Cumhurbaşkanı’nın BM Genel kurulunda yaptığı konuşma, klasik bir Erdoğan konuşmasıydı. Sanki New York’taki BM Genel Kurulu’nda değil de, Yenikapı mitinginde konuşan bir Erdoğan vardı izlenimine kapılmamak mümkün değildi. Vurguları, mimikleri, hatta yer yer öfkeyi de bir belagat sanatı olarak gören mantaliteden esintileri konuşmasında görmek mümkündü. Muhteva açısından ise hitabın konularındaki sıranın hangi aklı evvel tarafından tertip edildiğini merak ediyorum. Filistin meselesini en sona atan, uçuşa yasak bölgeyi dünyanın en önemli gündem maddesiymiş gibi en başa yerleştiren aklı evvel danışmanı bulursam yanaklarından öpmek (!) ve kendisine bir çift laf etmek isterdim doğrusu.
Şam yönetimine katil ve terörist gibi ifadelerle son derece ağır ve Türkiye’nin son dönemindeki manevralarına hiç de uymayacak şekilde saldırırken; Suriye başlığını kah güvenli bölgeyi kah Halep’e insani yardımların sokulup sokulmaması meselesini gündeme getirerek alabildiğince uzatırken öte taraftan Filistin’de işlediği cinayetler ve işgal politikalarına tam gaz devam eden, Gazze’den kuşatmanın kaldırılması bir yana bunu daha da tahkim eden işgalci siyonist rejime tek kelam etmeyen bir Erdoğan vardı o kürsüde. Düne kadar İsrail’e katil, cani, terörist diyen bir Cumhurbaşkanından en ufak bir eser yoktu. Sanki Erdoğan gitmiş yerine bir başkası gelmişti. Yıllardır iç politikada tepe tepe kullandığı ve geçmiş seçimlerdeki başarısını borçlu olduğu Filistin davasına gösterdiği bu vefasızlığın nedeni acaba İsrail’le yaptığı anlaşma mı, siyonist lobilerle kurulan gizli ittifak mı yoksa Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarının önceliği miydi acayip merak ediyorum..
Mesele sadece bir konuşmadan ibaret olsa umursamaz, omuz silker geçerdik. Ama maalesef mesele o kadar basit değil. Dış politikasının iflas ettiğini anlamak için Davutoğu’yla kişisel bir anlaşmazlık yaşamayı beklemiş, yıllarca başkalarının doğrularını kendi doğrularıymış gibi savunan, ve tam da bundan dolayı duvara toslamış bir ülkenin cumhurbaşkanı gibi değil de sanki bölgede attığı her adım büyük bir diplomatik zaferle taçlandırılmış bir lider havasında yaptı konuşmasını Erdoğan. Gerçi mizacı bu. Atılan adımların, alınan kararların, çizilen stratejilerin tamamının yanlış olduğu bir şekilde ortaya çıksa bile, Erdoğan’ın kişisel yaklaşımında hata yaptık, pişman olduk deme ya da özeleştiri yapma gibi bir alışkanlığı yoktur sağolsun. Mübarek ve temiz Sahabiler gibi doğru yaptığında iki, yanlış yaptığında bir sevabı her halükarda kapan bir liderimiz olduğu sürece sırtımız yere gelmez (!)
Konuşma aynı zamanda Türkiye’nin olayara yaklaşımını, nasıl bir dünya tasavvur ettiğini, hasımlarına ve dostlarına nasıl baktığını göstermesi açısından önemli doneler sunuyordu bize. Bu mantalite aynı zamanda yazar çizer takımından kanaat önderlerine, müsteşarlardan taban kitleye kadar her kesime sirayet etmiş durumda. İşte tam da bundan dolayıdır ki Türkiye ne kadar iç ve dış politikada restorasyona giderse gitsin,  siyaset değişikliğine gideceğini ne kadar söylerse söylesin; yaptığı her işte bir hikmet arayan ve hataları allayıp pullayıp doğrunun yerine ikame eden temel mantalite değişmediği sürece Türkiye’nin bir yere varması mümkün değil. Zira Davutoğlu’nun politikalarından vazgeçerken ve başka bir politik noktaya evrilirken dahi burnundan kıl aldırmayan, geçmişe dair ciddi bir özeleştiri yapmayanların nerede doğru yaptıklarını, nerede yanlış yaptıkarını anlamaları bile mümkün değildir.
İç politika belli ölçülerde subjektifliği, militanlığı, partizanlığı, böbürlenmeyi ve sert söylemi kaldırabilir ancak dış politikada bu neredeyse imkansızdır. Siz örneğin Türkiye gibi ikide bir kerameti kendinden menkul, kendine övgüler düzen, kendisinin oyun kurucu olduğunu iddia eden, Türkiye’nin bölgedeki hasımlarına haddini bildireceğini söyleyen kaç tane ülke ya da devlet başkanı duydunuz? Bırakın Türkiye gibi bölgesel ülkeleri, küresel güçlerin tehdit, meydan okuma ya da içi boş vaatler savurduğunu duydunuz mu? Büyük güçler kolay kolay tehdit savurmazlar, savurduklarında da bunu yaparlar. Türkiye ise açıklamalar üzerinden bunu hayata geçirmeye çalışıyor. Sizin anlayacağınız Türk dış politikası eski tas eski hamam. İşlenmiş hatalardan ders çıkarmaya hiç de niyeti var gibi görünmüyor. Gücünün sınırlarını bilen ve bunu en optimal bir şekilde kullanan bir stratejinin merkeze alındığı bir Türkiye bölgede doğru ve uygun bir politika izleyebilir. Gerisi hikaye.
İslam Özkan
islami analiz
0
Would love your thoughts, please comment.x