Ey meçhul çocuk… Dalgalar bizim için de sana ağlasınlar saçlarını okşayarak.
Bir çocuğu dalgalar atmış sahile. Yüz üstü uzanıyor. Ölmüş.
Suriyeli mi, Afganistanlı mı, meçhul… Zaten ülkesi bilinmezlere düşünce, onu bu bilinmezliğe sürükledi.
Zavallı çocuk.
Zavallı Suriye, Afganistan, Cezayir, Libya…
Zavallı Ortadoğu.
Zavallı İslamlar, Ümmet… Yitik ümmet.
Yüz üstü uzanmış bir sahilde. Dalgalar ağlayarak saçlarını okşuyor. Gözyaşlarıyla onu yıkıyor.
Matemini tutuyor. Ve sanki haykırıyorlar:
“Senin gibi aciziz.”
Ve sanki öfkeliler. Büyüklerine, ülkesini yönetenlere… Onu kurban edenlere…
O çocuk ölümle sembolleşti. Sessizliğiyle ses olacak. Kaybettikleriyle varlığa çağıracak, sağırları, körleri, dilsizleri.
Adı neydi acep. Soramayız ki. Sükût deryasında sükûtlaşmış.
Babasına sorsak. O da ölen on birlerin içerisindedir muhtemel.
Annesine sorsak. Hayır, ona sormayalım. Duymasın annesi çocuğunun öldüğünü. Ölümle sembolleştiğini. Hele de sağırlara nida, körlere çığlık ve dilsizlere figan olduğunu. Bırakalım annesi sükûtun sinesinde, aradığı sükûn içerisinde, kısa zamanda çocuğunun gelmesini beklesin.
Yitik topraklar, evlatlarını yitiriyor.
Savrulan babalar, her şeylerini, kalplerini, kanlarını, ruhlarını ve evlatlarını dalgalara bırakıyor.
Anneler, dalgalarda can verirken, çocuklarını çağırıyor. Haykırıyor. Ağlıyor, dövünüyor, köpürüyor.
Ve hiçlik. Gözlerde ölümün sesi… Donan her şey.
Dalgalar taşıyor annenin çığlıklarını. Çocuğu yükleniyorlar narin tenleriyle. Sahile bırakıyorlar can taşıyanlara zülfikari darbelerin nidalarıyla:
“Ey ölüler, bu çocuğun katili, sizin uyanma bilmeyen uykunuz. Savrulmanız. Hiçliğiniz, bitmişliğiniz.”
Bir çocuk uzanıyor sahilde dalgaların hüzün dolu ağıtlarında sessiz nevahilerini dinleyerek.
Yüzleri düğmeli esmer arap kadınları derler ki onun için çölde ağlıyorlarmış.
Erkekler sükûta sarınmışlar. Suya düşmanca bakıyorlarmış. Kendilerini görmüşler sonra suda. Düşmanları kendileriymiş meğer. Anlayıp ağlamışlar. Yüzleri düğmeli esmer kadınları gibi.
Ve Endülüslü bir kadın belirmiş birden uzak kumların içinden gelerek:
“Ben son Endülüs emirinin annesiyim. Oğlum erkek gibi yaşamadı, kaybedince, sizler gibi kadınca ağladı. Gördüm halini bu gözlerimle. Sineme yazıldı şu ferman: Gerektiği gibi yaşamayanlar, gerekmediği şekilde ölürler. Bunu unutmayın çölün benliklerini aldığı hiçler.”
Bir çocuk uzanmış kumların üstünde. Dalgalar fevc fevc taziyesine geliyor ağlayarak.
Annesi, deryanın sonsuzca meçhulünde kayıp mı olmuş…
Babası, acz öfkesinden donup kalmış mı?
Kelimeler de ağlamaya başladılar. Çocuğa yüzleri düğmeli esmer nevahi arap kadınları gibi yas tutmaya başladılar.
Bir çocuk ölmüş, ölü milyarlarca gönüllerin hiçliğinde.
Bu hüzün bitsin artık.
Ey meçhul çocuk… Dalgalar bizim için de sana ağlasınlar saçlarını okşayarak.
Resul Davutoğlu-Ufkumuz.com