Sadece ilmiyle değil, aynı zamanda azmi, deli yürekliliği, liderlik özelliği ve kanla yazılmış kaderinin yaşantısına yansımasıyla örnek kişilik oluşturmuş, ülkesi dışında pek çok memlekette de İslami mücadelelere öncülük etmiş bir rehberdi o. Sadakat, güvenilirlik, hoşgörü, irade hakimiyeti ve mütevaziliğin tek bedende toplandığı aydınlık bir dünya idi onun yüreği.

Dr. Mustafa Çamran, 1932 yılında Tahran’da doğmuştur. Daha bıyıklarının dahi terlemediği diyebileceğimiz yaşlarda, orta öğrenimi sırasında İslami mücadele saflarına katılmış, daha sonra Tahran Üniversitesi Fen Fakültesine girmiş ve mücadelesini Müslüman öğrenci liderliğine yükselerek sürdürmüştür. 1950’li yıllarının İran’ında, İngiliz emperyalizmine karşı Müslüman âlimlerin önderliğinde başlatılan petrolün millileştirilmesi mücadelesinde, Öğrenci Derneği lideri olarak ön saflarda yer almış ve önemli roller oynamıştır. Şah ve emperyalizm aleyhine birçok gösteri, miting ve benzeri eylemler örgütlemiş ve üniversite gençliği içerisinde saygın bir lider olarak tanınmıştır.

Üniversiteyi bitirdikten sonra, fizik ve elektronik dallarında yüksek eğitimini yapmak için gittiği, Amerika’daki Müslüman öğrencilerin örgütlenmesinde de aktif rol almış ve Müslüman Öğrenciler Birliğini kurarak İslami çalışmalara öncülük etmiştir.

Lisansını bitirdikten sonra İran’a dönen Çamran,  1963 yılındaki ünlü  “15 Hordad” kıyamına katılmış, kıyamın kanlı bir katliamla bastırılmasının ardından İran’ı terk edip Mısır’a gitmek zorunda kalmıştır. Mısır’da o dönem, Müslümanların en önemli gündemi olan Filistin sorunu ile ilgilenmiş, Filistinlilerle ilişkiye geçerek gerilla eğitimi görmüştür.

Yorulmak, bıkmak nedir bilmeyen Çamran, her şey Allah içindir diyerek oradan Lübnan’a geçmiş ve Filistin sorununu İslami zemine çekme fikriyle hareket etmiştir. 1970 yılından itibaren bu doğrultuda çalışmış ve “Hareketü’l-Muhrümin” teşkilatını kurmuştur. Bununla yetinmeyip, merhum İmam Musa Sadr ile birlikte bu hareketin askeri kanadı olacak “Emel” örgütünü oluşturmuş ve Siyonist İsrail’e karşı sürekli ve kapsamlı bir silahlı savaşı başlatmıştır.

Onun Lübnan’da attığı İslami bilinç tohumları yeşermiş, bugünlere kavuşmuş ve bugün var olan İslami hareketlere (Hizbullah, İslami Emel vs.) öncülük edip yol gösterici olmuştur.

İslam inkılâbına kadar Lübnan’da bulunan Çamran, inkılâpla birlikte İran’a dönmüş ve inkılâbın sıcak günlerinde Sıpah-ı Pastaran’ın (Devrim Muhafızları) örgütlenmesinde öncülük etmiştir. İnkılabın iç ve dış saldırılara karşı savunulmasında halkın aktif desteğiyle birlikte önemli bir rol oynamış, muhataplarını canından bezdirecek hale getirmiştir.,. İran-Irak Savaşının başlamasıyla birlikte cepheye gitmiş ve Pastar komutanı olarak, 1981 Haziran’ında Güney cephesinde şehid olmuştur.

Öylesine şahadeti arzuluyor olmasına rağmen, ince ruhundan ödün vermeyerek, cepheye gitmeden önce eşine söylemiş, onun rızasını alarak, geri dönmeyeceğini bildiği bir yola koşarcasına gitmiştir. Zaten onun tek gayesi sevgiliye kavuşmaktır ve Rabbi arzusunu kabul etmiş ve huzuruna kabul etmiştir.

Engin kavrayışı ve kültürüyle inkılâp süresince, karşı devrimci hareket ve düşüncelerle de ideolojik bir mücadele yürüten Çamran, bu doğrultuda çeşitli yerlerde konuşmalar yapmış ve birçok makaleler yazmıştır. Sovyet Rusya ve oradaki Müslüman Cumhuriyetleri de gezmiş olan merhum Çamran, marksizm ve sosyalizmi de yakından tanımanın avantajıyla, özellikle, Halkın Mücahidleri’nin “İslami sosyalizm” tezlerine karşı, ilahi dinin özgün düşüncesiyle mücadele edip karşı durmuş ve İran gençliği üzerinde ideolojik muğlâklığın giderilmesine çalışmıştır.

Hayatı sürekli ve yoğun bir mücadeleyle geçmiş olan Çamran, kişilerin öncelikle, insani ve kulluk vazifelerini icra etmeleri gerektiğini, çünkü elden tutacak olanın Allah olduğunu, iman ederek şiar edinmiştir. Bunu yaşantısının her anına yansıtmaya çalışan Çamran, ahde vefanın ve sözünde durmanın ne demek olduğunu, şahadetinden sonra bir kez daha öğretmiştir sevenlerine ve Müslüman kardeşlerine.

Onun ender bulunan kalbinin güzelliğini, şahadetinin ardından eşi Gade Çamran’ın yazdığı ’Yarı Gizli Ay’ adlı kitaptaki şu sözler daha güzel anlatacaktır sanırım. Kızını istemeye gittiği kayınvalidesi şunları söylüyor Çamran’a:

“Evlenmek istediğiniz bu kızın nasıl bir kız olduğunu biliyor musunuz? Bu öyle bir kızdır ki sabahları kalktığında elini yüzünü yıkamadan ve dişlerini fırçalamadan onun yatağını biri toplamalı, önüne bir bardak süt koymalı ve kahve hazırlayıp odasına getirmelidir. Siz böyle bir kızla yaşayamazsınız. Onun için bir hizmetçi de tutamazsınız.” Onun verdiği cevap ise pek derin ve düşündürücüdür.

“Ben onun için bir hizmetçi tutamam; ama söz veriyorum, sağ olduğum müddetçe, uyandığı zaman yatağını toplayacağım, bir bardak sütü ve kahvesini tepside önünde hazır edeceğim.”

Ve eşi Gade Hanım “Hatta evde bulunmadığımız, savaş sırasında Ahvaz’da cebhede olduğumuz dönemde de yatağı kendisi düzeltmek için ısrar ediyordu. Sabahları süt hazırlar bana getirirdi. Kendisi kahve içmezdi; ama biz Lübnanlıların kahveye düşkün olduğunu bildiği için gidip bana kahve yapardı” diyerek eşinin sözüne sadık kaldığını, annesine verdiği sözün gelip geçici, kızını alıncaya kadar göstereceği bir mübalağa olmadığını teyit etmektedir.

Silahlı çatışmaların ve İslami mücadelelerin en sıcak günlerinde dahi, kendisinden ziyade çevresindekileri, gönül verdiği yetim çocukları düşünmekten geri durmamıştır. O kadar hassas bir kalbe sahiptir ki, çocuklar yiyemiyorlar diye, kendisine gönderilen yemekleri yemekten imtina etmiştir.

O her zaman yaşamını, varlığını ve en büyük sermayesi olan canını, mahrumlar ve mustaz’aflar uğrunda feda etmek arzusu içinde kıvranmış ve bu uğurda şöyle demiştir:

“Allah’ım! Sen benî âşıkların kalbinde yanıp tutuşmam için aşktan bir parça kılmışsın.”

Dünyada benzeri az olan yüksek bir ilmi kariyere sahip olup, bir fizikçi, elektronik mütehassısı ve dünyanın en büyük araştırma merkezlerinden birinde çalışan araştırmacı olarak, Amerika’nın kalbinde bütün bu refah ve ilmi makamını terk edip, âşıkların kalbinde bir aşk parçası halinde yanıp tutuşmak ve Güney Lübnan’da İsrail’le mücadelede şehid olmak arzusuyla, mücadele için cepheye koşmuştur.

Ruhen dara düştüğü, sıkıldığı anlarda hep Rabbiyle konuşmayı yeğlemiş, “Allah’ım! biliyorsun ki, ömrüm boyunca hiç bir zaman seni unutmadım. Uzak diyarlarda sadece sen yanımdaydın.  Karanlık gecelerde dertlerim ve kederlerimin ortağı sadece Sendin. Tehlike anlarında beni muhafaza eden, göz yaşlarımı görüp, yaralı kalbimi zikri ve yadıyla sakinleştirdiğim sendin, sen!..” diyerek durumunu sadece ona arz etmeyi, aşkların en güzeli saymıştır.

Toplum içerisinde isimsiz biri olmak isteyen, şöhret sahibi olmanın, kendisinde bir gurur doğurmasından endişe eden Çamran, kardeşi Mehdi Çamran’ın sözleriyle, gece namazlarından ve gece yarıları Allah’a dua etmesinden kimsenin haberdar olmaması için dikkat ediyor, ta ki riyanın en küçük unsuru dahi kendisinde tezahür etmesin istiyordu. Çünkü o, Allah’ın sevgisini yitirmenin korkusunu yaşıyordu aşk dolu yüreğinde.

Hayatını şekillendiren, her türlü mücadele içine dalmasını ve Allah’ın rızasının söz konusu olduğu her duruma sorgusuz göğüs germesini sağlayan özelliklerinden biri de, kahramanlık ve cesaretidir. Bu hasletlerin ona Rabbinin bir lütfu olduğunun bilincini hiçbir zaman yitirmeden, sürekli dua ederek hamdetmiş ve Rabbini övmekten geri durmamıştır.

İlmini, yazdığı makaleleri ve değişik zamanlarda verdiği konferanslarla bütünleştiren Çamran, konuşmalarının arasına serpiştirdiği dualarıyla daha bir etkili kılıyordu. Dua onun için vazgeçilmez bir umut, Rabbine yaklaştıran, Onu kendine yakın hissettiren yegâna araçtı adeta.

0
Would love your thoughts, please comment.x