Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Allah’ım, Hazreti Muhammed’e ve O’nun pak Ehl-i Beyt’ine ve seçkin sahabesine ve tabiine kıyamete kadar salat eyle.
Dünyadaki tüm Müslüman bacı ve kardeşlerimi selamlıyorum. Allah’u Teala’dan Mübarek Ramazan ayı boyunca yaptıkları itaatlerini kabul etmesini niyaz ediyorum. Ramazan Bayramını şimdiden kutluyor ve ve bizleri bu ilahi ziyafete katılmakla nimetlendirdiği için Allah’u Teala’ya şükrediyorum.
Bugün Kudüs Günü’dür; Bugün, İmam Humeyni’nin akıllıca girişimiyle Kudüs-ü Şerif ve mazlum Filistin konusunda, Müslümanların birliği için bir bağlantı olarak belirlenmiştir ve onlarca yıl bu konuda bir rol oynamıştır ve bundan sonra da Allah’ın izniyle yine rol oynamaya devam edecektir. Milletler; Kudüs Günü’nü memnuniyetle karşıladılar ve Filistin özgürlük bayrağını dalgalandırmak olan bu günü, ilk vacip işleri olarak kutladılar. Müstekbirlerin ve Siyonizm’in temel politikası; Filistin meselesini küçümsemek ve Müslüman toplulukların zihninde onu unutturmaktır. En acil vazife, düşmanın uşakları tarafından İslam ülkelerinde işlenen siyasi ve kültürel bu ihanetle mücadele etmektir. Ve gerçek şu ki, Filistin meselesi kadar büyük bir mesele yoktur. Her ne kadar ABD ve diğer hegemonlar ve bölgesel kuklaları bu meseleyi unutturmak için tüm paralarını ve güçlerini kullansalar da Müslüman ulusların artan gayreti, özgüveni ve zekası bu meselenin unutulmasına izin vermeyecektir.
İlk olarak, Filistin ülkesinin gasp edilmesinin ve orada Siyonist kanser tümörünün oluşumunun büyük trajedisi hatırlanmalıdır. Son zamanlarda insanlığa karşı işlenen suçlar arasında bu büyüklük ve şiddette bir suç yoktur. Bir ülkenin gasp edilmesi, halkının sonsuza dek evlerinden ve ecdatlarının topraklarından korkunç bir şekilde, katliamlarla, nesilleri yok edilerek çıkarılması ve bu tarihi zulmün yıllarca devam etmesi, gerçekten de insanın şeytani sıfatında bir rekordur.
Bu trajedideki asıl suçlular Batı hükümetleri, onların kötü ve şeytani politikalarıydı. I. Dünya Savaşı’nı kazanan hükümetlerin Batı Asya bölgesini yani Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya topraklarını, Paris Konferansı’nda en önemli savaş ganimeti olarak aralarında paylaştıkları gün, egemenliklerini sürdürebilmek için bölgenin kalbinde güvenli bir üsse ihtiyaçları olduğunu hissettiler. İngiltere yıllardır Balfour’un planının zeminini hazırlıyordu ve Yahudi yöneticilerin katkısıyla Siyonizm adında bir bidat hazırlamıştı.
Ve şimdi pratik olarak da zemin mevcuttu. O yıllardan itibaren yapılan hazırlıkları yavaş yavaş bir araya getirdiler ve son olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bölgedeki hükümetlerin gafletini ve sıkıntılarını kullanarak, darbelerini vurdular. Ve Siyonist bir ulusu olmadan sahte bir rejim ve bir devlet ilan ettiler.
Bu saldırının amacı, önce tüm Filistin halkı sonra da bu bölgenin tüm uluslarını hedef almaktı.
Sonrasında bölgede yaşanan olaylara bakıldığında, Batılıların ve Yahudi şirketlerinin asıl amaçlarının kendileri için; Siyonist bir devlet kurmak, Batı Asya’da kalıcı bir varlık elde etmek, etkili olmak, bölge ülkelerine ve hükümetlerine yakın erişim imkanı sağlamak olduğu görülmektedir. Bu nedenle, sahte ve işgalci bir rejimi, her türlü güçlü, askeri ve sivil imkanlarla hatta nükleer silahlarla donattılar ve bu kanserli tümörün Nil’den Fırat’a kadar büyümesini planlarına dahil ettiler.
Ne yazık ki, çoğu Arap devleti, bir kısmı takdire şayan ilk direnişlerinden sonra tedrici olarak teslim oldular. Özellikle ABD’nin meselenin sorumlusu olarak gelmesinden sonra hem insani, hem İslami, hem siyasi vazifelerini hem de Arap gayretini unutup ve yanlış umutlarla, düşmanın amaçlarına yardımcı oldular. Camp David bu acı gerçeğin açık bir örneğidir.
İlk yıllarda bazı özverili çabaların ardından, savaşçı gruplar da yavaş yavaş işgalci ve destekçileri ile sonu olmayan müzakerelere sürüklendiler ve Filistin davasının gerçekleşmesine yol açabilecek yolu terk ettiler. ABD ve diğer Batı hükümetleriyle ve faydasız Uluslararası sivil toplum kuruluşlarıyla müzakere etmek Filistin için acı ve başarısız bir deneyimdir. BM Genel Kurulu’nda zeytin dalının gösterilmesinin, Oslo Sözleşmesi’nin hasarlarından başka bir sonucu yoktu ve bu da Yasser Arafat’ın ibretlik sonuyla sonuçlandı.
İran’daki İslam Devrimi’nin doğuşu, Filistin mücadelesinde yeni bir sayfa açtı. İlk adımlardan itibaren, yani İran’da Tağut döneminde Siyonistlerin güvenli üslerinden biri olarak gördükleri İran’dan sınır dışı edilmesinden, Siyonist rejimin Filistin adına resmi olmayan büyükelçiliğinin ele geçirilmesinden petrol aktarımının kesilmesine kadar büyük ve kapsamlı siyasi iş ve faaliyetlerin tamamı, bütün bölgede “Direniş Ekseninin” oluşmasına neden oldu ve kalplerde sorunun çözümü için bir umut yeşertti.
Direniş Cephesi’nin ortaya çıkmasıyla birlikte, Siyonist rejimin işi zorlaştı ve elbette, Allah’ın izniyle gelecekte çok daha zor olacak ama başta ABD olmak üzere bu rejimin destekçilerinin çabaları, bu rejimi savunmak için fazlasıyla arttı.
Lübnan’da Hizbullah’ın fedakâr, mümin genç ve kuvvetlerinin ortaya çıkması, Filistin sınırları içinde motive bir Hamas ve İslami Cihad gruplarının oluşması, sadece Siyonist liderleri değil, ABD ve diğer Batılı militanları da endişelendirdi. İşgalci rejime sert ve yumuşak destekten sonra bölge içinden ve Arap toplumundan yardım almak planlarının başında yer aldı. Bugün Arap devletlerinin bazı liderlerinin ve bazı hain Arap siyasi ve kültürel aktivistlerinin davranış ve konuşmalarındaki sıkı çalışmalarının sonucu açıktır ve herkesin gözünün önündedir.
Bugün, savaş alanının her iki tarafında şu farkla çeşitli faaliyetler ortaya çıkıyor; Direniş Cephesinin gücü, umudu ve güç unsurlarının cazibesi artarken, buna karşılık olarak zulüm, küfür ve müstekbir cephesi gittikçe daha da güçsüzleşiyor ve ümitsizleşiyor. Bu iddianın açık bir göstergesi, bir zamanlar yenilmez ve yıldırım hızında bir güç olarak kabul edilen ve saldırıda bulunan iki ülkenin ordularını birkaç gün içinde durduran Siyonist ordusunun şimdi Lübnan ve Gazze’deki halk güçleri karşısında geri çekilmek ve yenilgilerini itiraf etmek zorunda kalmasıdır.
Ancak, mücadele alanı çok tehlikeli ve değişkendir. Sürekli dikkat edilmeye ihtiyaç duyar ve bu mücadelenin konusu da çok önemli ve belirleyicidir. Temel hesaplamalarda herhangi bir ihmal ve hata ağır kayıplara neden olacaktır.
Buna dayanarak Filistin meselesiyle dertlenen ve ilgilenen herkese birkaç tavsiyede bulunuyorum;
1- Filistin’in kurtuluşu mücadelesi, Allah yolunda bir cihad ve arzu edilen İslami bir görevdir. Böyle bir mücadelede zafer kesindir çünkü mücahit öldürülse bile iki iyilikten birine ulaşmıştır. Bunun dışında Filistin meselesi insani bir meseledir ve milyonlarca insanı evlerinden, topraklarından, iş ve yaşam alanlarından suç ve cinayet işleyerek çıkarmak her insanın vicdanını incitir ve etkiler. Himmet ve cesaret olduğu takdirde, bununla mücadeleye sokar. Dolayısıyla, bunu tamamen Filistin ve daha çok Arap meselesi olarak sınırlamak büyük bir hatadır.
Bazı Filistin unsurlarının uzlaşmasını veya bazı Arap ülkelerinin yöneticilerinin bu İslami ve insani meselenin üstesinden gelmekten sorumlu olduğunu düşünenler, meseleyi anlama konusunda derin bir yanılgı içerisindeler ve bazen de sapıyor ve inhirafa düşüyorlar.
2- Bu mücadelenin amacı; denizden nehre kadar tüm Filistin topraklarının kurtarılması ve tüm Filistinlilerin anavatanlarına dönüşüdür. Bu meselenin indirgenmesi ve bu meseleden bu toprakların bir kenarında bir hükümet kurulması şeklinde Siyonistlerin literatüründe hem de aşağılayıcı bir şekilde bahsedilmesi ne hak aramanın ne de bir gerçekçiliğin belirtisidir. Gerçek şu ki, bugün milyonlarca Filistinli öz güven ve tecrübeyle “ وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُه إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (Allah kendi dinine yardım edenlere muhakkak yardım edecektir. Kuşkusuz Allah güçlüdür, mutlak galiptir) diye buyuran Allah’ın yardımından ve nihai zaferinden emin olarak, bu büyük cihadı bir çaba haline getirebilecek düzeydedir. Allah’ın izniyle kuşkusuz, dünyadaki birçok Müslüman onlara yardım edecek ve onların yanında olacaktır.
3- Küresel destek de dahil olmak üzere, bu mücadelede tüm meşru ve helal imkanlardan yararlanmaya izin verilse de zahiri ya da batini olarak Batı hükümetlerine ve uluslararası meclislere güvenmekten kaçınmak gerekir. Onlar, etkili herhangi bir İslam varlığına düşmandırlar. İnsan ve ulusların haklarına saygı duymazlar. Onların kendileri İslam Ümmetine en fazla zarar veren ve suç işleyenlerdir. Şu anda hangi uluslararası teşkilat ya da katil güç, birçok İslam ve Arap ülkelerindeki suikastların, katliamların, savaşların, bombalamaların ve yapay kıtlıkların cevabını veriyor?
Bugün dünya, Corona kurbanlarının sayısını dünya çapında tek tek sayıyor, ancak hiç kimse ABD ve Avrupa’nın savaş ateşini yaktığı ülkelerdeki yüz binlerce şehit ve esirden kimin sorumlu olduğunu sormuyor. Afganistan, Yemen, Libya, Irak, Suriye ve diğer ülkelerde dökülen tüm bu kanlardan kim sorumlu? Filistin’deki tüm bu cinayetten, gasptan, yıkımdan ve baskıdan kim sorumlu? Neden İslam dünyasındaki bu milyonlarca mazlum çocuğu, kadını ve erkeği saymadınız? Neden kimse Müslümanların katledilmesinden dolayı baş sağlığı dileğinde bulunmuyor? Neden milyonlarca Filistinli yetmiş yıl sürgünde, evlerinden uzakta yaşamak zorundalar? Ve neden Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs’ü Şerif’e hakaret ediliyor? Sözde milletlerin teşkilatı olan Birleşmiş Milletler görevini yapmıyor ve sözde insan hakları teşkilatları öldüler. Ve “Çocukların ve kadınların haklarının savunulması” sloganı Yemen ve Filistin’deki mazlum çocukları ve kadınları kapsamıyor.
Batılı güçlerin ve onlara bağlı uluslararası teşkilatların durumu budur.
Bölgede onları takip eden bazı hükümetlerin durumu onlardan daha utanç verici ve kötüdür.
Bu nedenle gayretli ve dindar Müslüman toplum kendi iç gücüne güvenmeli ve dayanmalı; güçlü kollarını sıvamalı ve Allah’a güvenerek engelleri aşmalıdır.
4- İslam dünyasının siyasi ve askeri elitleri tarafından göz ardı edilmemesi gereken önemli bir nokta ise ABD ve Siyonistlerin çatışmayı direniş cephesinin arkasına taşıma politikasıdır. Suriye’deki iç savaşın patlak vermesi, Yemen’deki askeri kuşatma ve günlük cinayetlerle, Irak’ta IŞİD’in üretilmesi, suikast, imha ve bölgedeki diğer bazı ülkelerdeki benzer olayların hepsi direniş cephesini meşgul etmek ve Siyonist rejime bir şans vermek için yapılan hilelerdir. Müslüman ülkelerdeki bazı politikacılar, bilmeden ve bazıları da bilerek düşmanın bu hilelerine hizmet ediyorlar. Bu kötü niyetli siyasetin uygulanmasını engellemenin yolu, esasen tüm İslam dünyasındaki gayretli gençlerin ciddi talepleridir. Tüm İslam ülkelerindeki, özellikle Arap dünyasındaki gençler, “Feryat edebildiğiniz kadar Amerika’ya ve tabi Siyonist düşmana haykırın” diyen büyük İmam Humeyni’nin tavsiyelerini görmezden gelmemelidir.
5- Bölgede Siyonist rejimin varlığının normalleştirilmesi politikası Amerika Birleşik Devletleri’nin başlıca politikalarından biridir. Bölgede ABD’nin bir aracı rolünü oynayan bazı Arap hükümetleri, ekonomik ilişkiler ve benzerleri gibi gerekli ön hazırlıkları yapmıştır. Bu çabalar tamamen meyvesiz ve sonuçsuzdur. Siyonist rejim bölge için ölümcül bir uzantı, net bir kayıptır ve kesinlikle kökünden sökülecek ve ortadan kaldırılacaktır. Ve imkanlarını bu rejimin müstekbir politikalarının hizmetine sunanlar için utanç kalacaktır.
Bazıları bu çirkin davranışı haklı çıkarmak için, ölümcül ve zararlı gerçeklerle mücadele edilmesi ve ortadan kaldırılması gerektiğini hatırlamadan, Siyonist rejimin bölgede bir gerçeklik olduğunu savunuyor. Bugün Corona bir gerçek ve tüm akıllı insanlar onunla savaşmayı gerekli görüyorlar. Uzun süredir devam eden Siyonist virüs, kesinlikle uzun sürmeyecek ve gençlerin çabaları, imanı ve gayretiyle kökü bu bölgeden kazınacaktır.
6- Benim temel tavsiyem mücadeleye devam etmek ve cihat örgütlerini ve onların birbirleri ile iş birliğini organize etmek ve Filistin topraklarının tamamında cihat alanını genişletmektir. Herkes bu kutsal cihatta Filistin halkına yardım etmelidir. Herkes Filistinli mücahitlerin elini doldurmalı ve sırtını güçlendirmelidir. Biz iftiharla bu yolda elimizden geleni yapacağız. Bir gün Filistinli mücahitlerin dine, gayrete ve cesarete sahip olduğunu ve tek sorununun silah eksikliği olduğunu fark ettik. Allah’ın yardımı ile bir plan yaptık ve bunun sonucunda Filistin’deki güç dengesi değişti.
Bugün Gazze, Siyonist düşmanın askeri saldırıları karşısında durabilir ve ona karşı kazanabilir. İşgal altındaki bölgeler olarak adlandırılan bölgelerdeki denklemdeki bu değişiklik, Filistin meselesini son adımlara yaklaştıracaktır. Bu bağlamda Filistin yönetiminin büyük bir sorumluluğu vardır. Vahşi düşmanla, otorite ve güçlü bir duruş dışında başka bir şekilde konuşulamaz ve Allah’a hamt olsun bu iktidar ortamı Filistin’in cesur ve direnen halkı için hazırdır.
Bugünün Filistinli gençleri haysiyetlerini korumaya susuzdur. Filistin’deki Hamas ve İslami Cihad ve Lübnan’daki Hizbullah herkes için hücceti tamamladı. Dünya, Siyonist ordunun Lübnan sınırlarını kırdığı ve Beyrut’a ilerlediği günü ve Ariel Şaron adında bir katilin Sabra ve Shatila’da kan banyosu başlattığı günü unutmadı ve unutmayacak. O gün, Siyonist ordusunun, Hizbullah’ın ezici darbeleri altında, ağır kayıplar vermekten, yenilgiyi kabul etmekten ve ateşkes için yalvararak Lübnan sınırlarından çekilmekten başka seçeneği yoktu. Elin dolu ve konumun güçlü olması yani budur.
Şimdi bırakın falan Avrupa hükümetleri Saddam rejimine kimyasal madde satmaktan dolayı sonsuza dek utansın ve mücahit ve başı dik Hizbullah’ı yasa dışı bilsin. Yasadışı yani ABD gibi IŞİD üreten bir rejimdir ve binlerce kişinin İran’ın Bane, Irak’ın Halepçe şehirlerinde, onların kimyasalları nedeniyle öldüğü Avrupa hükümetleri gibi bir rejimdir.
7- Sonuç olarak Filistin, Filistinlilere aittir ve onların iradeleri ile yönetilmelidir. Yaklaşık yirmi yıl önce sunduğumuz, tüm Filistin dinlerinin ve etnik kökenlerinin katılımıyla bir referandum düzenlenmesi planı, Filistin’in bugününün ve yarınının sorunlarında uygulanması gereken tek sonuçtur. Bu plan, Batılıların trompetleriyle tekrar ettikleri anti-Yahudilik iddialarının tamamen asılsız olduğunu göstermektedir. Bu planda Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman Filistinliler birlikte bir referanduma katılarak, Filistin’in siyasi sistemini belirliyorlar. Kesinlikle gitmesi gereken Siyonist rejimdir ve Siyonizmin kendisi Yahudi dininde bir bidattır ve tamamen bu dine yabancıdır.
Konuşmamın sonunda, Şeyh Ahmed Yasin’den, Fethi Şikaki’ye ve Seyyid Abbas Musevi’ye kadar bütün Kudüs şehitlerini ve İslam’ın büyük komutanı ve direnişin unutulmayacak siması Şehit Kasım Süleymani ve Iraklı büyük mücahit Şehit Ebu Mehdi el-Mühendis’i saygıyla anıyor ve bizlere cihat ve onur yolunu açan İmam Humeyni’nin yüce ruhuna selam gönderiyorum ve ayrıca uzun yıllar bu yolda çalışan merhum mücahit Hüseyin Şeyh’ul İslam kardeşimize de Allah’tan rahmet diliyorum.
Allah’ın selam ve rahmeti üzerinize olsun