Milat Gazetesinden Adem Çaylak 1980’ler de  Devlete darül harp diyen ve ona göre tavır geliştirmeye çalışan  radikal İslamcıların bu tavırlarını Refah Partisi iktidarında da devam ettirdiklerini ancak Ak Parti döneminde aynı kişilerin sistemin dişlisi haline gelmelerini yazdı…Yazıyı sizler için alıntılıyoruz:

Ak”Radikaller”!

1970’li yılların sonları ve 1980’li yıllarda, İran İslam devrimi başta olmak üzere Mısır ve Suriye’deki İslami hareketlerin etkisi ve müslümanlara yönelik baskıların artmasına tepki olarak, Türkiye’de adına “radikal İslamcılık” denilen İslami hareketler gittikçe yoğunlaşmıştı. O dönemin “radikal İslamcılığına” göre, Türkiye’de devlet, İslami değildi. Rejim, taguti (Allah’ın hükümlerine göre hükmetmemekten mülhem, haddini aşmak anlamında) rejimdi. Özellikle 1980’li yıllarla birlikte yayınevi, kitapevi ve diğer yasaklı sivil oluşumlarda bir araya gelen farklı radikal İslami hareketlerin çoğunluğunun iddiasına göre, Türkiye dar’ül harp idi. Öyleyse bu devletin kurumlarında görev almak caiz değildi. Dar’ül harp’te cuma kılmak da caiz değildi. 1980’li yılların sonlarına doğru Refah Partisi eksenli siyasi İslamcı hareketin yükselişine paralel olarak“radikal İslamcılar”ın çoğunluğu, siyasi parti ile İslami hareketin caiz olmadığını, dolayısıyla partileşmenin, “kafir” nizamın yasalarına tabi olmak anlamına geldiğini iddia ediyordu. Başka bir deyişle, o dönemin “radikal İslamcı”larının çoğunluğu, Refah Partisi’ni bile desteklemiyor, destekleyenlerle arasına mesafe koyuyordu.

Ezcümle, 1980’li yılların kırılgan toplumsal ve siyasi hayatının içinde ortaya çıkan “radikal İslamcılık”, o dönemde yanlış zeminde, yanlış sorulara yanlış cevaplar üretiyordu. Başka bir deyişle 1980’lerin Türkiye “radikal İslamcılığı”, İslam dünyasındaki kimi İslami hareketlerin etkisi, tercüme eserlerin yorumu, İslam’ı yanlış okuma vb. etkenler yüzünden ifrat (aşırılık) ve tepkisellik üzerine kurulu bir halet-i ruhiye, toplumsallığı yansıtıyordu. Dönemin radikal İslamcılığı, yanlış zeminde yanlış sorulara yanlış cevaplar üretse, oldukça aşırılık içerse ve İslam devleti gibi sorunsal bir kavramsallaştırmada bulunsa da, iktidar karşısında mesafeli ve sorgulayıcı bir karakteri haizdi. Peki, devleti kafir, rejimi taguti olarak gören, devlet kurumlarında çalışmayı dahi İslami bulmayan radikal İslamcıların çoğunluğu, ne oldu da günümüzde, uluslararası sistemin isterleri doğrultusunda küresel kapitalist modernitenin öncüllerini içerdikçe devletleşen Ak Parti iktidarında “akradikaller”e dönüştü?

İki yüzyılı aşkındır Batı karşısında yaşanan travmanın etkisiyle, Batı medeniyetini püskürtmenin ve ona eklemli İslami olmayan Kemalist devlet düzeninin zulmünden azade kalmanın yolunun “güçlü” ve “zengin” olmaktan geçtiğini düşünen müslümanların çoğunluğu gibi radikal İslamcılar da, 1990’lı yılların müslümanlara yönelik zulüm ve baskı politikasının da etkisiyle (28 Şubat süreci) büyük bir dönüşüm geçirmeye başlamıştır. Buna olumlu anlamda dönüşüm demekten ziyade, bir yanlıştan bir başka yanlışa sürüklenen metamorfozik araçsal zihin travması demek yerindedir.    1980’li yıllarda Özal’ın ANAP’ı ile başlayan süreçte, kapitalist/calvinist “ılımlı İslam” manivelasında yoğrulan müslümanlık, Refah-Yol hükümeti ile birlikte Müslümanların “dişinin kana bulanmasına” vesile olmuştur. 28 Şubat 1997 darbesinin “yıldırıcı” etkisiyle hepten Batı’lı modernitenin öncüllerini içselleştiren Müslümanların çoğunluğu, Ak Parti’nin iktidarı döneminde muhafazakarlaşan/modernleşen devlet gemisinde “dişlerin kana bulanması”nın doruklarını yaşar hale gelmiştir.

Refah Partisi iktidarından başlayan ancak daha çok Ak Parti iktidarında gittikçe ivme kazanan süreç ile birlikte, kapitalist küreselleşme ve modernitenin öncülleri ile hemhal oldukça iktidar ve nimetlerinden istifade etmeye başlayan Müslümanlığın muhafaza”kar”laşmasına “paralel” olarak, radikal İslamcıların büyük çoğunluğu, bir aşırılıktan (ifrat) başka bir aşırılığa (tefrit) sürüklenerek daha önce yerden yere vurdukları ve kafir olarak nitelendirdikleri devleti kutsallaştırmaya ve yüceleştirmeye başlamıştır.Başka bir deyişle, Müslümanların halihazırda potansiyel olan ekonomik ve siyasi iştahı Erdoğan eliyle hepten kabartılmış ve muhafazakarlıkla zehirlenen müslümanlar, kapitalist sisteme entegre edilmiştir. Sisteme entegre edilmenin maliyeti büyük olmuş, adeta “muhafazakar kapitalist” kalkınmanın yarattığı refahla ahlak, adalet ve hakkaniyet satılır hale gelmiştir.

Ak Parti iktidarı ile birlikte, Kemalist devlet iktidarının “müslümanların” eline geçtiği doğru olmakla ve bu süreçte müslümanların sosyal, kültürel, iktisadi ve siyasi pek çok alanda rahatladığı kabul edilmekle birlikte, müslümanlar “koltuk” ve “ulufeler” üzerinden iktidar ve devlet karşısında mesafeli ve sorgulayıcı konumlarını kaybetmiştir. Elde edilen “ganimet” ve “iktidar” uğruna, ahlak, adalet, değer, ilke ve hakkaniyete dair ne tür bedellerin ödendiği ve bu değerler çerçevesinde samimi Müslümanlığın Türkiye ve dünyaya söyleyecek sözünün kalmadığı bir zaman dilimindeyiz. Dün, devleti şeytanlaştıran radikal İslamcılar, bugün “akradikal” bir tavır içinde kendilerine verilen “koltuk” ve “ganimet”lerle devleti kutsamaya başlamışlarsa ve kendi içlerinden gelen iktidarın olumsuz uygulamaları karşısında ses çıkaramıyorsa, bu durum en çok içlerinden çıkan iktidarın ve müslümanların aleyhine olacak gelişmeleri tetikleyecektir. Özellikle Müslüman akademisyen, ilim insanı, gazeteci ve yazarların “organik aydın”lık gösterdiği ve “akaydınlık” rolü oynadığı bir iklimde kaybeden, bizatihi iktidarın kendisi ve ona sorgusuz sualsiz destek veren “akradikal” tavır olacaktır.

Bu süreçte devlet mi değişti yoksa radikal İslamcılık mı? Aslına bakılırsa her ikisi de değişmedi. Devletin koltuklarına Kemalistlerin yerine İslamcılar oturdu ve muhafazakar bedende devlet hepten muhkem hale getirildi. Siyasi İslamcılığın çarpıklığında olduğu gibi radikal İslamcılık da, öteden beri İslam devleti talebi ile hareket ederek üstten toplumu inşa etmenin araçsal bir söylemiydi. Başka bir deyişle, eskiden devlete kafir diyerek karşı çıkan radikal İslamcılar, devlet iktidarı müslümanların eline geçince devlet ve kurumlarına aşırı sahiplenmeye, güç ve iktidar üzerinden toplumu dizayn etmenin çabası içine girmiştir.  Bu haliyle radikal İslamcılık da bir değişimden ziyade süreklilik vardır. Bu durum aslında, Türkiye’de siyasi ve radikal İslamcılığın, toplumun iktisadi ve siyasi merdivenlerini çıkmak için bir manivela olarak kullanılması yani araçsallığı haiz bir karakteri ve aynen Kemalist bakiyede olduğu gibi tepeden topluma intizam verme yönünde bir yönelimi olduğunu göstermektedir.

 

ajanslar

0
Would love your thoughts, please comment.x