Seyyid Hüseyin el-Husi’nin şehadetine kadar olan dönem

Yemen’deki Ensarullah hareketinin son yıllarda kazandığı güç uluslararası ve bölgesel meselelerle ilgilenen analistlerin dikkatini çekti. Özellikle de mevcut şartlarda bu örgüt, Yemen’deki birçok partiyi ve grubu kendisiyle birlikte hareket etmeye sevk etti.

Sahip olduğu halk desteği, eski cumhurbaşkanı Mansur Hadi’yi Yemen’den kaçmaya mecbur etti. Ensarullah’ın ortaya koyduğu güç öylesine büyüdü ki tüm Arap liderlerini ve onların Amerikalı efendilerini dehşete düşürdü. Nitekim geçtiğimiz günlerde bu dehşetten kaynaklanan bazı tepkilere tanık olduk. Suudilerin askeri seçeneğe başvurmaları bunlardan biri sayılabilir. Bu çerçevede Yemen’i ve dünyadaki gelişmeleri takip eden kimseler için Ensarullah hareketini yakından tanımak büyük bir önem arz ediyor.

Lübnan’ın el-Menar televizyonu, Ensarullah hareketini inceleyen bir dosyaya yer verdi, biz bu dosyanın çevirisini değerli okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz:

“Allahu Ekber, kahrolsun Amerika, kahrolsun İsrail, Yahudilere lanet olsun, zafer İslam’ındır!” sloganı ilk kez 17 Haziran 2002’de Sada kentindeki bir okulun bahçesinde duyuldu.

Diktatörlerin ve zorbaların zorlu bir savaş başlatması için bu slogan yeterliydi. Bu savaş Amerika’nın eski Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’ten istemesi ve Suudilerin de onayı ile başladı.

Bu çerçevede Husilere karşı altı savaş yapıldı. İlk savaşta Husiler partisinin kurucusu Seyyid Hüseyin Husi, şehit edildi. Güçlü bir örgüt olan Ensarullah adlı hareket ortaya çıktı ve Yemen’in en önemli siyasi aktörlerinden biri oldu.

Ensarullah kimlerden oluşuyor?

Ensarullah örgütü, Seyyid Hüseyin Bedreddin el-Husi’nin konuşmalarının ışığında, Sada kentinin Merran bölgesindeki İmam Hadi okulunda kuruldu.

Yemenli araştırmacı ve Yemen Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Abdulmelik el-Aczi’nin ifadesiyle, Ensarullah hareketi Seyyid Hüseyin’in bir ömür fikri ve siyasi tecrübesi sonucu elde ettiği bir ıslahat projesiydi.

Bu sebeple Ensarullah örgütünün Seyyid Hüseyin el-Husi’nin düşüncelerinin özü olduğu söylenebilir. Seyyid Hüseyin el-Husi, şiddetli saldırılara uğradı ve 2004’te de şehit edildi; ancak Seyyid Hüseyin el-Husi’nin şehit edilmesine kadar Ensarullah örgütü bugünkü mevcut şeklini almamıştı. Şehit Husi, hayatta olduğu dönemde bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Bizim partimiz yok, siyasi örgütümüz yok, biz yalnızca Müslüman bir grubuz. Bize karşı savaş başlatmalarının sebebi, Amerika’ya ve İsrail’e karşı mücadele edip halka Kur’an-ı Kerim’i hatırlatmamızdır. Onlar, Amerika’nın emirlerini uygulamak istiyorlar.”

Seyyid Hüseyin el-Husi kimdir?

Seyyid Hüseyin el-Husi, 1959’da Sada ilinin er-Ruveys kentinde dünyaya geldi. İlim ehli bir ailede yetişti. O, Yemen’in en seçkin Zeydi ilmi mercilerinden biri olan Seyyid Bedreddin Emireddin el-Husi’nin oğluydu. Bu ilişkinin de çok açık bir şekilde gösterdiği üzere bu aile, siyasi bir aile olmaktan çok ilmi ve dini bir aileydi.

Seyyid Hüseyin’in dedesi Seyyid Emireddin, zalim yönetime karşı tavır sahibiydi ve zalimlerin yönetimi altında Cuma namazı kılınmayacağına inanıyordu. Onun bu tavrının sebebi Cuma namazlarında zalim yöneticiye dua ediliyor olmasıydı. O ise zalim yöneticiye dua etmenin zalimi kabul edilebilir kıldığına ve bunun da bir zulüm olduğuna inanıyordu.

Seyyid Hüseyin’in babası siyasetle çok ilgili olduğundan radyodan sürekli olarak haberleri dinlerdi. Amcası Abdulkerim el-Husi ise 1962 yılındaki olaylarda camide şehit edilmişti.

İran İslam Devrimi’nden sonra Seyyid Hüseyin ve babası, Yemenlilerin çoğu gibi İmam Humeyni’ye büyük bir hayranlık duydu. İmam Humeyni, yaşantısı ve devrimiyle Zeydilerin yetiştiği değerleri hayata hâkim kıldı. Hatta o dönemde Yemenli âlimlerin birçoğu İmam Humeyni’nin Zeydi olduğunu söylüyordu; çünkü Zeydilik düşüncesi devrimciydi ve onların düşüncesinin temeli zalime karşı kıyam etmek ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktı.

O dönemde Yemenliler ve Husi ailesi, İmam Humeyni’yi bir kurtarıcı olarak görüyordu. Onlara göre İmam Humeyni, halkın Kur’an’ın öğretilerini anlamasını sağlamış ve başlattığı kıyamla Müslümanların Doğu’dan da Batı’dan da bağımsız olan bir İslam ülkesi kurma arzusunu gerçekleştirmiş bir kimseydi.

İran’a yolculuk

Seyyid Hüseyin Husi, 1986 yılında damadıyla birlikte İran’a gitti. Dr. Abdurrahim el-Hamran bu yolculuk ortamını şöyle anlatıyor: “Gerçek bir devrimci olan Seyyid Hüseyin Husi, İslam Cumhuriyeti’ne gitti. O, İran’a ulaşmak için büyük çabalar sarf etti. Çünkü o dönemde İran savaş halindeydi ve çok sıkı güvenlik önlemleri uygulanıyordu. Seyyid Husi ise o dönemde meşhur biri değildi. Seyyid Husi, kendisini İran’a ulaştıracak bir kanal bulmak için Suriye’de bir ay kaldı. İran’da ikamet süresi 18 gündü ve o, bu süreyi Irak ve İran ulemasıyla görüşmeler yaparak geçirdi.”

Dr. Hamran, Seyyid Hüseyin’in bir sözünü de naklederek şöyle diyor: “Bu bayrağın yani İmam Humeyni’nin bayrağının eşi yoktur. O, bir süre de Bedir ordusuna katılmayı düşündü. Bedir Ordusu o dönemde yeni kuruluyordu. Hedefi de Saddam Hüseyin’in dayattığı savaşta İslam Cumhuriyeti’ni savunmaktı.”

Seyyid Hüseyin el-Husi ve babası, 1990 yılında bazı Zeydi liderlerle birlikte el-Hak partisini kurdu. Fakat çok fazla bir zaman geçmeden Yemen rejimi ve Suudilerin parti liderleri arasında çatışma çıkarma çabaları sebebiyle bu ikisi partinin bazı seçkin liderleriyle birlikte partiden ayrılmayı tercih etti. Bunun üzerine üç bin kişi de partiden ayrıldı; çünkü artık parti iç reformlarını yapamayacak kadar güçsüzdü.

Ondan sonra Seyyid Hüseyin, Dr. Abdurrahim Hamran’ın da bulunduğu bir grup insanla birlikte “Mümin Gençler” örgütüne katıldı. Bu örgüt, Seyyid Hüseyin’in kardeşi Muhammed Husi ve bazı arkadaşları tarafından kurulmuştu. Onlar, Seyyid Hüseyin’den ve Dr. Hamran’dan örgüte katılarak kendilerine yardım etmelerini istediler. Bu örgütün amacı, gençleri Yemen’de yayılmaya çalışılan Vehhabilik gibi yıkıcı ve sapkın düşüncelere karşı korumaktı.

Seyyid Hüseyin, yüksek lisans diplomasını 1993-1997 yılları arasında Sana Üniversitesinden almış; ondan sonra da milletvekili olarak parlamentoya seçilmişti.

Seyyid Hüseyin’in Irak’a yolcuk yaptığı dönemde Irak, Kuveyt’i işgal etti ve Seyyid Hüseyin de bu sebeple Irak’ta daha uzun süre kalmak zorunda kaldı.

Yemen ordusu ile Sosyalist Parti arasında 1994 yılında yaşanan savaştan sonra Ali Abdullah Salih Yemen ulemasını topladı ve onlardan sosyalizm aleyhine tavır almalarını ve onlara vurulacak her türlü darbeyi meşru görmelerini istedi.

Müslüman Kardeşler’in Yemen kolu olan Islah Partisi’nin liderlerinden Abdullah el-Ahmer, hatıralarında şöyle diyor: “Ali Abdullah Salih, halkı sosyalizme karşı kışkırtma ve onları tekfir etme sorumluluğunu bu âlimlere verdi.”

Seyyid Bedreddin’nin (Seyyid Hüseyin’in babası) de yer aldığı bazı âlimler Ali Abdullah Salih’in bu önerisine karşı çıktı. Salih, bunu kabul ettirmek için onlarla sürekli temas halindeydi. Seyyid Hüseyin de bu zalimce saldırıya karşı çıktı ve bu akıma karşı protesto gösterisi düzenledi. Parlamentoda da Salih’in bu zalimce talebine karşı çıktı. Onun bu muhalefeti, Seyyid Hüseyin’in sosyalistlerle müttefik olmakla suçlanması için yeterli oldu.

Nihayet savaş bittikten sonra Yemen rejimi Seyyid Hüseyin’e suikast yapma çabası içine girdi. Bu çerçevede onun odasına RPG roketiyle saldırı düzenlendi.

Yemen basınından Hamid Rızık, şöyle diyor: Allame Bedreddin Husi, kendisinin hayatının tehlikede olduğunu biliyordu. Çevresindekileri Yemen’den ayrılmaya ikna etti. Allame Husi Yemen’den ayrılıp Arabistan’a gitti; ancak Kral Fahd ona 10 günden fazla ikamet izni vermedi. Bu yüzden de önce Ürdün’e, sonra Suriye’ye ve oradan da İran’a gitti ve bir yıl orada ikamet etti.

Seyyid Hüseyin, 1995 sonlarında babasını Sada’ya geri getirmek için İran’a gitti. Meşhur söylentilerin aksine Seyyid Hüseyin hiçbir zaman Lübnan’a gitmedi. Seyyid Hüseyin daha sonra Müslüman Kardeşler’in kurucusu olan Hasan el-Benna’nın oğlu Seyfulislam Benna ile görüştü. Seyyid Hüseyin bu dönemde Şeyh Ömer Abdurrahman’la da görüşmek için çaba gösterdi.

Akademisyen olmak isteyen Seyyid Hüseyin, öğrenimine devam edip doktora yapmak için Dr. Hamran’la birlikte Sudan’a gitti. Orada dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen öğrencilerin ve hocaların görüşlerinden istifade etti.

Husilerin dört cümlelik sloganının macerası

11 Eylül 2011’deki olaydan önce Seyyid Hüseyin Husi, Merran’a geri döndü. O dönemde Amerikan Başkanı George W. Bush, “Dünya ya bizden yanadır ya da bize karşıdır” demişti. Seyyid Hüseyin Husi, ona “Biz küfür cephesinden yana değil, İslam cephesinden yana olmalıyız” diyerek cevap verdi. O dönemde Husiler, toplumsal faaliyetlere ve halka hizmet çalışmalarına yöneldiler.

Seyyid Husi, o sırada İmam Hadi okulunda konuşma yapıyordu. Konuşmasında Müslümanların hastalığının vahdetten ve Kur’an-ı Kerim’den uzaklaşmak olduğunu vurguladı. Halktan vahdeti sağlayıcı bir etken olarak Kur’an’ı Kerim’e dönmesini istedi ve şunları söyledi: “Müslümanların Kur’an-ı Kerim’in metni üzerine bir ihtilafı olmadığına göre Kur’an’a dönülmeli ve ihtilaflara sebep olan tefsirler ise bir kenara bırakılmalıdır.”

Amerika’nın “İslami terörizm” diye adlandırdığı şeye karşı Afganistan’da savaşa başlaması ve Irak’ı tehdit etmesinden sonra Husiler ve taraftarları, “Kahrolsun Amerika, kahrolsun İsrail, Yahudilere lanet olsun, zafer İslam’ındır” şeklinde slogan atmaya başladı.

Yemen Cumhurbaşkanı o günlerde Seyyid Hüseyin Husi’ye mesaj göndererek bu sloganı terk etmelerini istedi ve “aksi halde sana asla acımayacak birini senin üstüne gönderirim” diye tehdit etti.

Seyyid Hüseyin, Yemen cumhurbaşkanının kendisini General Ali Muhsin el-Ahmer ile tehdit ettiğini anlamıştı. O, Vehhabi düşüncelere sahip Suudilerin safında biriydi ve Ali Abdullah Salih’in kanlı eliydi. Seyyid Husi o gün kendisine şöyle cevap gönderdi: “Benim halk üzerinde bir hâkimiyetim yok bu sebeple onlara engel olamam; ama siz resmi olarak bir kanun çıkarıp bu sloganı yasaklayabilirsiniz.”

Böylece Seyyid Hüseyin Husi, bu slogandan vazgeçmeyi kabul etmedi ve Amerika ile Suudilerin emri ile Ali Abdullah Salih, ona karşı savaş başlattı.

Ali Abdullah Salih, mesaj göndererek Seyyid Hüseyin Husi’yi görüşme yapmak için başkent Sana’ya çağırdı. Ancak Seyyid Husi bunu kabul etmedi ve “İnşallah uygun bir zamanda anlaşmaya varırız” dedi. Seyyid Hüseyin Husi’nin Sana’ya gitmeyi kabul etmemesinin sebebi, savaş kararının daha önceden alınmış olmasıydı. Salih de Husilerin kendisiyle görüşmediğini belirterek 2004 yılında savaş ilan etti.

Ali Abdullah Salih, Husileri yok ederek Amerika’yı ve Suudileri memnun etmeyi ve onlar nezdinde Saddam Hüseyin’e destek veren tutumunu telafi etmeyi istiyordu. Öte yandan Amerika da İsrail ve Amerika’nın kırmızıçizgi olduğunu ve sloganla dahi olsa bu çizgiye yaklaşılmaması gerektiğini ispat etmek istiyordu. Ayrıca Amerika Husilerin yaratacağı tehlikenin de farkındaydı. Öte yandan Suudiler de Seyyid Hüseyin Husi’nin babasına yönelik eski bir kine sahipti. Çünkü Suudiler de Allame Bedreddin el-Husi’nin geçmişte Kral Fahd’ın isteğini reddetmesini unutmamıştı. Kral Fahd, Irak’ın Kuveyt’e saldırdığı ve Ali Abdullah Salih’in de Saddam’ı desteklediği dönemde Allame Bedreddin Husi’den Salih’e karşı durmasını istemişti.

2004’teki ilk savaş

Husilere yönelik birinci savaşta o dönemde kuzey bölgesi komutanı olan General Ali Muhsin el-Ahmer, bu savaşta askerlerin büyük çoğunluğunu komuta ediyordu. Abdurrahim el-Hamran şöyle diyor: “O dönemde operasyon süresinin uzaması üzerine 12 Amerikalı subay da kurdukları özel bir operasyon odasıyla bu savaşı yönetiyordu.” O, sözlerine şöyle devam ediyor: “Onlar bölgeyi öylesine kuşatmıştı ki 82 gün boyunca bu bölgeye bir bidon süt bile giremedi. Eğer güçleri yetseydi bu bölgenin havasını bile keserlerdi. Onlar basına bölgeye yaklaşma izni vermiyordu. En yakın medya muhabiri, el-Arabiya’nınkiydi onlar da bölgedeki olayları Merran kentinin 50 kilometre uzağından bildiriyordu.”

Yemenli yetkililer, çok feci katliamlar yaptı. Seyyid Hüseyin Husi, o dönemde kendisiyle irtibat kuran BBC’ye şunları söyledi: “Onların bize bir günde yaptığı saldırı, Amerikaların Bağdat’ın veya Felluce’nin mahallelerine yaptığı saldırıdan çok daha şiddetliydi.” Bütün bunlara rağmen, Seyyid Husi’nin damadının tabiriyle tüm imkânsızlıklara rağmen Husi yiğitleri kahramanca mücadele ediyordu.

Bu savaşta Yemen ordusunun Seyyid Hüseyin Husi’ye suikast yapmak için kullandığı araçlardan biri de hile ve aldatmaydı. Yemen ordusu, bir gece Curf Salman bölgesine (Sada dağında Seyyid Hüseyin’in sığındığı bir bölge) çok miktarda petrol boşalttı ve daha sonra da bölgeyi ateşe verdi. Bu ise oradaki herkesin ölmesine veya yaralanmasına sebep oldu. O gün Seyyid Hüseyin de başından, ayağından ve gözünden yaralanmıştı. Hatta Husi direnişçilerinin silahları tükenmişti. Onların ellerinde kalan tek şey bir bombaydı ve onu da Abdulhakim atmış ve şehit olmuştu.

Bundan sonra Seyyid Hüseyin, ordunun komutanlarıyla konuştu. Onlar kendisine dışarı gelmesini ve ona bir zarar verilmeyeceğini söylediler. Seyyid Hüseyin, oğlu ve bir arkadaşıyla birlikte komutanlarla görüşme yapmak için çıktı. Bunun üzerine ordu bundan istifade etti ve bölgeye girdi, çok sayıda kişiyi yaraladı ve esir aldı. Seyyid Hüseyin de komutanlarla görüşmesi sırasında öldürüldü.

Seyyid Hüseyin’in damadı şöyle diyor: “Sabit Cevvas adlı bir Yemen ordusu subayının bilinmeyen biriyle telefon görüşmesi yaptıktan sonra silahını Seyyid Hüseyin’e doğrultup ateş ettiğini ve onu şehit ettiğini söylediler. Bu subayın daha sonra Abdurabbih Mansur Hadi’nin özel muhafızlarının komutanı olarak tayin edilmesi tuhaf değil.”

Devam edecek…

Çeviren: Hüseyin Mahir

Medya Şafak

http://hawzahnews.com/detail/News/347166

http://hawzahnews.com/detail/News/347166
0
Would love your thoughts, please comment.x