Hz. Fatıma (s.a)’yı anmak ve anlamak için, O’nun hayatını incelememiz ve yaşantımızı O’nun yaşantısına örnek alarak sürdürmemiz gerekmektedir. Aşağıdaki yazının, bir nebze de olsa O’nun kişiliğini tanımamıza ve hayatımızda örnek almamıza vesile olmasını umuyoruz.
Hz. Fatıma’nın (s.a) Kişiliği
Hz. Zehra (a.s), vahiy evinde kendisi için hazırlanan bilgi ve irfanla, kendisini dört bir yandan kuşatan ilim ve irfan güneşlerinin ilmî aydınlatmasıyla yetinmedi.
Babası Resulullah (s.a.a) ve ilim şehrinin kapısı kocasıyla her buluşmasında elinden geldiğince ilim öğrenmeye çalışırdı. Bunun yanında oğulları Hasan ve Hüseyin’i de sürekli olarak Resulullah’ın meclisine gönderir, onlar döndükten sonra da onları konuşturarak dinlediklerini anlatmalarını sağlardı. çocuklarına üstün bir terbiye vermek için büyük bir çaba sarf ettiği gibi, ilim öğrenmek için de büyük bir çaba sarf ederdi. Ev işlerinin çokluğuna rağmen, öğrendiği bilgileri diğer Müslüman kadınlara aktarmayı da ihmal etmezdi.
İlim öğrenme ve ilmi yayma hususundaki bu kesintisiz çabaları sonucu, en büyük hadis ravilerinden ve tertemiz nebevî sünnetin aktarıcılarından biri oldu. Nitekim “Fatıma Mushafı” adı verilen, kendisinin en büyük övünç kaynağı olan ve masum evlâtları tarafından bir önceki nesilden miras alınıp sonraki nesle aktarılan kitabıdır.
İlminin ve düşünsel olgunluğunun kanıtı olarak dehasının yüksek düzeyini yansıtan iki ünlü konuşması yeterlidir. İki hutbeyle ilgili olarak “Babasından Sonraki Olaylar” bölümüne bakabilirsiniz. Bu hutbelerden birini Hz. Peygamber’in vefatından sonra sahabenin ileri gelenleri huzurunda Mescidi-i Nebevî’de, diğerini ise evinde irad etmişti.
Bu konuşmalar, düşüncesinin derinliğinin, köklülüğünün, kültürünün genişliğinin, mantığının gücünün, önderlik kurumunun sapmasından sonra ümmetin geleceğine dair ön görüsünün gerçekliğinin parlak birer örneğidir. Bunun yanında yüksek bir edebe sahipti. Allah için ve Allah yolunda muazzam bir cihat da veriyordu.
Hz. Zehra (a.s), Allah’tan korkup sakınan ve hikmetli Kuran’ın açık ifadesiyle, Allah tarafından eğitilen Ehlibeyt’in bir ferdiydi. Allah ona ilimle ayrıcalık tanıdı, bu yüzden “Fatıma” adını almıştı. Benzersizliği yüzünden de Betül (iffette eşsiz) diye isimlendirilmişti.
Yüksek Ahlâkı
Fatıma (a.s), yüksek bir ahlâka, onurlu bir karaktere, üstün bir nefse, ulu bir duyarlılığa, çabuk kavrayan bir anlayışa, keskin bir zihne, yüce bir erdeme, parlak bir üstünlüğe, misk kokan bir nefese, cesur bir yüreğe, kendini beğenmişlikten uzaklığıyla hayranlık uyandıran bir izzete sahipti. Kibirlilerin tasavvur ettikleri büyüklük onun düzeyine erişmekten çok uzaktı. Büyüklenenlerin ve zorbaların karşısında eğilmezdi. (1)
Hz. Fatıma (s.a), hoşgörü, sükûnet ve geniş göğsüyle, geniş ufuklu vakarıyla, öz güven ve yumuşaklığıyla, ağırlığı ve temkinliliğiyle, sağlam karakteri ve iffetiyle, onurunu korumasıyla bir ahlâk abidesiydi.
Parlak bir onur ve açık bir hayâ timsali olan Fatıma, babasının vefatından önce, güler yüzlü ve mütebessim bir güzellik abidesiydi. Ama babasının vefatıyla birlikte yüzündeki tebessüm kaybolmuştu. Dilinden haktan başka bir söz dökülmezdi, sadece doğruyu konuşurdu. Kimsenin kötülüğünden söz etmezdi. Gıybet etmez, kimseyi arkadan çekiştirmezdi. Kimseyi küçümseyici kaş göz işareti yapmazdı.
Başkalarının sırrını saklar, verdiği sözü tutardı. İstişarede doğruyu söyler, onların gerçek hayrını isterdi, başkalarının mazeretlerini kabul ederdi. Yanlışlıkları hoş görürdü. çok kere sürçmeleri ve kötülükleri hilim ile ve hoşgörüyle karşılardı.
Kötülükten kaçar, daima iyiliğe eğilimliydi. Güvenilirdi. Sözünde doğruydu. İyi niyetliydi ve sözünde kesinlikle dururdu. İffetin en yüksek doruklarındaydı. Eğilimleri üzerinde nefsinin etkisi yoktu. çünkü o, yüce Allah’ın günahları kendilerinden uzak tuttuğu ve tertemiz kıldığı Peygamber’in (s.a.a) Ehlibeyt’inin bir ferdiydi.
Bir kimseyle konuştuğu veya erkeklere hitap etmek durumunda kaldığı zaman, iffetinden ve saygısından bir perde arkasında durarak söylemek istediklerini söylerdi. İffet ve hayâsının ilginç bir örneği, öldükten sonra kadınların üzerine vücut hatlarını belirtecek şeyler çekilmesini hoş karşılamamış olmasıdır. (2)
Hz. Zehra (a.s) az ile yetinen zühd sahibi biriydi. O, ihtirasın kalbi parçaladığını, işlerde düzensizlik ve dağınıklığa neden olduğunu çok iyi biliyordu. O, hayatının sonuna kadar babasının kendisine söylediği şu sözü prensip edindi:
“Ey Fatıma! Ebedî nimetlere kavuşabilmen için, dünya hayatının acılarına karşı sabret.”
Basit bir hayata razıydı. Hayatın zorluklarına karşı sabırlıydı. Helâlin azına kanaat getirirdi. Razıydı ve kendisinden razı olunmuştu. Başkasına ait olan, başkasının sahip olduğu şeylere göz koymazdı. Hakkı olmayan bir şeye de gözlerini dikmezdi. Allah’tan başkasından bir şey istemeye tenezzül etmezdi. O, yüzsüzlük etmez onurlu nefsin tam bir timsaliydi. Nitekim babası (s.a.a) şöyle demişti:
“Asıl zenginlik gönül zenginliğidir.”
O dünyasını bir yana bırakarak kendini Rabbine adayan Hz. Betül’dü. Dünyanın çekici süslerine arkasını dönmüştü. Dünya hayatının aldatıcı güzelliklerine eğilim göstermiyordu ve dünyaya meyletmenin ne büyük felâketlere yol açtığını çok iyi biliyordu.
Dünya hayatının zorluklarına sabrederken, dilinden Rabbinin zikrini eksik etmeden sorumluluğunu yerine getirme hususunda muazzam bir sabır örneği sergiliyordu.
Hz. Zehra’nın asıl ilgisi ahirete yönelikti. Dünyanın göz alıcı güzelliklerine değer vermiyordu. çünkü babasının dünyadan, dünyanın nimetlerinden, lezzetlerinden ve şehevî arzularından yüz çevirdiğini görüyordu.
O, belâlara karşı sabreden, varlıkta şükreden ve kaderin sonuçlarına rıza gösteren biri olarak tanınmıştı.
Babasından şöyle rivayet eder:
“Allah bir kulunu severse, onu musibetlerle sınar. Eğer bu musibetlere karşı sabrederse, onu [kendisi için] seçer, başına gelenlere rıza gösterirse, onu [kulları arasında] seçkin kılar.” (3)
Cömertliği ve Başkalarını Kendine Tercih Etmesi
Cömertliği ve eli açıklığı bakımından tam da babasının yolunda gidiyordu. Kuşkusuz o, babasının şöyle dediğini duymuştu:
“Cömert insan Allah’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır. Buna karşılık cehennemden uzaktır. Allah cömerttir, cömertleri sever.”
Başkalarını kendine tercih etme, Mustafa’nın (s.a.a) bir şiarıydı. Hatta eşlerinden biri şöyle demiştir:
“Resulullah dünyadan ayrılıncaya kadar, hiç bir zaman üç gün üst üste doymadı.”
Hz. Resul şöyle derdi:
“Eğer istesek doyarız, fakat başkasını kendimize tercih ediyoruz.” (4)
Hz. Zehra (s.a.), başkasını kendisine tercih edenlerin en hayırlısıydı, bu konuda hiç kimse onun düzeyine erişemezdi. Babasının kusursuz bir izleyicisiydi. Zifaf gecesi gelinlik gömleğini bir yoksula verdiği bilinmektedir. “İnsan Suresi” çerçevesinde onun başkasını kendisine tercih etmesinin ve güzel cömertliğinin örneği olarak sunduğumuz olaylar bu konuda yeterli kanıttır.
Cabir b. Abdullah el-Ensari’nin (r.a) şöyle dediği rivayet edilir:
“Bir gün Resulullah bize ikindi namazını kıldırdı. Namazı tamamladıktan sonra, kıbleye bakan tarafta oturdu, insanlar da etrafında bir halka oluşturdular. Onlar bu şekildeyken Arap göçebelerinden yaşlı bir adam çıkageldi. Üzerinde eskimiş bir elbise vardı. Elbise dökülüyor gibiydi. Adam yaşlılıktan ve zayıflıktan kendini kontrol edemez hâle gelmişti. Resulullah (s.a.a) adama dönerek onu konuşturmaya çalıştı. Adam dedi ki: “Ey Allah’ın Peygamberi! Ben aç biriyim, beni doyur. çıplağım, beni giyindir. Yoksulum, bana yardım et.”
Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu:
“Sana verecek bir şeyim yok. Fakat hayrı gösteren kimse hayrı işleyen gibidir. Allah’ı ve Resulü ‘nü seven, Allah ve Resulü tarafından da sevilen, Allah’ı kendine tercih eden birinin evine git. Fatıma’nın evine git.”
Fatıma’nın evi Hz. Peygamber’in, eşlerinden ayrı olarak zaman zaman tek başına kaldığı evine bitişikti. Daha sonra Resulullah (s.a.a): “Ey Bilal, kalk ve bu adama Fatıma’nın evini göster.” buyurdu.
Bedevî adam Bilal ile beraber yürüdü. Fatıma’nın kapısına gelince, yüksek sesle bağırdı: “Esselâmu aleykum, ey nübüvvet Ehlibeyt’i! Ey meleklerin inip çıktıkları hanenin ehli! Ey Ruhu’l-Emin Cebrail’in âlemlerin Rabbinin katından vahiy indirdiği mekân!” Fatıma şu karşılığı verdi: “Aleyke’sselâm, kimsin sen?” Dedi ki: “Yaşlı bir Arap’ım ben. İçinde bulunduğum zorluktan dolayı insanlığın efendisi babana geldim. Ey Muhammed’in kızı! Benim üzerimde giyeceğim bir elbise, karnımı doyuracağım bir yiyeceğim yok. Bana yardım et, Allah sana rahmet etsin.”
Fatıma, Ali ve Resulullah (s.a.a) üç gündü bir şey yememişlerdi. Resulullah, Fatıma ve Ali’nin de bu durumda olduklarını biliyordu. Fatıma, selem ağacı yaprağıyla bağlanmış koç postunu aldı. Postun üzerinde Hasan ve Hüseyin uyuyorlardı. Fatıma postu adama uzatarak şöyle dedi: “Ey yolcu, al şunu. Belki Allah bundan daha iyisini sana verir.” Bedevî şöyle dedi: “Ey Muhammed’in kızı! Ben sana aç olduğumu söyledim. Ama sen bana bir koç derisi verdin. Karnım açken ne yapayım bu postu?!” Bunu duyunca Fatıma boynundaki gerdanlığa elini attı. Bu gerdanlığı, amcası Hamza b. Abdulmuttalib’in kızı Fatıma hediye etmişti kendisine. Fatıma gerdanlığı boynundan çıkardı ve bedevîye verdi ve şöyle dedi:
“Bunu götür, sat. Bakarsın, Allah bunun yerine daha hayırlısını sana verir.”
Bedevî gerdanlığı alarak Resulullah’ın mescidine gitti. Resulullah (s.a.a) ashabının arasında oturuyordu. Dedi ki: “Ya Resulallah! Fatıma bana şu gerdanlığı verdi ve ‘Onu sat.’ dedi.” Bunun üzerine Resulullah ağladı ve şöyle dedi:
“Allah bundan daha hayırlısını sana vermez olur mu hiç? Onu sana, Adem’in kızlarının efendisi Fatıma bint-i Muhammed vermiştir?!”
Ammar b. Yasir yerinden kalktı ve şöyle dedi: “Ya Resulallah! Bu gerdanlığı almama izin veriyor musun?”
Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Onu satın al ey Ammar! Eğer bütün insanlar ve cinler buna ortak olsalar, Allah onlara azap etmeyecektir.”
Ammar şöyle dedi: “Gerdanlığı kaça satıyorsun ey bedevî?” Dedi ki: “Karnımı doyuracak et ve ekmek, üzerimi örteceğim ve Rabbime namaz kılacağım bir yemen hırkası ve beni aileme ulaştıracak dinar karşılığında satıyorum…”
Ammar, Hayber Savaşı’ndan sonra Resulullah’ın kendisine verdiği bütün ganimeti satmıştı. Yanında bir şey yoktu. Dedi ki: “Sana yirmi dinar ve iki yüz dirhem veriyorum. Bunun yanında bir yemen malı hırka, seni ailene yetiştirecek bineğimi ve karnını doyuracak buğday ekmeği ve et veriyorum.”
Bedevî dedi ki: “Ne kadar cömertsin, ey adam?”
Ammar bedevîyi alıp gitti, söylediklerinin tümünü verdi. Sonra bedevî Resulullah’ın yanına geri döndü. Resulullah ona dedi ki: “Karnını doyurdun mu? çzerine elbise giydin mi?” Bedevî şu karşılığı verdi: “Evet, artık hiçbir şeye ihtiyacım yoktur, anam babam sana feda olsun.”
Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “O hâlde, sana bu iyiliği yapan Fatıma için dua et.”
Bedevî şöyle dedi: “Allah’ım! İlâh sensin. Biz seni var etmedik. Senden başka kulluk edeceğimiz bir tanrımız yoktur. Sen bizi her yönden rızklandıran rabbimizsin. Allah’ım! Gözlerin görmediği ve kulakların duymadığı şeyler ver Fatıma’ya.”
Resulullah (s.a.a) bedevînin bu duasına âmin dedi. Sonra ashabına dönerek şöyle buyurdu:
“Kuşkusuz Allah dünyada Fatıma’ya bunları verdi. Ben onun babasıyım ve dünyada benim gibi birisi yoktur. Ali onun kocasıdır ve eğer Ali olmasaydı, Fatıma-ya denk biri bulunmazdı. Allah ona Hasan ve Hüseyin’i verdi. Âlemlerde bu ikisi gibisi yoktur. Peygamberler torunlarının gençlerinin efendileridir onlar. Onlar cennet ehli gençlerinin de efendileridir.””
Resulullah (s.a.a) bunları söylerken tam karşısında Mikdad, Ammar ve Selman oturuyordu. Dedi ki: “Bundan fazlasını anlatayım mı?” “Evet, ya Resulallah!” dediler. Buyurdu ki:
“Ruh (Cebrail) bana geldi ve dedi ki: Fatıma öldüğü ve kabre konulduğu zaman, iki melek kabirde ona sorarlar: “Rabbin kim?” “Benim Rabbim Allah’tır.” diye cevap verir. “Peygamberin kim?” diye sorarlar. “Peygamberim, benim babamdır.” diye cevap verir. “Velin kim?” derler. “Benim velim, şu mezarımın başında duran adamdır.” diye cevap verir.
Size onun erdeminden daha fazla anlatayım mı? Allah bir grup meleği onu korumakla görevlendirmiştir. Bunlar önden ve arkadan, sağdan ve soldan gelebilecek tehlikelere karşı onu korurlar. Bu melekler hayatı boyunca onunla beraber olurlar. Kabre konulurken, ölürken de onunla beraber olurlar. Ona, babasına, kocasına ve oğullarına çokça salât okurlar. Ölümümden sonra beni ziyaret eden, yaşarken beni ziyaret etmiş gibidir. Fatıma’yı ziyaret eden, beni ziyaret etmiş gibidir.
Ali b. Ebu Talib’i ziyaret eden Fatıma’yı ziyaret etmiş gibidir. Hasan ve Hüseyin’i ziyaret eden Ali’yi ziyaret etmiş gibidir. Hasan ve Hüseyin’in zürriyetini ziyaret eden onları ziyaret etmiş gibidir.”
Ammar gerdanlığı aldı, misk kokusu sürdü, yemen işi bir hırkaya sardı. Hayber ganimetlerinden, payına düşen malı vererek satın aldığı Sehm adlı bir kölesi vardı. Gerdanlığı bu köleye verdi ve ona şöyle dedi: “Bu gerdanlığı götür, Resulullah’a (s.a.a) ver ve seni de ona verdiğimi söyle.”
Köle gerdanlığı aldı, Resulullah’ın (s.a.a) yanına geldi ve Ammar’ın söylediklerini ona bildirdi. Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:
“Gerdanlığı Fatıma’ya götür ve seni de ona verdiğimi söyle.”
Köle gerdanlığı Hz. Fatıma’ya götürdü ve Resulullah’ın (s.a.a) sözlerini de aktardı. Fatıma gerdanlığı aldı ve köleyi de azat etti. Bunun üzerine köle güldü. Fatıma: “Niçin gülüyorsun ey çocuk?” diye sordu. Dedi ki: “şu gerdanlığın büyük bereketi beni güldürdü. Bu gerdanlık bir açı doyurdu, bir çıplağı giydirdi, bir yoksulu zengin kıldı, bir köleyi azat etti. Sonunda sahibine döndü.” (5)
İmanı ve Allah’a Sunduğu Kulluğu
Allah’a iman, kâmil insanın değeridir. Allah’a kulluk da kemal zirvelerine ulaştırıcı merdivendir. Peygamberler ve veliler, sahip oldukları yüksek iman dereceleri, dünyada verdikleri mücadeleleri ve sırf Allah’a ibadet etmeleri sayesinde onur ve saygınlık yurdunda doğruluk makamlarına oturmuşlardır.
İnsân Suresi’nde gözlemlediğimiz gibi, Kuran-ı Kerim, Fatıma’nın (a.s) ihlâsının eksiksizliğine, Allah’a karşı derin huşu içinde oluşuna, Allah’a ve ahiret gününe olan büyük inancına tanıklık etmektedir.
Resulullah (s.a.a) da onun hak-kında tanıklıkta bulunmuş ve şöyle demiştir:
“Yüce Allah, şu benim kızım Fatıma’nın kalbini ve bütün organlarını kemiklerin uçlarındaki kıkırdaklara kadar iman ile doldurmuştur. Böylece o kendini tamamen Allah’a ibadete vermiştir.” (6)
Hz. Peygamber (s.a.a) Fatıma’nın (a.s) ibadetinden de şöyle bahseder:
“Fatıma, mihrabında Rabbine ibadet etmek üzere kalktığında, onun nuru parlayarak gökteki meleklere görünür. Tıpkı gökteki yıldızların nurunun parlayarak yer halkına görünmesi gibi. Bu sırada yüce Allah meleklerine şöyle der:
“Ey meleklerim! Kadın kullarımın efendisi kulum Fatıma’ya bakın. Benim huzurumda ibadet etmekte, benim korkumdan bütün bedeni titremektedir. Bütün kalbiyle kendini bana ibadete vermiştir. Sizi şahit tutarım ki, ben, onun bütün dostlarını ateşten emin kıldım.” (7)
İmam Hasan b. Ali (a.s) anlatır:
“Anam Fatıma’yı, bir cuma gecesi mihrabında ibadet ederken gördüm. şafak sökünceye kadar sürekli rükûa gitti, secde etti ve hep mümin erkeklerle mümin kadınlara isim vererek dua ettiğini duydum. Uzun uzun dua ediyordu. Kendisi için hiç dua etmiyordu. Dedim ki: “Anneciğim! Niçin başkaları için dua ettiğin gibi kendin için de dua etmiyorsun?” Dedi ki: “Yavrucuğum! önce komşu, sonra ev.” (8)
Cuma gününün son saatlerini duaya ayırırdı. öte yandan mübarek ramazan ayının son on gecesinde hiç uyumazdı. Evindeki herkesi gecesini ibadet ve dua ile ihya etmeye teşvik ederdi.
Hasan el-Basrî şöyle der:
“Bu ümmet içinde Fatıma’dan daha çok ibadet eden bir başkası daha yoktur. Namazda o kadar uzun süre kıyamda kalırdı ki, ayakları şişerdi.” (9)
“Namaz kılarken Allah korkusundan nefes nefese kalırdı.” (10)
Aslında Fatıma (a.s) hayatı boyunca hiç mihraptan çıkmadı. Bütün hayatı Allah’a ibadetten başka bir şey miydi ki? O kocasına iyi davranırken, çocuklarını eğitirken Allah’a ibadet ediyordu. Normal işleri icra ederken ve evinin diğer halkıyla beraber yoksulları kendine tercih ederken de, Allah’a kulluğun bir gereğini yerine getiriyordu.
Acıma Duygusu ve şefkati
Hz. Zehra (a.s) sevgiyi, acıma duygusunu ve şefkati de babasından almıştı. Babasına karşı tam bir iyilik timsaliydi. Sanki tüm sevgi ve bağlılığını ona özgü kılmıştı. Onu kendine tercih ederdi. Babasının evinin idaresini kendisi üstlenmişti. Evini çekip çeviren oydu.
Hz. Peygamber için yararlı olacağını düşündüğü işi yerine getirir, huzur ve rahat içinde olmasının ortamını hazırlardı. Babası Resulullah’ı memnun edecek şeyi bir an önce gerçekleştirmek için âdeta koşardı. Yıkanması için su döker, yemeğini hazırlar ve elbisesini yıkardı.
Bunun yanında diğer kadınlarla birlikte savaş seferlerine katılır, yiyecek ve su taşır, yaralılara su verme ve onları tedavi etme işlerine katılırdı. Uhud Savaşı’nda babasının yarasını saran oydu. Kanın durmadığını görünce, bir hasır parçasını alıp yakmış, küllerini yaranın üzerine dökmüş, böylece kanın durmasını sağlamıştı.
Medine etrafında hendek kazıldığı sırada babasına bir parça ekmek getirmişti. Ekmeği babasına verince: “Bu nedir ey Fatıma?” diye sormuş, o da şu cevabı vermişti: “Oğullarıma yaptığım ekmektendir. Onun bir parçasını sana getirdim.”
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Kızım! Üç günden beri babanın boğazından geçen ilk lokma budur.” (11)
Hz. Fatıma (a.s), Resulullah efendimizin hayatının ilk dönemlerinde babasını, sonra annesini, ardından, hayatının en zor döneminde, davet ve Allah yolunda cihadın en çetin sürecinde eşi Hatice Kübra’yı kaybetmesinden dolayı yaşadığı acıları gidermeyi ve duygusal boşluğu doldurmayı başardı.
Fatıma (a.s) babasını gözetip koruyordu. Tarihin bize aktardığı olaylar, Fatıma’nın, babasına sunduğu muhabbetle onun risaletin ağır yükünü taşımasına yardımcı olduğunu gözler önüne sermektedir. Böylece Hz. Peygamber’in defalarca söylediği “Fatıma babasının annesidir.” (12) sözün arkasındaki sırrı da kavramış oluyoruz.
Gerçekten Hz. Peygamber’in ona çok özel bir muamele ettiğini onun ellerini öptüğünü, bir yolculuktan Medine’ye geri döndüğünde ilk önce onu ziyaret ettiğini, aynı şekilde bir sefere çıktığı zaman da ona veda ettiğini ve yolculuğuna onun yanından başladığını görüyoruz. Yine Hz. Peygamber’in (s.a.a) hayatını incelediğimiz zaman, yorgun düştüğü durumlarda, acı hissettiği zamanlarda, ya da aç olduğu yahut da bir misafiri geldiği zaman sıkça Fatıma’nın yanına gittiğini görürüz. Fatıma’nın da tüm varlığıyla onunla ilgilendiğini, onu gözettiğini ve acılarını hafiflettiğini, bunun yanında ona hizmet ettiğini ve emirlerine itaat ettiğini görürüz.
Kesintisiz Cihadı
Hz. Fatıma (a.s), İslâm ile cahiliye arasındaki savaşın en şiddetli, en keskin zamanında dünyaya geldi. O, gözlerini dünyaya açtığı sırada, Müslümanlar, zorba putperestliğe karşı verdikleri cihadın en ağır koşullarını yaşıyorlardı. Kureyş, Resulullah’a (s.a.a) ve tüm Haşimoğulları boyuna abluka uyguluyordu.
Peygamberimiz (s.a.a) Hz. Ebutalip ve İmam Ali (a.s) gibi bazı yakın akrabaları ve cihadın fedakâr fertlerinden biri olan eşi ve tertemiz kızıyla birlikte abluka altındaki vadiye girdi. Kureyşliler onları üç yıl boyunca “Ebu Talib Vadisi” denilen bu yerde kuşatma altında tuttu. Onları bütün temel ihtiyaçlardan yoksun bıraktılar.
İşte Hz. Zehra (a.s) çocukluğunun başlarında bu dayanılmaz kuşatmayı, acı veren yoksunluğu ve bu ağır yaşam koşullarını yaşadı. Bunları yaşarken hakkı savundu, ilkeler uğruna fedakârlık göstermenin görkemli bir örneğini sergiledi.
Ağır ve dayanılmaz kuşatma yılları geride kaldı. Hz. Resulullah bu süreçten zaferle çıktı. Aynı yıl içinde Hz. Hatice vefat etti. Yine aynı yıl içinde Peygamber’in amcası, davetin hamisi ve İslâm’ın yardımcısı Ebu Talib de vefat etti. Hz. Resul en sevdiği ve en aziz bildiği insanları yitirdikten sonra, gönlü hüzün ve kederin mekânı oldu.
Böylece Hz. Fatıma (a.s), annesinin şefkatini doyasıya hissetmeden, kendisini babasıyla acıları ve zorlukları paylaşır buldu. Amcası ve hamisi öldükten sonra, Kureyş, bütün kinini Resulullah’a kustu. Ona bu güne kadar yapmadığı eziyetleri yaptı.
Hz. Zehra (a.s), kendi gözleriyle Kureyş’in beyinsizlerinin ve azgın çapulcularının Hz. Resul’e yaptıkları eziyetleri ve işkenceleri, hakaretleri görüyordu. Oysa Hz. Peygamber (s.a.a) onları karanlıklardan aydınlığa, nura çıkarmak istiyordu. Bu arada bu tür muamelelere maruz kalan Hz. Peygamber, Fatıma’nın (a.s) acılarını hafifletmeye ve onu direnmeye teşvik ediyordu:
“Ağlama, kızım. Allah senin babanı koruyacak ve onu din ve risalet düşmanlarına karşı muzaffer kılacaktır.” (13)
Böylece Hz. Peygamber kızına yüksek bir cihat ruhunu aşılıyordu, kalbini sabır ve zafere güven duygusuyla dolduruyordu. Hz. Fatıma (a.s), babasının Medine’ye hicret etmesinden sonra, Kureyş’in kibrini ve gururunu hiçe sayan amcasının oğlu Ali b. Ebu Talib ile birlikte Mekke’nin korkulu atmosferinden hicret etti. Ali, onca yolu yaya yürüyerek kat ettiği için ayakları şişmiş bir hâlde Kuba’da Resulullah’a yetişti.
Babası kutlu İslâm devletinin temellerini attıktan sonra Fatıma (a.s) kocasının Medine’deki mütevazı evine taşındı. Allah yolunda cihadın ve mücadele hayatının zorluklarına sabretme noktasında eşine yardımcı oldu. Bu hâliyle o, eşsiz bir aile örneği sergiliyordu. Hz. Zehra (a.s) hakkı savunma ve Hz. Peygamber’in vasiyetini müdafaa etme hususunda meşakkatli ve belirgin bir rol oynadı. çünkü Peygamber’in vefatından sonra yiğit bir mücadeleci olarak Ali’nin yanında yer aldı. İmam Ali’nin hayatının en zor zamanlarında sergilediği bu tavrıyla, Ali’nin (a.s) hayatının iç cephesinin sağlam olduğunu, zayıflık göstermediğini herkese sergilemiş oldu. Ama Fatıma (a.s) ortamı değerlendirmeyi, gerekli olan tavrı belirlemeyi lideri ve eşi İmam Ali’ye bırakıyordu. İmam Ali (a.s) kararlaştırıyor, plânlıyor ve emrediyordu ve Zehra (a.s) onun emirlerine itaat ediliyordu.
Hz. Fatıma (a.s) her Cumartesi sabahı şehitlerin kabirlerinin başına geliyor, onlara rahmet ve bağışlanma diliyordu. Haftaya başlarken gerçekleştirdiği bu davranış, onun (a.s) cihada ve şehitliğe verdiği önemi sergiliyordu. Cihatla başlayan, cihada dayanan ve en sonunda şehitlikle taçlanan fedakârlıklarla noktalanan pratik hayatının bir yansımasıydı. (14)
Kaynaklar
1- Ehlu’l-Beyt, s.132-134
2- Ehlu’l-Beyt, s.132-134
3- Ehlu’l-Beyt, s.137
4- Ehlu’l-Beyt, s.138
5- Biharu’l-Envar, 43/56-58
6- Biharu’l-Envar, 43/46
7- el-Emalî, şeyh Saduk, Meclis: 24/100
8- Biharu’l-Envar, 43/81-82
9- Biharu’l-Envar, 43/84
10- İ’lamu’d-Din, s.247; Uddetu’d-Dai, s.151
11- Ehlu’l-Beyt, Tevfik Ebu İlm, s.141-142
12- Usdu’l-Gabe, 5/520; el-İstiab, 4/380
13- Sîretu’l-Mustafa, s.205; Tarih-i Taberî, 1/426
14- Fatımatü’z-Zehra Vitrun Fî Gamed adlı eserin mukaddimesi, Seyyid Musa Sadr
Ehlader