Önce, bu hayat tarzının gerçek temeli olan laikliği veya dünya perestliği ele alalım. Dini, sadece kişinin ferdi hayatına hasreden bir düşünce tarzı çok gülünçtür. Fikir ve düşünce tahliline tahammülü yoktur. Allah ile kul arasındaki ilişki meselesi şudur:

Allah, ya kişinin ve kainatın Yaratıcısı, Sahibi ve Hükümdarı’ dır veya değildir. Eğer O Yaratıcı, Sahip ve Hükümdar değilse, o zaman O’na şahsi bağlılığın da bir anlamı kalmaz. Bizi hayati yönden ilgilendirmeyen bir şeye lüzumsuzca ibadet etmek saçma olmaz mı? O gerçekten bizim ve bütün kainatın Yaratıcısı, Sahibi ve Hükümdarı ise, o zaman, O’nun hükmünün kişinin şahsi hayatıyla kısıtlanmasını, bir kişinin başka biriyle aralarında sosyal ilişki başladığında, O’nun yetkisinin son bulacağını tartışmak mantıksızdır. Eğer Allah-u Teala kendisi bu sınırı koymuşsa, onun mutlaka bazı sebepleri vardır.

Kişi kendi küstahlığıyla sosyal ilişkilerinde bağımsızlığını ilan ederse bu, Yaratıcısına, Sahibine ve Yöneticisine karşı apaçık bir isyandır. Bu isyanıyla beraber yine şahsi hayatında AIlah’a inandığını ve imanının olduğunu söylerse, onun aklından şüphe etmek gerekir. “Fert olarak herkes Allah’ın kuludur, ama iki veya daha fazla kul bir araya gelip cemiyet oluşturduğunda Allah’ın kulu olmaktan çıkar.” iddiasından daha saçma ve gülünç başka ne olabilir? Her ayrı unsur Allah’ı yaratıcı olarak kabul eder; fakat bu unsurların bileşimi bu kabulü tanımaz! Böyle bir mantık ancak deli bir insanda bulunabilir.

Ev işlerimizde, şehirde, okulda, pazarda, işyerinde, parlamentoda, hükümette, mahkemede, sivil idarede, askeriyede, polisiyede, savaş alanında ve barış görüşmelerinde Allah’a ve O’nun rehberliğine ihtiyaç duymayacaksak bunlara başka nerede ihtiyacımız olacak? Hayatımızın hiçbir alanında bize rehberlik etmeyecek hiçbir meselede emirleri uygulanmayacak, akla ve mantığa uygun düşmeyecek, -haşa- saçma bir Allah’a neden inanalım ve ibadet edelim?

Bu meselenin sadece teorik yönüydü. Fiiliyat bakımından bunun sonuçları hakikaten dehşet vericidir. Gerçek şudur ki, insan ne zaman Allah-u Teala’dan alakasını kesse o andan itibaren şeytanla beraber olmaya başlar. Aslında kişinin şahsi hayatı diye bir şey yoktur. İnsan sosyal bir varlıktır, onun tüm hayatı toplumda, gerçek hayatın içindedir. O, bir ana ile babanın sosyal ilişkisi neticesinde dünyaya gelir. Bir aile içinde gözlerini açar. Kavrama yeteneğine sahip olduğu andan itibaren toplumla, kardeşlikle, şehirle, cemiyetIe, medeniyetle, iktisadi ve siyasi sistemle ilgilenmek zorundadır.

Fert olarak kişinin, bir bütün olarak da insanoğlunun refahı ve kurtuluşu onları fertler veya gruplar olarak birbirine bağlayan bu sayısız ilişkilerin dürüstlüğüne ve doğruluğuna bağlıdır. Bu ilişkiler için bir taslak olarak insanoğluna, doğruyu, adaleti ve sağlam prensipleri veren yalnızca Allah’tır. Sosyal sistemi laiklik veya dünyaperestlik ilkelerine dayanan bir toplumda bu ilkeler heva ve heveslere göre her gün yeniden yapılır ve yıkılır.

Zulmün, adaletsizliğin, karşılıklı güven noksanlığının beşer ilişkilerinin her alanına nasıl nüfuz ettiğinin herkes farkındadır. Ferdi, hizbi, ulusal ve ırki bencillik iki kişinin ilişkisinden tutun da topyekun, bütün dünya halklarının ilişkilerine kadar her sahaya yayılmıştır. Hiçbir cemiyet sahtekarlıktan kurtulmuş değildir. Fertler, gruplar, sınıflar, uluslar hepsi selahiyetleri dahilinde, mümkün olduğu kadar kendi menfaatlerine uygun kanun ve kurallar hazırlamışlardır. Bu sebeple laikliğin net sonucu şudur: İster fert ister grup, ister ayrı ayrı toplumlar ve ülkeler, isterse bütün gruplaşmış devletler olsun, bu fikri benimseyenlerin hepsi sonunda mutlaka kontrolsüz, sorumsuz birer menfaatçi olup çıkmışlardır.

islamivahdet.com

0
Would love your thoughts, please comment.x