Siyonist rejimin stratejik yapısını barındıran hayati coğrafyanın alanı 2 bin kilometre kareyi geçmiyor. Bu alan Siyonist nüfusun yüzde 70’ini, altyapının ise yüzde 80’ini içerisinde barındırıyor. Bu stratejik bölgelere yapılacak olan akıllı füze saldırıları, askeri değeri olmayan hata paylarıyla hedefe doğrudan isabet edecektir.
Amr Maraboni / Al-Mayadeen
İşgalci rejim ile girilen çatışmalarda, stratejik denge unsuru olarak füzelerin kullanılması 1983 yılının başlarına dayanıyor. O dönem yaşanan Siyonist Rejim Hava Kuvvetleri ile Suriye Hava Kuvvetleri arasındaki askeri çatışmalarda büyük bir dengesizlik gözleniyordu. Bu çatışmalarda düşmanın hava silahlarının üstünlüğü çok açıktı. Suriyeli piyade ve zırhlı güçlerin etkinliğini kaybettiren bu üstünlük, Filistin Direnişi ve Lübnan Ulusal Hareketini de olumsuz etkiledi. Ne var ki Ayn Zahleta ile Sultan Yakub’da ve aynı şekilde Halde ve Lübnan’ın başkenti Beyrut’un kuşatılması sırasında meydana gelen çatışmalarda olumlu faktörler kendini göstermeye başladı. Bu, düşmanın hava kuvvetleri olmadan doğrudan çatışmaya girdiğinde zayıf olduğunu gösteriyordu.
O dönemde yaşanan uzun tartışmaların ardından Suriye’nin eski lideri Hafız Esad, Suriye Arap Ordusunun savaş araçlarıyla ilgili bir denge kurabilmesini sağlayacak korku dengesi stratejisi uygulayarak caydırıcılık denklemlerindeki boşluğun azaltılması gerektiği görüşüne vardı.
Mali imkânların düşük olması göz önüne alındığında, Hava Kuvvetlerini yenileme işi çok pahalıydı. Düşman ordusuna ait Hava Kuvvetleri ile denge kurabilmek ise uzun zaman alacaktı. Bu durum karşısında Başkan Esad karadan karaya, karadan havaya ve karadan denize füzelerini yenilemeye yöneldi. Bu sayede, kara ve deniz savaşında denge oluşturabildi. Bu denge ona “Esad stratejisi” adı verilen bir ayrıcalık sağladı. İran ile Lübnan ve Filistin Direniş Hareketleri bu füze gücünden istifade ederek, cephanelerini geliştirdiler. Bu yeni gelişme zamanla düşmana binlerce hesap yaptıran en güçlü korku ve caydırıcılık unsuru haline geldi.
İlk etkili mücadele 1996 yılında Lübnan Direnişinin kuzeydeki yerleşim birimlerine karşı yoğun Grad füzeleri fırlatmasıyla başladı. O dönem Hafız Esad ile ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher’ın katıldığı müzakereler sonucunda Nisan Anlaşmasına varıldı. Bu anlaşma sayesinde Direniş, bölge nüfusunu koruyabildi ve düşman kuvvetleri ile arasındaki çatışma sınırlandırıldı.
Özellikle Güney Lübnan’daki operasyon sahnesinin yakınlarındaki nüfus bölgesi üzerindeki baskı unsurunun tarafsızlaştırılmasının sonucu olarak Direnişe ayrıcalık kazandıran yüksek hareketlilik göz önüne alındığında, Düşman liderliğini çekilme kararı almaya götüren operasyonların, 1997-2000 yılları arasında zirveyi gördüğü kesin bir şekilde söylenebilir. Bununla birlikte son derece önemli olan bir noktaya da işaret etmek gerekiyor, Kana katliamından sonraki müzakereler sırasında Hafız Esad, randevuya 20 dakika geciktiği için Christopher ile görüşmeyi reddetti ve ertesi güne bıraktı. Bu kısa durum, güç sahibi olan tarafın, müzakerelerin gidişatının belirlenmesinde de hak sahibi olduğuna işaret ediyor.
Direniş, gevşeyerek geri çekildiği bir aşamaya girmesini bekleyenlerin aksine, silahlarını yenilemeye devam etti ve savaşçılarını daha yüksek beceriyle sahaya göndermeyi sürdürdü. Siyonist ordunun çekildiği bölgeleri güçlendirmeye başladı ve buraları tüm olasılıklara karşı hazırlayıp donattı. Bu donanım 2006 yılındaki Temmuz Savaşında net bir şekilde görüldü. Kara çatışmalarında, zırhlı araçlara ve özel birliklere karşı kurulan pusular o dönem ortaya çıktı.
2006 Savaşında, Direnişin o günlerde kullandığı füzelerin sayısı hakkında gelen bilgiler birbiriyle çelişiyordu. Bana kalırsa bu bile stratejik açıdan aldıkları yenilgiye kıyasla, füzelerin verdiği zararın boyutunun sembolik kaldığını gösteriyor. Siyonist varlık ve özellikle işgal altındaki Filistin’e göç fikrini benimseyen taraf, ilk defa böyle bir stratejik yenilgiyle karşı karşıya kaldı. Bu arada çatışmanın son günlerinde Direnişin füzelerinin sayısının azalmadığı aksine arttığını ve bu artışın askeri açıdan son derece önemli olduğunu da hatırlatmak gerekiyor.
Aynı şekilde Siyonist ordunun, Direnişin ardı ardına gelen saldırıları altında ilk zorunlu mağlubiyeti de 2000 yılında gerçekleşti. Direnişin saldırıları o dönemin Siyonist liderlerini Lübnan topraklarında kalmanın artı ve eksilerini değerlendirmek zorunda bıraktı. Bu değerlendirme sonucu hiçbir müzakere ya da koşul olmaksızın Siyonist Ordu Lübnan’dan tamamıyla geri çekildi. Siyonist varlığın kuruluşundan bu yana en büyük olumsuzluk olarak değerlendirilen bu durum, 2006 Savaşını da olumsuz etkiledi. Savaş süresi boyunca Kuzey’deki yerleşimci nüfusun yarısı işgal altındaki Filistin’in iç bölgelerine doğru göç etmek zorunda kalırken, diğer yarısı ise 33 gün boyunca sığınaklarda kaldı.
Bugün, 2006 Savaşının üzerinden 14 yıl geçtikten sonra, işler Siyonist kesim için çok daha karmaşık hale geldi. Tersine göçün seviyesi büyük oranda yükseldi ve Gazze Şeridi’ndeki gücün boyutu ve niteliği tırmanışa geçti. 2006 yılından sonra Direniş Gazze’de 3 büyük saldırıyı dize getirdi. Gazze Şeridi’ne dayatılan kara, deniz ve hava ablukasına rağmen, menzili, patlayıcı başlıkları ve etkisi Siyonistlerin işgal ettiği bölgelerin derinliklerine kadar ulaşan füzeler ortaya çıktı.
Ablukaya rağmen, Direniş Gazze’de füze üretme aşamasına girdi. Büyük miktarlarda füzeler üretildi. Özellikle de 90 km’yi aşan menzile sahip olan füzeler, İran’ın “Fecr” ve Suriye’nin “M-302” füzelerinin mühendisliği temelinde tasarlandı. Bu iki füze de Lübnan’daki 2006 Savaşında Direniş tarafından az sayıda olsa da kullanılmıştı.
Gazze’deki duruma gelecek olursak, füze üretimi ve yeterli miktarda kullanma aşamasına geçiş yapıldı. Tam bu noktada akıllara bir soru takılıyor: Gazze, böylesine bir kuşatma altındayken bu endüstri ve verimlilik seviyesine ulaştıysa, Suriye ve Lübnan Direnişi ne durumdadır?
Cevap elbette hem nitelik hem nicelik hem de yetenek bakımından Filistin Direnişinin sahip olduğu füzelerden kat kat ileride olduğudur. Bu füzeler Siyonistlere askeri ve ekonomik açıdan büyük darbe indirebilecek yeteneğe sahiptir.
Makalenin başlığına dönersek, bizler de bu aşamada düşmanın dilinden düşürmediği gibi Direnişin uzun menzilli füzelerinden bahsedeceğiz. Büyük savaş başlıkları taşıyan bu füzelerden bazıları 800 kg gelişmiş patlayıcı taşıyabiliyor. Ayrıca yüzlerce füze ise akıllı başlıkla donatılmış, hata payı 10 metreyi aşmayan bir hassasiyetle hedefi vurmaktadır. Bize kalırsa bu füzeler Irak’taki Amerikan Ayn’ul-Esed askeri üssünün vurulmasıyla gözlerimiz önünde kendini kanıtladı. Füzelerin hedef çemberinin tam ortasına isabet ettiğini gösteren fotoğraflar yayımlandı. Burada sözünü ettiğim yönlendirme sistemleri birkaç sistemin karışımından oluşmaktadır: Interial Navigation System, Electro Optical, Global Positionin System (ataletli navigasyon, elektro optik ve küresel konumlandırma sistemleri).
Füze yönlendirme teknikleri ve özelliklerinden bahsedecek olursak, kapsamlı araştırmalar yapmamız gerekir. Ben burada hedefe fırlatılan füzelerin doğurduğu sonuçların Siyonist rejime askeri, ekonomik ve psikolojik etkileri üzerine konuşmakla yetineceğim.
Bu sonuçların 2006 yılında gerçekleşenden tamamen farklı olacağı beklenmektedir. Bu kez Siyonist yapıyı tamamıyla çöküşe uğratacaktır. Liderlik karargâhlarından, büyük tesislere, elektrik santrallerine, petrol rafinelerine, havaalanlarına ve limanlara kadar tüm stratejik noktalar hedeflenecektir. Siyonist rejimin stratejik yapısını barındıran hayati coğrafyanın alanı 2 bin kilometre kareyi geçmiyor. Bu alan Siyonist nüfusun yüzde 70’ini, altyapının ise yüzde 80’ini içerisinde barındırıyor. Bu stratejik bölgelere yapılacak olan akıllı füze saldırıları, askeri değeri olmayan hata paylarıyla hedefe doğrudan isabet edecektir. Akıllı yönlendirme sistemine sahip olmayan binlerce uzun menzilli ve on binlerce kısa ve orta menzilli füzenin Gilaf Gazze, el-Celil ve Golan’daki yerleşimlere uzanabileceğini hiç söylemiyorum bile. Tel Aviv ile Gush Dan bölgesi ise Direnişin uzun menzilli ve hassas füzelerinden en büyük payı alacaktır.
Bu senaryo karşısında, Siyonist varlığın yaşayacağı koas, panik, karmaşa ve çöküşü tasavvur etmeyi size bırakıyorum. Siyonist varlığın yaşadığı büyük dönüşüm ve yetersizlikten dolayı son zamanlarda çatışmasızlık söylemlerini ortaya atan yeni görüşler gündeme geliyor. Belki de işler ABD’nin bölgeden çekilmesine kadar gidebilir. Ülke içinde yaşanan büyük parçalanmalar, bildiğimiz ABD’nin sonunu getirebilir ve küçük devletçiklere dönüştürebilir.
Çeviri: Merve Soydaş
Medya Şafak