Muhammed bin Selman’ın bütün ipleri elinde tuttuğu Suudi Arabistan yönetimi neden Cemal Kaşıkçı’yı öldürmek istedi?
İlk bakışta S. Arabistan’ın Cemal Kaşıkçı’yı diplomatik skandala yol açacak bir mekânda öldürmesi anlamsız ve saçma gözükse de gerek küresel ölçekte gerekse bölgesel spektrumda son yıllarda meydana gelen olaylarda rasyonalite, makul olma, ölçülü yaklaşım kaygısının neredeyse tamamen ortadan kalktığı fark edildiğinde bu cinayette rasyonalite aranmaması gerektiği sonucuna varırız.
Suudi veliahdı MBS(*)’nin krallık ve hanedan içerisindeki hakimiyetini perçinlemesinin ardından altına imza attığı hangi uygulamada rasyonellik vardı ki? Bir ülkenin başbakanını rehin alıp bir hafta boyunca onun dünyayla ilişkisini kesmesinde mi, hanedanlık üyesi zengin prenslerin tutukevine dönüştürülen lüks bir otelde işkenceye maruz kalıp servetlerinin bir kısmını bağışlamak zorunda bırakılmalarında mı, yine üç prensin yönetimden farklı düşündükleri için kaçırılarak ortadan kaybedilmelerinde mi? Hangisinde?
Çılgınlıklar çağında yaşıyoruz. Özellikle son birkaç yılda bölgede yaşananlar, akli kriterlerle anlaşılacak gibi değil. Bu sadece MBS için değil, başta Trump gibi kendi kurdukları hayal dünyasını kolaylıkla gerçek hayata aktarabileceklerini düşünen liderler için de geçerli. Eskiden dünyada çılgınlıklarıyla meşhur birkaç lider olurdu, bunların yaptıklarına söylediklerine gülünüp geçilirdi. Şimdi dünyadaki liderlerin bir kısmının giderek akli yargıları bir kenara bırakarak dünyanın gidişatına ayak uydurduklarını görüyoruz. Bu gidişatı sadece sağ popülizmin ya da yabancı düşmanlığının yükselişi olarak okumak yaşananları eksik yorumlamak olur. Buna çılgınlığı, dengesizliği, irrasyonelliği ve hatta sürrealiteyi de eklemeli.
Bu nedenle Kaşıkçı’nın konsolosluk içerisinde öldürülmesinde makuliyet aramak boşuna. Ancak bu, onun gereksiz yere ortadan kaldırıldığı ya da bir öldürülme nedeninin bulunmadığı anlamına gelmez. En fazla bu işin neden konsolosluk gibi son derece riskli, işlenen suçun hemen ortaya çıkarılabileceği, Suudi rejiminin yalanlarla durumu idare edemeyeceği bir yerde yapılmasının saçmalığının, köhnemiş rejimin ahmaklığının ulaştığı noktanın altı çizilebilir. Yoksa, Kaşıkçı’nın öldürülmesinin mutlaka bir nedeni var, hem de esaslı bir nedeni.
Kaşıkçı, Suud rejimine belki yurt dışına kaçarak yabancı gazetelerde yazmaya başladığı ilk dönemde tehdit teşkil etmemiş olabilir. Ancak son dönemlerde Kaşıkçı’nın faaliyetlerine bakıldığında Washington Post yazarlığının da ötesinde bir etkinliğinin olduğu görülecektir. Özellikle yazarlığını yaptığı gazetenin aktardıklarına bakılırsa Kaşıkçı, S. Arabistan’da orta ve kısa vadede önemli değişiklikler meydana gelmesine katkı sağlayacak bir ya da birkaç oluşumun inşasını planlamıştı, hatta bunun da ötesine geçerek kurmayı düşündüğü kuruluşları hayata geçirmek için ilk adımları atmıştı da. Belli ki, Kaşıkçı bazılarının ileri sürdüğünün aksine Suud rejimine ciddi bir tehdit teşkil ediyordu. Hatta kurmayı planladığı oluşumların Suudi Arabistan’da gerçek politik reformların hayata geçirilmesi için mücadele edecek bir ajandası da vardı ve bu belki de Suud’da muhaliflerin örgütlenmesini de içeriyordu. Müslüman Kardeşler Hareketi’nin de desteğini arkasına alan Kaşıkçı’nın bu faaliyetleri, öteden beri rejim tarafından izleniyordu ve belli ki potansiyel bir tehdit olarak görülüyordu.
Ancak Suud rejimi, Kaşıkçı cinayetini eline yüzüne bulaştırdı ve bu durum rejime Kaşıkçı’nın hayatta kalmasından çok daha büyük bir tehdit oluşturmuş durumda. Suudi rejimi dünya kamuoyu önünde küçük düştü, bu mantık dışı eylem, rejimin Yemen Savaşı ve Katar ablukası başta olmak üzere birçok politikalarının daha fazla sorgulanmasını beraberinde getirdi. Diplomatik bir misyonda vahşice cinayet işleyebilen bir rejim, başka ne tür maceracı eylemlere girişmezdi ki? MBS, şu ana kadar binlerce insanın ölümüne yol açan savaş kararı başta olmak üzere, çılgın politikalarını iki şeye güvenerek yapıyordu: Birincisi Trump’la ve ABD ile olan iş birliği, ikincisi petrodolar. Ancak bütün güç unsurlarının bir araya gelmesine rağmen, öyle görünüyor ki MBS’nin güvendiği dağlara kar yağacak ve bel bağladığı güçler kendisini de kurtaramayacak. Elbette Trump, MBS’den kolay kolay vazgeçmeyecek ancak ne Suudilerin devlet yapısı ne de küresel düzen MBS’nin ergenliklerini, maceraperestliğini ve acemiliklerini kaldırabilecek durumda değil. Bölgede önemli değişiklikler oluyor ve tek başına İsrail işgal rejimine ya da Trump’ın bölgesel projelerine verilen destek yeterli değil. Ayrıca Trump’ın daha ne kadar Beyaz Saray’da kalacağı bile tartışma konusuyken MBS’nin yerinin garanti olduğunu söylemek hiç de gerçekçi bir yaklaşım gibi görünmüyor.
Öte yandan Türkiye basınında Suudilerin İslam İşbirliği Teşkilatı (eski adıyla İKÖ’nün) kuruluşunda yer almış ya da Batı’ya petrol ambargosu uygulamış bir rejimden bugün Siyonistlerle işbirliğine geçiş yapmış bir ülke tablosu sunulmaya çalışılması oldukça ilginç. Suud rejiminin nasıl ideolojik ve politik bir yapıya sahip olduğunu, Soğuk savaş yıllarında nasıl Amerikan hegemonyasına direnen ülke ve yapılara karşı izlediği işbirlikçi siyaseti, İsrail işgal yönetiminin yetkilileriyle gizli görüşmeler yaptığını ve ABD’nin inşa ettiği statükoya nasıl omuz verdiğini bilmesek, Suudilerin tertemiz bir geçmişe sahip olduğuna neredeyse inanacağız. Tabi bunlara inanmak için gerekli dozda saf olmak da gerekiyor.
Şunu güzelce kafamıza yerleştirelim; Muhammed bin Selman rejimi Kurucu Kral Abdülaziz’den bu yana oluşmuş konvansiyonel Suud rejiminden küçük bir sapma olabilir. Ancak şunu unutmamalı ki, Bender Bin Sultan ABD adına el Kaide ve IŞİD’in bölgede gerçekleştirdiği operasyonlara nasıl kılavuzluk ettiyse, Türki el Faysal nasıl Bin Selman’dan önce Arap ve İslam dünyasında özgürlük ve direniş hareketlerine karşı gayrı meşru yollarla mücadele ettiyse Muhammed Bin Selman da aynı şeyleri bu kez biraz daha farklı metotlarla ABD hegemonyası adına yapıyor. Aradaki fark, stratejik değil sadece taktiksel. Hele karşınızda 1979 yılında Müslüman direnişçi Cüheyman el Uteybiye ve arkadaşlarını vahşice katletmek için Fransız komandolarını Kabe’ye sokan, 1987 yılında sinek kanının bile akıtılmasının yasak olduğu Mescid-i Haram’da yüzlerce masum hacıyı ve barışçıl göstericileri katletmekten çekinmeyen, General Abdülfettah Sisi’nin başı çektiği Mısır darbesini finanse eden, Filistin direnişini sahip olduğu medya gücü ve parasal imkanlarla boğmaya çalışan bir rejim varsa, mevcut rejimin eskisinden daha kötü olduğu tezini iki kez düşünmeli derim.
İslam Özkan-islamianaliz
*MBS: Muhammed Bin Selman