Kum İlimler Havzası’nın önde gelen müfessir, filozof ve ariflerinden Ayetullah Cevadi Amuli’den Kadir Gecesi ve Kur’an-ı Kerim’in nüzulunun keyfiyetine dair ufuk açıcı bir yazı…
Kur’ân-ı Kerim’in Nüzulünün Keyfiyeti ve Kadir Gecesi Üzerine
Ayetullah Cevadi Amuli
Bahis konusu edilmesi gereken önemli meselelerden birisi de Kur’ân- Kerim’in nüzul ve tecellisinin keyfiyeti meselesidir. Yüce Allah, mübarek Kadir suresinde Kur’ân-ı Kerim’i Kadir gecesinde nazil ettiğini beyan eder: “Şüphesiz biz onu Kadir gecesinde indirdik.” (Kadir, 1) Başka bir ayeti kerimede ise Kur’ân’ın mübarek bir gecede nazil olduğunu belirtir: “Hâ-Mim. Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır.” (Duhân, 1-3) Bu iki ayeti ve konuyla ilintili diğer ayetleri bir araya getirdiğimizde Kur’ân-ı Kerim’in Kadir gecesinde bir defada topluca nazil olduğu sonucuna ulaşırız.
Öte yandan; tarihî gerçekler ve ayetlerin iniş sebepleri, Kur’ân’ın tedricî olarak, yirmi üç yılda nazil olduğunu göstermektedir. Nitekim bizzat Kur’ân’da tedricî nüzule işaret eden açıklamalar mevcuttur. Sözgelimi bir ayeti kerimede şöyle buyrulur: “Biz onu, Kur’ân olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (ayet ayet, sure sure) ayırdık ve onu peyderpey indirdik.” (İsra, 106) Kâfirlerin “Kur’ân sana niçin Tevrat’ın Musa’ya nazil olduğu gibi bir defada nazil olmadı” şeklindeki itirazları dile getirilirken de bu hususa işaret edilir: “İnkâr edenler: Kur’ân ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler.” (Furkan, 32) Yüce Allah bu itirazın cevabında Resul-i Ekrem’e (s.a.a) şöyle buyurur: “Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.” (Furkan, 32)
Görüldüğü üzere Kur’ân-ı Kerim’in nüzulüyle ilgili ayeti kerimelerin zahiri birbirlerinden farklıdır; kimi ayeti kerimeler Kur’ân’ın bir defada topluca nazil olduğuna, kimileri ise Hz. Peygamber’in (s.a.a) risaleti süresince peyderpey nazil olduğuna delalet eder. Hâlbuki ayeti kerimeler arasında herhangi bir tutarsızlık ve çelişki olmadığı bizzat Kur’ân-ı Kerim tarafından açıkça beyan edilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Eğer o (Kur’ân), Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” (Nisa, 82) Fakat Allah tarafından geldiğinden Kur’ân’da hiçbir tutarsızlık ve çelişkiye yer yoktur; bilakis baştan sona bütün ayeti kerimeler arasında harikulade bir uyum ve insicam söz konusudur. “Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi.” (Zümer, 23)
Yüce Allah’ın mukaddes Zatı’nın tecellisi olan Kur’ân-ı Kerim, ayeti kerimeleri birbirleriyle uyumlu, benzer ve bağlantılı olan en güzel sözdür. Ayeti kerimeler arasında herhangi bir çelişki olması ihtimali bir yana, birbirlerini kemale ulaştırır ve tamamlarlar. Söz konusu ayeti kerime gruplarından her birinin bir diğeriyle örtüşen ve bağdaşan bir sebebi vardır. Ayeti kerimeler arasındaki insicamı açıkça ifade edebilmek için şunu söyleyebiliriz: Biri topluca bir defada nüzul, diğeri zaman içerisinde peyderpey nüzul olmak üzere Kur’ân-ı Kerim iki kez nazil olmuştur. Nüzule dair ayeti kerime gruplarından her biri bu iki nüzul şeklinden birine delalet etmektedir.
Bir Görüşün Eleştirisi
Kimileri bu ayeti kerimelerin arasını bulmak için şöyle bir teori geliştirmiştir: Kur’ân-ı Kerim yalnızca bir kere nazil olmuştur. Kur’ân’ın Kadir gecesinde nazil olduğuna delalet eden ayeti kerimeler ise Kur’ân’ın nüzulünün başlangıcıyla ilgilidir. Nitekim zaman içerisinde tamamlanan önemli bir işin başlangıcı o işin gerçekleşmeye başladığı tarih kabul edilir. Buna göre nüzulün başlangıcı esas alınarak Kur’ân-ı Kerim’in Kadir gecesinde nazil olduğu söylenmiştir.
Bu görüş Kur’ân’ın zahiriyle bağdaşmamaktadır. Çünkü “Biz onu Kadir gecesinde indirdik” ayeti kerimesi ile Duhan suresinde Kur’ân’a and içildikten sonra buyrulan “Biz onu mübarek bir gecede indirdik” ayeti kerimesinin zahiri, Kur’ân’ın bir bölümünün değil, tamamının kastedildiğini göstermektedir. Ayrıca bizzat Kur’ân-ı Kerim’de Kur’ân’ın nüzulünün mübarek Ramazan ayında gerçekleştiği ifade edilmektedir: “Ramazan ayı, Kur’an’ın indirildiği aydır.” (Bakara, 185) Kadir gecesi de Ramazan ayının içinde olduğundan şayet kastedilen nüzulün tamamı değil de yalnızca başlangıcı olmuş olsaydı Hz. Peygamber’in (s.a.a) risalet görevinin başlangıcının da Ramazan ayında olması gerekirdi. Hâlbuki İmamiye Şiası tarihine göre Hz. Peygamber Recep ayında mebus olmuştur. Öte yandan kastedilen vahyin nüzulünün başlangıcı değilse mübarek Kadir gecesinin herhangi bir özelliği kalmaz. Çünkü buna göre Kur’ân-ı Kerim’in her bir bölümü belli bir zaman diliminde nazil olmuş olur. Dolayısıyla mübarek ayın ve mübarek gecenin Kur’ân-ı Kerim’in tamamının nazil olduğu zaman dilimi olması gerekir; yalnızca nüzulün başladığı zaman dilimi değil. Çünkü bu durumda risaletin Recep ayında değil de mübarek Ramazan ayında başlamış olması gerekirdi. Şayet Kur’ân’ı Kerim’in bir bölümünün Ramazan ayında nazil olduğu ileri sürülecek olursa bu durumda Ramazan ayının diğer aylardan herhangi bir ayrıcalığının olmaması gerekirdi. (Daha fazla bilgi için bkz: A. Cevadi Amuli, Tefsir-i Tesnim, Bakara 185’inci ayetin tefsiri.)
Üstad Allame Tabatabai (k.s) kıymetli el-Mizan Tefsiri’nde şöyle buyurur: “Kur’ân-ı Kerim iki aşamada nazil olmuştur. Bu aşamalardan birisi bölünme özelliği olmayan (basit), yekpare ve her türlü değişimden masundur. Diğeri ise tafsilî, bölünebilir ve nasih-mensuh tarzında değişime ve dönüşüme açıktır. Kur’ân-ı Kerim, mübarek Kadir gecesinde Resul-i Ekrem’in (s.a.a) pak kalbine birinci aşamadaki özellikleriyle nazil olmuştur. Yirmi üç yıllık risaleti süresinde ise ikinci aşamadaki özellikleriyle nazil olmuştur. Bu süreçte nüzul, tafsilîdir, bölünebilir ve hükümleri değiştirilip dönüştürülebilirdir.” (bkz: el-Mizan, c.2, s. 15-18.)
Allame Tabatabai’nin bu görüşü her ne kadar bazı ayeti kerime ve hadisi şeriflerle uyumlu olsa da Kur’ân-ı Kerim’in Kadir gecesindeki nüzulünün basit olduğu söylenemez; çünkü Kur’ân’da da ifade edildiği üzere Kadir gecesinde her yekpare hikmetli iş parçalanır ve ayrılır: “Onda (o gecede) her hikmetli iş ayrılır.” Kadir gecesi takdir gecesidir. Böyle bir gece, Kur’ân’ın sırf basit (tek, parçalanamaz) olan nüzul aşamasıyla bağdaşmaz. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, diğer bütün işler gibi, hem hikmetli, basit ve sabittir, hem de tefrik, terkip, teksir vb. aşamalara sahiptir. Buna göre Kadir gecesinde nazil olan vahyin de tefrike uygun olması gerekir; çünkü o gecede her hikmetli iş tefrike uğrar.
Tafsilî Keşifle Eşzamanlı İcmalî Nüzul
Kur’ân-ı Kerim üç mertebeye sahiptir: Yüce, orta ve nüzul etmiş. Kur’ân’ın yüce mertebesi, ledün makamında ve Mukaddes Zat’ın nezdinde olan Ümmü’l-Kitab ve Kitab-ı Meknûn’dur. İkinci mertebesi ise mukarrep meleklerin elinde bulunur. Üçüncü mertebesi ise lafızlara ve kavramlara ihtiyaç duyan, Arapça nazil olan ve insan toplumunun kendisine ihtiyaç duyduğu Kur’ân-ı Kerim’dir. Nazil olan Kur’ân tafsilîdir. Nüzulü yıllar sürmüştür ve peyderpey nazil olmuştur. Bu, tartışmasız kabul gören bir husustur. Resul-i Ekrem (s.a.a) Kur’ân’ı yüce mertebesinde gönlünün yüce mertebesiyle, nüzul mertebesinde gönül gözü ve kulağıyla, Kadir gecesinde ise gönlünün orta mertebesiyle almıştır. Ledün makamında olan Kur’ân’ın yüce mertebesi, basit bir hakikattir; hiçbir şekilde tafsile ve teksire uğramaz. Yüce mertebesinin Resul-i Ekrem’e (s.a.a) nüzulü Miraç gecesinde, meleklerin aracılığı olmadan, doğrudan gerçekleşmiştir. Resul-i Ekrem (s.a.a) hakikat makamında Kur’ân’ın gizini (Meknun) Mukaddes Zat’tan almıştır. Bu nüzul, mukarrep meleklerin ve Cebrail’in “Gelirsem kanatlarım yanar” (Bihar, c.18, s. 382) dediği makamda gerçekleşmiştir.
Ledün makamı ilahî kaza makamı ve Hz.Peygamber’in (s.a.a) vasıtasız olarak vahyi aldığı Kur’ân’ın salt basit mertebesidir. Kur’ân-ı Kerim, her kazanın kaderleştiği gece olan Kadir gecesinde Emin Ruh Cebrail aracılığıyla Hz. Peygamber’in pak kalbine nazil olmuştur: “Onu Ruhu\’l-emin (Cebrail) indirdi. Senin kalbine; uyarıcılardan olman için.” (Şuara, 193-194) Elbette bu mertebede, Kur’ân’ın sırf basit aşaması, ledün makamının salt basitlik (besatet) halinin dışına çıkmıştır; her hikmetli işin tafsil olunduğu Kadir gecesinin doğasına uygun olarak bir çeşit tafsile uğramıştır: “Onda her hikmetli iş ayrılır.” Dolayısıyla Kadir gecesinde nazil olan Kur’ân, yüce mertebe ile nüzul etmiş mertebe arasında bulunan tafsilî orta mertebeye aittir. Bu bakımdan, basit olduğundan Kadir gecesinde vaki olan toplu nüzulle, sırf basit olmayıp tafsili içinde barındırdığından da Kadir gecesinin takdir ve tefrik özelliğiyle uyumludur.
Bir Eleştiriye Cevap
Bu açıklamalarımız neticesinde şu eleştiri de cevaplanmış olur: “Kadir gecesi takdir gecesi ise ve takdir, Kur’ân’ın basit olmamasını gerektiriyorsa niçin ayeti kerimede ‘inzal’ kelimesi kullanılmıştır?” “Nezele” maddesi “ifal” babına gittiğinde “inzal” şeklini alır ve “inzal”, karine olmaksızın kullanıldığında bir anda topluca nüzul anlamına gelir, peyderpey ve tafsilî nüzul anlamına değil. Ve eğer söz konusu madde “tefil” babına giderse “tenzil” şeklini alır ve karine olmaksızın tedriç ve tafsil söz konusu olduğunda kullanılır. Kur’ân-ı Kerim’in Kadir gecesinde nazil olduğunun beyan edildiği ayeti kerimelerde “tenzil” değil “inzal” kelimesi kullanılmıştır. Zira her ne kadar inzal kelimesi bir defada topluca nüzul anlamıyla bağdaşıyorsa da Kadir gecesinin takdir ve tafsil özelliğiyle uyuşmamaktadır. Bu sorun önceki açıklamalarımızla ortadan kalkar: Kadir gecesinde Kur’ân’ın nüzulü basit ve yekpare bir iş olsa da sahip olduğu basitlik ve icmal, Kadir gecesinin ayrıştırıcı özelliğiyle bağdaşan tafsil özelliğine sahiptir. Burada kullanılan inzal kelimesi Kur’ân’ın bu geceye özgü basitliğine gönderme yapar. Kur’ân’ın Ramazan ayında ve Kadir gecesinde nazil olduğuna dair elimize ulaşan bilgiler bu anlama geliyor olabilir; hiçbir şekilde Kur’ân’ın topluca nazil olan ve (şeklî değil) manevî tedvine sahip Hz. Musa’nın levhaları gibi Hz. Peygamber’e (s.a.a) nazil olduğu anlamına gelmez. Çünkü böyle bir defada topluca gerçekleşen nüzul, tedricî nüzulün kimi ayeti kerimelerde işaret edilen hikmetiyle bağdaşmaz. Elbette Kur’ân’ın bir defada topluca nüzulü aklî açıdan mümkündür. Fakat böyle bir durumda söz konusu hikmet, Müslüman ümmeti göz önünde bulundurur, Hz. Peygamber’in (s.a.a) şahsını değil…
Medyaşafak