Al-Akhbar

18 Şubat 2021

Ben-Gurion’un Arapları zayıflatmaya ve onları kuşatmaya yönelik önerileri gizli değildi. Siyonist varlığın, kendi genişlemesi karşısındaki ana tehlike Arap dünyasını, müttefikleri olan Türkiye, İran ve Etiyopya ile birlikte kuşatmak için çalışması gerektiğini söylüyor, yazıyordu. Özellikle Batı ve Amerika Birleşik Devletleri yörüngesinde dönen bu jeopolitik kılıf, Arap ülkelerindeki vidaları sıkılaştırmak, aralarında yan çatışmalara neden olmak ve bu ülkeler arasında kurulacak pozitif işbirliğini önlemek gibi bir misyona sahipti. Amerika Birleşik Devletleri’nin ilan edilen amacı, bazen komünizmle yüzleşme başlığı altında bölgede ittifaklar kurmak ve bazen de hedefleri, anlamları ve boyutları ABD tarafından belirlenen istikrarı sağlamlaştırmaktı. Kısacası, ABD ve Siyonist rejim, bölgedeki Amerikan çıkarlarını korumak ve hegemonyasını kurmak için işbirliği içinde adım atmaktaydılar.

1974’te bu “kapsamlı planlama” ile yüzleşmek için Filistin liderliğine sunduğum bir durum değerlendirmesi ve karşılık verme stratejisi raporunda, sadece çevre ülkeleriyle sınırlı olmayan ve tüm bölgeyi etkileyecek kapsamlı bir planla yanıt vermemiz gerektiğini belirttim.

Ebu Cihad (Halil el-Vezir), Filistin direniş hareketini silahlarla ve siyasi konumuyla destekleyen Çin liderliği gibi, emperyalizmle yüzleşmek için dünyadaki kurtuluş hareketlerini destekleme fikrine uzak değildi ve Mao Zedong’un ortaya attığı “Bin çiçek açsın” sloganı altında, dünyada birden fazla devrimin ve direniş hareketinin tutuşturulması gerektiğini düşünüyordu.

İşe, Ben-Gurion kemerinin sütunlarından biri olan Etiyopya’ya karşı Eritre kurtuluş hareketine verilen desteği artırmak ve Türkiye’deki Atlantikçi rejimle mücadele eden Türk sol örgütlerine birkaç çerçevede yardımla başladık. İran muhalefet güçlerine de hem siyasi hem de silahlı olarak güçlü bir destek veriliyordu.

O dönemdeki Türk örgüt yapıları, sloganları ve genel politikaları itibariyle Türkiye’de köklü bir değişiklik yapabilecek durumda değildiler. Amerikan varlığına ve NATO’nun çıkarlarına yönelik silahlı propaganda operasyonları yaptılar ve bunlara zarar verdiler, ancak yerleşik sistemi değiştiremediler. Eritre, bağımsızlık için zafere doğru ilerlediğinden daha iyi bir konumdaydı, bu da Afrika’daki davalarımız için bir müttefik bulmak anlamına geliyor. Ancak İran tamamen farklı bir vaziyetteydi. Şah rejimine karşı mücadele eden örgütler; temelleri, dinî önderlikleri ve net yönelimleri nedeniyle özellikle de İslamcı akımlar geniş bir destek tabanına sahiptiler.

Mısır, bölgedeki güç dengesine ağır bir darbe vuran Camp David Anlaşması ile Arap-İsrail çatışmasının denkleminden çıktı, böylece Türkiye, İran ve Etiyopya’nın rolleri ikincil bir mesele haline geldi. En büyük Arap ülkesi çatışmadan çıkmış, bir barış anlaşması imzalamış ve düşmanla işbirliğine başlamıştı! Bu değişim, Ürdün’ün Vadi Arabe Anlaşması ile yaptığı gibi, birçok ülkenin Mısır örneğini takip ederek düşmanla diplomatik ilişkiler kurmasına veya onunla ekonomik ilişkilerini canlandırmasına kapı açtı.

Mısır’ın düşmanla ilişkilerini normalleştirmek için agresif bir şekilde hareket ettiği aynı yılda, İran Devrimi zafer kazandı ve tüm denklemleri alt üst etti. Başkan Yasir Arafat ile İmam Humeyni arasındaki ilk görüşmede Arafat, İmam’ın dikkatini Camp David Anlaşması’nın imzalanmasının ardından ABD Başkanı Carter’ın sarf ettiği “El-Fetih Örgütü’ne elveda!” sözüne çekti ve kendisi de şunları söyledi: “Bugün biz de sizin mübarek devriminizin zaferiyle ona ‘Hoşça kal Amerika!’ diyebiliriz.” İmam gülerek “Evet, doğru” diye yanıtladı.

İran İslam Devrimi’nin ilk günlerinden itibaren İran’ın devrimci halkı “Şah’a Ölüm” sloganını atmaktaydı, ancak aralarında hiçbir ayrım yapılmaksızın bunlara “Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm” şiarları da eklendi. Şah’a yöneltilen en önemli suçlamalar rejiminin yolsuzluğu, Siyonist rejimle uzlaşması ve Amerikan iradesine boyun eğmesiydi. Bu nedenle, İran Devrimi’nin hedeflerinin esas temellerinden biri olan Filistin sorununun, geçmişte olduğu gibi günümüzde de merkezi bir mesele olmayı sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Devrimci İran, sadece Tahran’daki Siyonist büyükelçiliği kapatıp Filistin büyükelçiliğine dönüştürmekle kalmadı. Yeni kurulan Devrim Muhafızları ile FKÖ liderlikleri arasında askeri, politik ve kültürel tüm alanları kapsayan anlaşmalar imzalanması yoluyla taahhütte de bulunmuş oldu.

Devrim Muhafızlarını kurma projesinin yazılmasına katkıda bulunmak benim için bir onurdu. Projenin amacı, karşı devrimci darbe girişimleriyle yüzleşmek ve önder kadrosunu korumaktı. Bu nedenle Muhafızların görevleri, stratejik kurumları ve önde gelen figürleri korumak ve herhangi bir karşı-devrimci hareketi önlemek için ordunun stratejik kışlalarında hazır bulunup askeri polis görevi ifa etmekle sınırlıydı.

İran’a dayatılan Irak savaşı, devrimci hareketlere istediği yeterli desteği sağlamasına izin vermedi, ancak İran savaşa ve buradaki meşguliyetine rağmen geri çekilmedi ve Lübnan’ın Siyonist işgaline karşı durma ya da Kuzey Atlantik İttifakı güçlerini kovma hareketini desteklemeyi sürdürdü. Ve burada stratejik değişimler birikmeye ve Direniş Ekseni şekillenmeye başladı. Başarılarının zirvesi, NATO kuvvetlerinin Lübnan’dan ihraç edilmesi, ardından 2000 yılında Güney Lübnan’ın büyük bir kısmının kurtarılması ve düşman karşısında stratejik bir caydırıcılık oluşturan, Filistin’in güneyinden kuzey Lübnan’a kadar uzanan askeri güçlerin oluşumuna kadar Filistin’deki intifadaların desteklenmesi olmuştur ve Temmuz Savaşı Zaferi düşmanla mücadele denklemini Suriye, Irak ve Yemen’e kadar değiştirmiştir. Sonuç olarak, Siyonist rejimi kuşatan yay, bazı Arap ülkeleriyle imzaladığı tüm anlaşmalara rağmen neredeyse tamamlanmış durumdadır.

Devrim Muhafızları kurulduğunda misyonu dünyadaki kurtuluş hareketlerini desteklemek değildi, ancak kısa bir süre sonra bu vazifeyi de sırtlandı ve ilk görevi Lübnan’daki direnişi desteklemek oldu. Kendi bünyesindeki özel bir oluşum bu amaç için tahsis edilmişti. Görevleri Kudüs’ün, yani Filistin’in kurtarılması ve bunun yanında dünyadaki tüm özgürlük hareketlerini desteklemek olarak belirlenen bu oluşuma “Kudüs Gücü” adı verilmişti.

Bugün artık, özellikle Kudüs Gücü’nün ve genel olarak Devrim Muhafızlarının, topraklarını özgürleştirmesi ve düşmanını yenmesi için Lübnan’a destek verdiği gizli değildir. Aynı zamanda Filistin halkının kararlılığı ve düşmanın varlığını ve geleceğini tehdit eden bir güç inşa etmesindeki ve Irak ile Afganistan işgalindeki düşman komplolarına, Suriye’ye karşı yapılan küresel savaşa ve tekfircilere ve uluslararası terörizme karşı koymadaki övünç verici rolü de kimseye sır değildir. Farklı isimler altında olmakla birlikte tüm bu komploların hedefi, bölgeyi hegemonyasına tabi kılmayı amaçlayan Amerikan ve Siyonist stratejileri çerçevesinde yer alıyordu. Dolayısıyla İran Devrimi’nin, tüm stratejik yönelimleri için Kudüs ve Filistin’i bir pusula kılmak suretiyle kendisini, sadece bölgede değil tüm dünyada Batı’nın ve özelde Amerika’nın ve özellikle de Siyonist oluşumun tüm projeleriyle yüzleşen ana karşıt güç kıldığı söylenebilir. Bugün, Siyonist rejim etrafındaki Direniş Çemberinin tamamlanmasıyla, bazı Arap ülkelerinin bölgeyi ele geçirmek ve bu varlığın etkisi altına sokmak için bir ittifak kurma yoluna gittiğini görüyoruz. Ancak bunların farkına varamadığı şey, bu şekilde kendilerini de Direniş Ekseni tarafından kuşatılmış bir oyuğun içine otomatik olarak yerleştirmiş olduklarıdır.

Ben-Gurion, bazı ülkelerle birlikte Arap ulusunu kuşatma hayali kuruyordu. Bugün devleti; zaferden zafere koşan, mevcudiyetini, genişlemesini ve yeteneklerini günbegün artıran bir Direniş Ekseniyle kuşatılmıştır. Ve bu nedenle bugün onun tüm planlarının yele savrulduğunu söyleyebiliriz. “Esaret Paktı”nın temsil ettiği ihanet ve bunun ürünleri, birbirini izleyen savaşlarının ve hain saldırılarının kaderinden daha iyi olmayacaktır.

 

Sökmesi kesin olan o şafağın ufkunda artık şunlar yazılıdır: Siyonist varlığa karşı zafer ve Filistin’in kurtuluşu, aynı zamanda emperyalizme ve Arap gericiliğine karşı bir zafer olacaktır.

Devrimci İran, başta Filistin olmak üzere tüm özgür insanların en güçlü koruyucusudur ve Filistin, Devrimci İran’ın zaferi için ana kaldıraçtır.

Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu

Medya Şafak

 

Enis Nakkaş kimdir?

1951 yılında Beyrut’ta doğdu. Çocukluk arkadaşları, çoğunlukla İsrail’in işgali, katliamları ve zorla göç ettirme politikaları nedeniyle Beyrut’a mülteci olarak gelmiş olan Filistinlilerdi.

Filistinlilerin ve arkadaşlarının yaşadığı acılardan etkilenen Enis Nakkaş, daha 16 yaşında iken gizli bir şekilde Fetih Hareketine üye oldu ve Hareket içinde ‘Makased’ (Hedefler) hücresini kurdu. O zamanlar Lübnan’da da etkin olan öğrenci hareketlerinin içerisinde de en ön cephede yer alıyordu.

1969 yılında, 18 yaşında iken, Fetih içerisinde askeri faaliyetlere başladı ve Fetih’e bağlı “Öğrenci Taburu” birliği altında askeri eğitim aldı. Kısa süre içerisinde zekası ve dehası ile hızlıca öne çıktı, tanınmaya başladı ve askeri eğitimleri kendisi vermeye başladı.

Filistin Davası için, Filistin’den ve dünyanın dört bir yanından gelen solculara ve devrimcilere verilecek gerilla eğitiminden kendisi sorumluydu.

Bir sohbetinde, bir Türkiyeli devrimcinin 1973-Ekim savaşında fırlattığı roket ile ilk defa İsrail uçağının düşürüldüğünü anlatmış, bahsi geçen devrimcinin ismini sorduğumda, yüzlerce yoldaşını bu davada kaybetmiş olan Nakkaş, haliyle Türkiyeli devrimcinin ismini hatırlayamadığını söylemişti.

Nakkaş, askeri eğitim ile ilgili olarak 2015 yılında yaptığımız bir röportajda şunları söylemişti:

“Birçok devrimciye askeri eğitim verdim. Fetih açık bir yapıydı. Solcusu da sağcısı da eğitime geliyordu. Birçok insanı tanıma fırsatı buldum. İranlılar da geliyordu. Türkiyeli devrimcilerin geldiği gibi. Kimse zorla gelmiyordu. Adil bir davaya destek için gönüllü olarak geliyorlardı. Fedai eylemlerine katılan İtalyanlar vardı. Eğitime gelen Türkiyeliler ise Marksistti. Türkiyeli devrimciler, Türkiye’de devrim yapamadı ama İranlılar İran’da devrim yapabildi. Devrimin hemen ardından İran’da Filistin’in büyükelçiliği açıldı. Merkezi davamız Filistin idi. Hala da Filistin. Bir şey değişmedi. İran ile var olan ilişkilerim, Filistin için. Bu ilişkilerimin ne dini meselelerle ne de İslam Cumhuriyeti ile ilgisi var.”

1973 savaşında, işgal altında kalan Filistin’deki İsrail noktalarını, ilk defa füzelerle hedef alan askeri grubun da içerisindeydi Nakkaş.

Enis Nakkaş bu yıllarda, Filistin Kurtuluş Örgütü kurucuları olan Yaser Arafat ve 1988’de Tunus’ta Mossad’ın suikastına kurban giden Halil Vezir’e çok yakındı. Fetih’ten ayrılana kadar Arafat’ın en çok güvendiği yardımcılarından biri olmuş Enis Nakkaş, kod adı olarak Halid ismini kullanıyordu.

1975 yılının sonlarında “Çakal Carlos” lakaplı İlyiç Ramirez Sanchez ile birlikte, Viyana’da OPEC üyesi ülkelerin petrol bakanları toplantısını hedef alan eyleme, eylemin liderlerinden biri olarak katıldı. Eylemde, OPEC üyesi ülkelerin petrol bakanları rehin alındı, perdeli bir otobüse bindirildi ve ardından bir uçak ile Cezayir’e götürüldü.

Petrol bakanları uçağa bindirilirken

Nakkaş, bu eylem için Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin ‘Dış Operasyonlar’ bölümünden sorumlu Wadi Haddad’ın teşkilatına katıldı. 1978 yılında Mossad’ın zehirlediği FHKC liderlerinden Wadi Haddad, Nakkaş ile hiçbir zaman bir araya gelmemişti ama o dönemde genç yaşına (24) rağmen Halid ismiyle bilinen Nakkaş’tan herkes gibi etkilenmişti.

Enis Nakkaş birçok defa birçok yerde, bu eyleme katılım amacının, eylemin bazı hedeflerini değiştirmek olduğunu anlattı. Eylemin başında, dönemin sloganı olan “devrimci şiddet” gereği, İran ve Suudi Arabistan petrol bakanlarının öldürülmesine dair talimat verilmişken Nakkaş, Carlos ve eyleme katılan diğer yoldaşlarını aksine ikna etti ve eylem bir anlaşma ile sonlandırıldı.

1978 yılında Fetih’te ayrıldı ama ona rağmen Fetih liderleri, Nakkaş’ı kendilerinden biri olarak görmeye devam ettiler. Yaser Arafat, Nakkaş ile iletişimini sürdürdü.

Bu yıl içerisinde, İsrail’in saldırılarından en fazla etkilenen, bu saldırılardan ve işgallerden dolayı yoksullaşan Lübnan güneyinde, yeşermeye başlayan direniş gruplarının ilk kurucularından biri oldu Enis Nakkaş.

Nakkaş, daha o zamanlarda Lübnan güneyini, İsrail işgaline ve saldırganlığına karşı bir ön cephe olarak gördü ve buna uygun eylemlilik içerisinde yer aldı. Kendisinin kurucuları arasında olduğu Lübnan güneyindeki ilk direniş grupları, 1982 yılında İsrail’i Beyrut’tan kovan ve geniş bir ittifakı kapsayan Lübnan Ulusal Direniş Cephesi içerisinde de yer aldılar.

Enis Nakkaş, İsrail’e karşı Hizbullah’a 2006 savaşını kazandıran komutan olarak bilinen ve 2008’de Mossad tarafından suikast ile öldürülen İmad Muğniyye’yi de yakından tanıyordu ve 1970’li yıllarda Muğniyye’ye askeri eğitim verdi.

Enis Nakkaş, 1980 yılında İran eski başbakanı Şahpur Bahtıyar’ı Paris’te hedef alan başarısız suikast girişiminde yaralanmış ve kısa bir süre hastanede tedavi gördükten sonra 10 yıl cezaevinde kalmıştır. Bu süreç içerisinde biri 130 günlük olmak üzere 3 açlık grevine giren Nakkaş, yoldaşlarını kapsamayan hiçbir affı kabul etmedi.

Enis Nakkaş Fransa’da cezaevinde iken Fransızca ve Farsça dillerini geliştirdi. 2019’daki Türkiye ziyaretinin dönüşünde Esenboğa havaalanında uçağını beklerken, cezaevinde Freud üzerine çok okuduğunu ve psikanaliz kuramı ile düşüncelerini harmanlayan bir kitap yazdığını da anlattı.

Nakkaş bu kitabın taslağını yıllarca sakladıktan sonra, gözden geçirmesi için yayıncı bir arkadaşına vermiş ama İsrail’in Lübnan’a yönelik bir saldırısında, kitap taslağının olduğu ev vurulunca taslak da yok olmuş.

Enis Nakkaş ayrıca mücadelelerle dolu hayatını ve anılarını yazıyordu. Maalesef bu kitabı da yayınlama fırsatı bulamadan aramızdan ayrıldı. İkili sohbetlerinde bu anılarını yüzeysel anlatırdı: İsrail’e karşı direniş yılları, Lübnan iç savaşı, Yaser Arafat’ın Fetih’i ile Hafız Esad liderliğindeki Suriye’nin karşı karşıya gelişi, Viyana eylemi, Al-Jazeera Tv’de Suudi Krallığına yönelik sert ve güçlü eleştirilerinden sonra Katar Emiri’nin Nakkaş’a daveti, Suudi Krallığının Nakkaş’ı susturma hedefiyle rüşvet teklifleri…

‘Arap Baharı’ ile birlikte, Nakkaş’ın yaptığı sunumlar, yazdığı makaleler ve TV programları, bölge ile ilgilenenler açısından yol gösterici olmuştur. Medyaşafak sitesi için katıldığı birçok TV programını Arapça’dan Türkçeye çevirdikten sonra, 2015 yılında ilk röportajımızı yaptık. Daha sonra Ankara, Antakya, Samandağ ve İstanbul’daki etkinlikler ve paneller için Türkiye’yi birçok defa ziyaret etti.

Özellikle komşu Suriye’yi tartıştığımız yıllarda, Nakkaş’ın Suriye ve bölgeye dair analizleri Arap medyasında çok güçlü bir şekilde yer buldu. Biz de bu analizlerden ve meselelere yönelik isabetli görüşlerinden yaralandık.

Suriye krizinin başlarında da eski Katar Emiri, Esad’ı ikna etmek üzere Nakkaş’tan aracı olmasını talep eder. Talepleri arasında Filistin örgütlerin Şam’dan çıkarılması ve Hizbullah’a desteğin kesilmesi vardır. Nakkaş’ın Katar Emirine cevabı şöyle olur: Önce beni ikna etmeniz gerekir.

Nakkaş, “Levanten Konfederasyon” isimli son kitabının Türkçeye çevrilmesini de istiyordu. Bu nedenle kitap basıma gitmeden önce, kitabın nüshasından bir tanesini Türkçeye çevirmek üzere almamı istedi. Maalesef kitabın çevirisini bazı nedenlerden dolayı yapabilmiş değiliz.

Son yıllarda “Bölgesel Barış ve İşbirliği Meclisi” başlığıyla Türkiye’de sol partiler, sendikalar, CHP’den yetkililer ve Kemal Kılıçdaroğlu, HDP, Saadet Partisi’ne yakın şahsiyetler, akademisyenler ve gazetecilerle bir araya geldi.

Bu meclisi şöyle tanımlıyordu: Nehirler Türkiye’den aşağı akıyor, petrol ve doğalgaz Irak ve İran’dan yukarı akıyor. Buradaki Araplar, Kürtler, Türkler, Farsiler ne olursa olsun yüzyıllar boyunca beraber yaşadı. Buradaki zenginliği, bu halkların yararına kullanmak üzere yeniden beraberlik kurabiliriz, emperyalistlerin ve bölgeye sürekli müdahale eden dış güçlerin üzerinde tepindiği ve çatışmalara neden olan yapay sınırları kaldırabiliriz. Kimliklerimizi, birbirimizle çatışmak yerine, aramızda bir ağ kurmak adına yan yana getirebiliriz. Meclis bu aracı rolü oynayabilir.

Filisin Rum Ortodoks Piskoposu Ataullah Hanna taziye mesajında şöyle diyor: Filistinliler, adil davalarını savunan mücadele insanlarını unutmayacak. Bölge ve bölge halklarının barışı için büyük uğraş veren ve bize çok şey öğreten Enis Nakkaş’ı biz de unutmayacağız.

Kudüs’ün duvarlarına, Filistin davasına ömrünü veren ve bu uğurda hayatını kaybedenlerin isimleri gibi, Enis Nakkaş’ın da ismi yazılacak.

Hasan Sivri