayı ve hakikatini korumayı başarmıştır. Zalimlere rağmen, seçkinlik iddiasında olan güruha, zalimler adına dine zulmeden âlimlere rağmen, kendi durumunu korumak için elinden geleni yapan burjuvaya rağmen İslam devrimci kimliğini bir tohum gibi yüz yıllardır imanlı ve vicdanlı nesillerin kalbine gömmüştür.Bu tohumlar bir gün filizlenecek, özgürlük ve adalet çiçekleri filizlenecektir.

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”

———————————————————-

*Muhammed İkbal

İntizar.web.tr