Kur’an’ı Kerim’in Atomcu ve Bütünsel Tefsiri – Şehid Muhammed Bakır Es Sadr

Kovulmuş Şeytan’dan Allah’a sığınırım
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Salâtu selamın en güzeli varlıkların efendisi Muhammed’in (S) üzerine, pak ve temiz ailesinin ve hidayet rehberlerinin üzerine olsun.

Rabbimiz! Kitabını anlamada bizi keskin zeka sahibi kıl. Gönüllerimizde günahların karanlıklarını aydınlat ki, ayetlerini anlayalım/idrak edelim. Gözlerimizden dünya perdesini, sisini, yalancı parlaklığını, kamaşmasını gider ki; içimizi/ruhumuzu senin hidayetinle dolduralım. Bizi Kur’an’ın ve peygamber (S) sünnetinin bilinçli hâmileri kıl. Emirlerine bağlı kalarak yol alanlarla beraber eyle. Kur’an ayetleri ve Kur’an lisanıyla niyaz ediyoruz:

“Rabbimiz, nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter.” (Tahrim;8)

“Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi, ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlamızsın! Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara;286)

“Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen şefkatli, çok merhametlisin.” (Haşr;10)

Tefsirlerin çeşitli, metotlarının farklı, ekollerinin başka başka olduğunda kuşku olmadığı gibi; çoğu zaman önemle üzerinde durdukları noktaların ve yönelişlerinin de farklılık arzettiği bir olgudur.

1. Bazı tefsirler vardır ki, Kur’an nassının sözlük, edebî ve belâgat yönüne ağırlık verir, yalnız o cihetle ilgilenirler.
2. Kur’an’ın konularına, anlam ve içeriğine önem veren tefsirler de biliyoruz.
3. Kur’an’ın nassını hadislerle tefsir eden müfessirler ise, Rasulullah ve imamlardan nakledilenlere yahut sahabe ve tabiinin görüşlerine ağırlık verirler. Ve Kur’an’ı onlarla yorumlarlar.
4. Allah (ST)’nın kitabını anlayıp köklü biçimde yorumlamak için aklı büyük bir dayanak addedenler de olmuştur.
5. Bağımlı tefsirler de vardır. Bunlar daha önceleri ortaya çıkmış olan bir mezhebin verilerini, metodunu esas alarak Kur’an’ın nassını ona uydurmaya, ona göre yorumlamaya çalışırlar.
6. Belli bir yöne, bir tarafa bağımlılığı omayan tefsirler de vardır. Bunlar bizzat Kur’an’ı konuşturmak isterler. Görüşlerini Kur’an’a uydurmaya çalışırlar. Kur’an’ı görüşlerine değil… İslâm’ın tefsir sahasında başka yönelişleri bulunan nice tefsirler bulunmaktadır. Fakat burada Kur’an etüdlerini incelemenin eşiğinde iken özellikle bizi ilgilendiren, İslâm düşüncesinde tefsir hareketinin başlıca iki bariz ekolü üzerinde konumuzu yoğunlaştırmak olacaktır. Bu ekollerden birine “Tefsirde Atomcu/Tecziî akım” diğerine “Tefsirde Bütünsel/Tevhidî yahut Konulu/mevzuî akım” adını vereceğiz.

Birinci Yöneliş

Atomcu akımdan, müfessirin Kur’an’ı Kerim ayetlerini Mushaf-ı Şerif’teki sırasına göre ayet ayet ele alarak izah etmeye koyulduğu metodu kastediyoruz. Bu metodun çerçevesinde müfessir baştan sona Mushaf’la birlikte ilerler. Onun bölümlerini, kısımlarını, parçalarını daha önceden tesbit ettiği metoda göre açıklamaya çalışır. Tefsiri için seçtiği tefsir araç ve malzemelerini bunun için kullanır. Ayetleri, olaylarla, görüşüne göre yahut rivayetlerle veya söz konusu ayetle kavram ve terim yönünden ortak yanı bulunan başka  ayetlerin bağlarını gözönünde bulundurarak açıklamaya çalışır. Böylece tefsir edilmek istenen Kur’an parçasının kapsamına girdiği siyak göz önünde bulundurulur.

Biz burada atomcu tefsirden sözederken onu, vardığı son şekli, en geniş ve en kapsamlı biçimiyle ele alıyoruz. Atomcu tefsir tarih boyunca tedrici biçimde gelişerek, Kur’an’ı Kerim’in tamamını parça parça kapsar hale gelmiştir.

Bu tefsir akımı, sahabe ve tabiîn dönemlerinde Kur’an’ın bazı ayetlerini parça parça açıklamak ve izah etmek, bazı yerlerini tefsir etmek suretiyle başlamıştır. Zaman ilerledikçe daha fazla ayetleri açıklama ihtiyacı hasıl olur. Nihayet bu tefsir akımı İbnu Mace, et-Taberi ve başkalarının üçüncü asrın sonları ile dördüncü asrın başlarına kadar kaleme aldıkları tefsir kitaplarıyla en mükemmel şekline kavuştu. Bu eserler atomcu metodun en kapsamlı numunelerini temsil ediyorlardı.

Tefsirde atomcu metod “ALLAH” sözcüğünün ifade ettiği manayı anlamayı hedeflerken… “ALLAH”  sözcüğünün manasını anlarken… Başlangıçta pek çok kimsenin kolaylıkla yararlanabileceği bir şeydi. Zaman ilerleyip aradaki mesafe uzayınca, beşerî güçler ve deneyimler birleşip yoğunlaşınca, olaylar ve konumlar gelişme gösterince, söz konusu lafız da ağdalılaşmaya, kördüğüm olmaya başladı.

Bu nedenle atomcu tefsirde Kur’an nassının “ALLAH” kavramını tüm boyutlarıyla ortaya koyarken karşılaştığı kapalılık ve şüpheden etkilenerek alabildiğine genişlemiş, nihayet bugün tefsir ansiklopedisi mahiyetini arzeden eserlerin ortaya çıkmasına kadar tekâmül etmiştir. Öyleki artık müfessir, Fatiha suresinin ilk ayetinden başlayarak, Nas Suresi’nin son ayetine kadar tüm Kur’an ayetlerini teker teker tefsir etmektedir.  Çünkü zamanın geçmesiyle pek çok ayetler mana ve lafzî delaletleri açısından ortaya konmaya, yahut denenmeye veyahut te’kid vesaireye ihtiyaç duyuyordu. İşte atomcu/tecziî tefsir budur.

Pek tabii olarak bu gibi bir tefsir metoduna atomcu/tecziî demekle diğer ayetlerin tamamından sarfınazar ettiğini, söz konusu edilen ayeti anlamak için başka ayetlerden faydalanmadığını söylemek istemiyoruz. Aksine müfessir zaman zaman hadisler ve rivayetlerden faydalandığı gibi, bu meyanda başka ayetlerden de yararlanır. Şu kadar var ki, bu faydalanma söz konusu edilen ayet-i kerimenin taşımış olduğu sözlük anlamını tesbit etme amacına yöneliktir. Yani bu tefsirin her adımında temel hedef müfessirin üzerinde çalıştığı ayetin anlamını, imkan dahilinde her türlü vasıta ile anlamaya çalışmasıdır. Demek ki hedef, “Cüz-î bir hedeftir.” Müfessir, sürekli olarak Kur’an nassının şu veya bu cüz’ünü anlamakla yetinir. Çoğunlukla bunu bir adım dahi ileri götürmez. Kur’an’ı Kerim’in tamamını kapsayan atomcu bir tefsirin özü, en müstesna durumda bile Kur’an’ı Kerim’in bölük pörçük bir görüş açısıyla değerlendirilmesi ve bu ayrı ayrı anlamların bir araya getirilmesiyle oluşan mana yığınından öte bir şey ifade edemez. Yani biz bununla Kur’anî pek çok hakikate ve bilgiye kavuşabileceğiz, fakat bunlar darmadağın bir yığından öteye gitmeyecek, aralarında en ufak bir bağ dahi bulmamız mümkün olmayacaktır. Tüm bunları incelemek hayatın her sahasını kapsayan bir “KUR’AN DÜŞÜNCESİ”nin boyutlarını tesbit etmede bize bir fayda sağlamayacaktır. Elbette elimizde yığınla malumat var. Fakat bir bütünlükten yoksun, üzerinde muhtelif saha ve konularla ilgili Kur’an düşüncesini kurmamıza imkân veren bu malumatı teorik ilkelere, düşünsel verilere dönüştürecek organik bağlar ve sağlıklı ilişkiler yok.

İşte bu nokta atomcu tefsir metodunda, bazen farkında olunmadan gerçekleşse de, metod içerisinde yer alan bir esas değildir. Yani atomcu /tecziî tefsir metodu, bizzat bunu hedef edinmiş değildir.

Bu dağınıklık ve parçalar üzerine yönelme hâli, İslâm düşüncesinde birbiri ile ihtilaflı çok sayıda mezhebin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çünkü şu veya bu müfessir görüşünü destekleyen bir ayet görmekle hemen ortaya atılıyor ve etrafına bir grup, bir küme oluşturabiliyordu. Bu durum pek çok kelâmî meselede açıkça müşahede edilmektedir. Cebr, Tefviz ve İhtiyar meseleleri bunun en bariz örnekleridir.

Halbuki atomcu müfessirin dağınık haldeki malûmatı olduğu gibi bırakmayarak, o dağınık halden bir adım daha ileri gitmesiyle bu çelişkilerin pek çoğunun ortadan kaldırılması işten bile değildi. Bu adımı, ikinci akımda göreceğimiz şekilde atmış olsaydı, mesele bitecekti.

İkinci Yöneliş

Biz bunu tefsirde bütünsel/tevhidî yahut konulu/mevzuî yöneliş olarak adlandırıyoruz.
Bu tefsir akımı, atomcu/tecziî tefsircilerin yaptığı gibi, Kur’an’ın tamamını ayet ayet tefsir etmeye çalışmaz. Aksine inançla, toplumla, evrenle yahut hayatla ilgili konulardan birini ele alarak Kur’an’ı bu açıdan etüde tabi tutar, araştırır; etüdlerini, açıklamalarını bu yönde yapar. “Kur’an’da Tevhid Akidesi, Kur’an’da Nübüvvet, Kur’an’da İktisat Anlayışı, Kur’an’da Tarihî Yasalar, Kur’an’da Arz ve Semavat…” vesaire gibi konular üzerinde yapılan çalışmaları buna örnek gösterebiliriz.

Bütünsel/ tevhidî veya konulu/mevzuî tefsir bu tür etüdleriyle Kur’an’ı Kerim’in düşünce yapısını belirlemeye çalışır. İkinci planda Rasul’ün (S) bu konuya bakış açısını ortaya koymayı hedef alır. Bu çalışmalar, hayat yahut kâinatın herhangi bir konusuyla ilgili olabilir.

Şurasını kalın çizgilerle belirtelim ki, bu iki akım yürürlükteki pratik eylemler düzleminde ve tefsir ameliyesinin tarihsel deneyimleri açısından kesin çizgilerle birbirinden ayrı değerlendirilmiş değildir. Zira konulu/mevzuî yöneliş, pek tabiî olarak ayet-i kerimelerdeki özel anlamların sınırlandırılıp belirlenmesine ve uygulanmak istenen ayetlerin kapsam ve içeriklerine derinlemesine nüfuz edilmesine muhtaçtır. Atomcu/tecziî yöneliş de, bu kısmî girişimlerinde vardığı yargılarda, bazen yanılmak suretiyle Kur’an’ın bir hakikate yapışıyorum diye hayatın başka gerçekleriyle gelişecek durumlarla karşılaşabilecektir. Her iki bakış ve yaklaşımın birbirine muhtaç olmasına rağmen farklı olduğunu ifade etmeliyiz. Meseleye bakış açılarında, amaçlarında, hedeflerinde ve düşünce yapılarında bu farklılık bariz olarak gözlenebilmektedir.

Atomcu tefsir akımının yayılmasına ve asırlar boyunca geniş bir nüfuza ve egemenliğe sahip olmasına etki eden faktörlerin başında tefsirde kendine özgü bir yeri olan rivayet ve hadisçilik düşüncesi gelmektedir. Çünkü aslına bakılırsa, başlangıçta Tefsir, şu veya bu şekilde Hadis’in bir şubesi olmaktan öte bir şey değildi. Yani Hadis yaklaşık olarak tefsirin biricik temeli ve esası olarak kabul edilmîştir. Bu temele bir de filolojik, edebî ve tarihî bir akım malûmat da ilâve edilmiştir. Evet uzun asırlar boyunca tefsirin yaslandığı sarsılmaz dayanak, Hadis ve oradan buradan derlenen bazı bilgilerden ibaret olmuştur.

Bu nedenle Resulullah (S) sahabeden, tabiînden ve imamlardan (a) rivayet edilen me’sur rivayetlerin (çoğu zaman halkın aklî istifhamlar, sorular şeklindeki girişimlerinden kaynaklanan, etkilenen rivayetler) çizgisiyle sınırlı olan bir tefsirin bir adım daha ileri gitmesine imkân yoktu. Kur’an’ın belirttiği, işaret ettiği gerçekleri kendi potasında eriterek, onları birbiriyle karşılaştırıp yaklaştırarak onlardan bir terkib oluşturması, Kur’an ayetlerinin lafzî işaretlerinin gerisinde yer alan bakış açısını, düşünce ve köklü fikrî yapıyı ortaya koymak elbette bu tür bir tefsirden beklenemezdi. Yani bu tefsir tabiî olarak lafzî bir tefsirdi. Sözcükleri, terimleri tefsir ediyordu. Değişen terimleri, edebî deyimleri, yeni yeni türetilen bazı kavramları açıklıyordu. Bazı kavramları Esbâb-ı Nüzûl’e göre anlayıp tatbik etmeye çalışıyordu. Bu tür bir çalışmanın parlak, şahane bir içtihadî fonksiyonu deruhte etmesine mahal yoktu elbette. Buna benzer bir çalışmayla filolojik, lafzî delâletin ötesinde yer alan olgulara, Kur’an’ı Kerim’in inci gibi dağıtılan/serpiştirilen ayeti şerifeleriyle vermeye çalıştığı temel düşüncelere, ana fikre ve asıl öze ulaşılması beklenemezdi.

Fıkıh Bütünsel metodu Kullanmıştır

Kur’an’ı Kerim’in tefsirinde izlenen bu iki metodu daha iyi anlamanız için, fıkhî deneyimlerinizden bir örnekle meseleyi ortaya koymamız yerinde olacaktır. Fıkhın çeşitli anlamlarından biri Resulullah (S) ve imamlardan (a) nakledilegelen hadisleri tefsir etmektir. Fıkhî araştırmalardan biliyoruz ki, bazı fıkıh kitapları vardır. Orada müellif teker teker hadisleri ele alıp açıklamaya çalışır. Bu metodlar, her Hadis’i sözkonusu eder ve onları şerheder. Hadislerin delâlet ve anlamları yahut senedleri yahut da metinleri üzerinde kritiklere girişir. Hadisin delâletini, metnini ve senedlerini hep birlikte inceleyen, eleştiren, açıklayan fıkıh kitapları da vardır. Bu konuda hadis şarihleri hoşlarına giden yahut ilim gücünün en fazla olduğu sahaları tercih etmişlerdir. “el-Kütübü’l-Erbaa” ve “el-Vesail”in şarihleri arasında bu farklı tutumları müşahede ediyoruz. Öte yandan fıkıh kitaplarının büyük çoğunluğunun ve bu sahadaki bilimsel çalışmaların bu metodu izlemediğini görüyoruz. Aksine meseleyi hayatın gerçeklerine göre bölümlere ayırdıktan sonra o bölümün çerçevesine, kapsamına giren, onunla ilgisi olan hadisleri orada bir araya getirip konuyu iyice aydınlatarak, İslâm’ın bu meseleye karşı tavrını, bakış açısını, değerlendirmesini en açık şekilde açıkladıklarını müşahede ediyoruz. İşte fıkıh planında bu ikinci metod konulu/mevzuî yönelişin ta kendisidir. Yanı sıra bir önceki çalışmada fıkıh planında hadislerin tefsiri, atomcu/tecziî bir metodla gerçekleştirilmiş olmaktadır.

(Örneğin) el-Cevâhir kitabı haddi zatında “el-Kütübü’l-Erbaa” rivayetlerinin tümünü en kapsamlı biçimde şerh eden bir kitaptır. Fakat bu kitap “el-Kütübü’l-Erbaa”da yer alan rivayetleri baştan başa açıklayan şerh eden bir eser değildir. Bunun yerine o, “el-Kütübü’l-Erbaa” nın rivayetlerini hayat şartlarına göre, yaşam biçimlerine, günün meselelerine göre Kitabu’l-Bey’, Kitabu’l-Ceale, Kitabu İhyai’l-Mevat, Kitabu’n-Nikah…gibi bölümlere ayırır. Sonra bu konularla doğrudan ve dolaylı ilişkisi bulunan rivayetleri bu başlıklar altında bir araya getirir. Şerhlerini yapar. Aralarında mükayese yaparak değerlendirmelerde bulunur. Sonuçta o, yalnız başına tek bir rivayeti anlamayı amaçlamaz. Sadece onun lafzına ve ana fikrine ulaşmayı hedef almaz. Zira yalnız bir rivayeti lafzen ve mana olarak güzelce anlamakla şer’î hükme ulaşmak mümkün olmayacaktır. Çünkü şer’î hükme ulaşmanın biricik yolu tek bir hüküm yahut hayatın herhangi bir meselesiyle uzaktan yakından alakası olan tüm rivayetleri tedkik ederek onların tümünden elde edilen kanaat, varılan düşünceden geçer, sonra bu kapsamlı araştırma ve geniş incelemeden bir tek rivayetin değil, tüm rivayetlerin ana fikir olarak verdiği bir tek düşünce çıkarılır.

Hadislerin şerhedilip açıklanmasında başvurulan bu metod, mevzuî yönelişin ta kendisidir.
Kur’an’î etüdlerle, fikhî etüdleri karşılaştırmak suretiyle her iki yönelişin farklı düzlemlerde  ve değişik konumlarda olduğunu görüyoruz. Fıkıh alanında konulu/mevzuî ve bütünsel/tevhidî yöneliş yaygınlaşmış, fıkıh ve fıkhî düşüncenin bu sahada kaydettiği gelişme ilerleme neticesinde fıkhî araştırmaların en değerlileri bu yönelişin semeresi olarak ortaya çıkmıştır. Kur’an sahasında ise bu yönelişin tam tersi egemen olmuştur dersek, doğru olanı yakalamış oluruz. Zira yaklaşık on üç asır boyunca bu alana yön veren düşünce ve çalışma metodu hep atomcu/tecziî tefsir ekolü olmuştur. Buna bağlı olarak her müfessir, bir önceki müfessirin yaptığı gibi Kur’an’ı baştan başa ayet ayet tefsir etmeye koyuluyordu. Demek ki, bu zaman süresi boyunca fıkıh alanında konulu/mevzuî yaklaşım metodu hakim olurken Kur’an sahasında atomcu/tecziî yaklaşım metodu hüküm sürüyordu. Kur’an’la ilgili meselelerde ortaya çıkan ve bazen konulu/mevzuî tefsir diye nitelendirilen etüdlere gelince, bunlar haddizatında bazı müfessirler tarafından ortaya konan ve “Esbab-ı Nüzul, Nasih-Mensuh, Kur’an Mecazları ve Kıraatlar” gibi Kur’an-ı Kerim’le tali derecede ilgili olan belli başlı bir kaç konudan öteye geçmeyen çalışmalardır. Ve bunların bizim belirttiğimiz anlamda bütünsel/tevhidî ve konulu/mevzuî tefsir türünden bir çalışma olarak değerlendirilmesi asla mümkün olmaz. Zira bu araştırmalar, gerçek anlamda bazı konularla ilgili atomcu/tecziî tefsirin bir araya getirilmesinden ve onlar arasında bir takım benzer yönlerin tesbit edilmesinden başka bir şey değildir. Daha net bir ifadeyle: Her topluma eylemi veya ayıklama ameliyesi, konulu/mevzuî bir etüd olarak değerlendirilemez. Konulu/mevzuî etüdler ancak şu özelliği taşıyan etüdlerdir. Evrensel, akidevî yahut sosyal hayatla ilgili meselelerden herhangi biri ele alınır. Konu Kur’an zaviyesinden tedkik edilir, araştırılır, değerlendirilir ve onunla ilgili Kur’an’î bir görüş açısı, Kur’an’î düşüncesi tesbit edilir. İşte ancak bu özelliklere haiz çalışmalar bütünsel/tevhidî çalışmalardır, etüdlerdir, tefsirlerdir.

Bana öyle geliyor ki, fıkıhtaki konulu/mevzuî/bütünsel/tevhidî yöneliş metodu, gelişmesine, yayılmasına ve fıkhi düşüncenin tekâmülüne bu sahada bilimsel/tecziî etüdlerin fevkalade bir biçimde çoğalmasına büyük ölçüde yardımcı ve destek olduğu gibi, tefsirdeki atomcu/tecziî yöneliş metodu da, İslâmî ve Kur’anî düşünce yapısının kösteklenmesine, kendisi için zorunlu olan gelişmesinin engellenmesine azamî ölçülerde neden olmuş ve onun tekrar yapmaktan, monoton bir çalışmadan öte geçemeyen bir duruma düşmesinde etkili rol oynamıştır. Öyleki et-Taberî, er-Razî ve Şeyh et-Tusî’den sonra uzun asırlar boyunca İslâm düşüncesi gerçek anlamda hiç yeni bir kazanç elde edebilmiş değildir. Bu sırada hayatın bir çok değişik sahalarında gerçekleşen değişikliklere, farklılaşmalara rağmen, tefsir ufak tefek farklılıklardan öte bir ilerleme katdetmeden donuklaşmıştır. Biz bu meseleyi atomcu/tecziî bakış açısıyla bütünsel/tevhidî yöneliş metodunu mukayese ederken daha geniş şekilde açıklayacağız. Bu olayın ardında saklı bulunan nedenleri ortaya koymaya çalışacağız.

Atomcu metod, neden gelişmenin, ilerlemenin önünde bir engel teşkil etti? Neden bütünsel metod, gelişme yükselme ve ictihad hareketi çerçevesinin genişlemesine etki eden bir faktör oldu? Bu meseleye çözüm getirebilmemiz için atomcu yönelişle bütünsel metodun yapılarını, oluşumlarını, karakterlerini daha net ve kesin boyutlarıyla tespit etmemiz gerekecektir. Bunları tespit edebilmemiz için de bu iki metod arasındaki farkları görebilmemiz, onların bazılarını açıklamamız zorunlu olacaktır. Şimdi biz bu iki tefsir ekolü arasındaki farklardan bazılarını şu şekilde tesbit edip açıklayabiliriz:

Atomcu/Tecziî ve Bütünsel/Tevhidî Tefsirlerin Farkları

Birinci Temel Fark

Atomcu/tecziî müfessirin fonksiyonu çoğunlukla pasiftir. Yani o ilkin Kur’an’ın bir ayeti yahut Kur’an’ın bir bölümünü ele alır. Daha önce onun aklında yer eden bir düşünce yahut zihinsel bir hazırlık ve öneri yoktur. Buna göre o, Kur’an’ın lafızlarından, terimlerinden harekete geçerek doğrudan ve dolaylı olarak ilişkisi bulunan ipuçlarını da kullanarak Kur’an’ın ne demek istediğini belirlemeye çalışır. Bu çalışma metodu genel hatlarıyla ve umumî olarak herhangi belli bir nassı tefsir etme ameliyesinden öteye geçemez. Sanki burada nassın fonksiyonu konuşmak, müfessirin görevi de kulak verip anlamaya çalışmaktan ibarettir. İşte “pasif fonksiyon” dediğimiz de budur. Burada müfessirin tüm işi: Dinlemek; yalnız dipdiri bir zihinle, tertemiz bir düşünceyle, filolojik ve edebî bilgilerle donanmış bir ruhla dinlemek… Bu haleti ruhiye içinde, bu zihinsel hazırlık ve bu düşünce yapısıyla Kur’an’ın önünde oturur… Onu dinlemek için… Yani o, bu olayda pasif durumdadır. Kur’an ise aktif durumda. İşte bu eylem sırasında Kur’an, müfessire lafzî yönden bazı şeyler verir. O da anladığı ölçüde onu tefsirine kaydeder.

Öte yandan bütünsel/tevhidî yani konulu/mevzuî müfessir, eylemine Kur’an nassından başlamaz. O, meselesini yaşanan hayattan alır. Evrensel, akidevî veyahut sosyal hayatla ilgili konulardan birinde bakışlarını yoğunlaştırır. Konuyla ilgili beşerî düşünce deneyimlerinin ne gibi problemlerle karşılaştığını ve insan düşüncesinin bunlara ne gibi çözümler önerdiklerini tarihî uygulamaların ortaya koyduğu soruları ve buna rağmen ne gibi boşlukların, açıklıkların kaldığını en kapsamlı biçimde ele alarak inceler. Ancak tüm bu eylemlerden sonra Kur’an nassına yönelir. Ona kulak verip onda yer alan şeyleri olduğu gibi kayda geçirmek için değil. Tam tersine Kur’an nassının önünde pek çok beşerî düşünce ve uygulamalarla donatılmış işlenmiş bir konuyu sergilemek için… Müfessir sorar, Kur’an da cevap verir. Müfessir burada boş değildir. Elinde eksik tarafları olmasına rağmen beşerî deneyimlerin tamamı, düşünürlerin ortaya attığı savunduğu doğru ya da yanlış da olma ihtimali bulunan  çalışmaların hepsi hazır beklemektedir. Pek tabiî olarak bu konuyla alakası bulunan düşüncesini bir kenara koyar. Tüm malzemesini Kur’an-ı Kerim’in huzuruna getirdikten sonra onun önünde oturur. Bu oturuş yalnız dinlemek için suskun halde bir oturma değildir. O diyalog için oturmuştur. Meseleyi sormak, anlamak ve düşünmek için oturmuştur. Ondan sonra bu konuyla ilgili olarak Kur’an’ın nassı ile diyalog (karşılıklı konuşma)a başlar. Amacı Kur’an-ı Kerim’in bu meseleye nasıl baktığını ortaya çıkarmak ve nasstan ilham alarak çıkarabileceği düşünce ve yaklaşımı tesbit etmektir. Bunun yolu da araştırıcının o ana kadar elde ettiği, konuyla ilgili düşünce ve yaklaşımların söz konusu nass ile karşılaştırılıp değerlendirilmesidir.

Bunun içindir ki bütünsel tefsirin elde ettiği sonuçlar sürekli olarak beşerî deneyimlerle doğrudan alakalı şeyler olmuştur. Zira bu metodla elde edilen sonuçlar, İslâm düşüncesinin hayatla ilgili meselelerinden herhangi biri hakkındaki bakış açısını belirlemek için elde edilen Kur’anî öğretiler ve yönelişlerdir.

Bu açıdan da konulu/mevzuî tefsir ameliyesi Kur’an-ı Kerim’le bir diyalog ve Kur’an’ı konuşturmadır. Yalnız pasif bir cevap alma eylemi değildir. Aksine faal bir cevap alma isteği ve belli bir amacı olan bilinçli bir görevlendirmedir. Hayatın büyük hakikatlerinden birini ortaya çıkarmayı hedef alan Kur’an nassına bir yöneliştir.

Emirü’l-Mü’minin (a) Kur’an-ı Kerim’den sözederken şöyle diyordu: “Bu Kur’an kendi kendine konuşacak değildir. Onu konuşturmaya çalışın. Ben sizi ondan haberdar ediyorum. Dikkat edin onda gelecek şeylerin ilmi var olduğu gibi geçmişten haber veren de odur. Hastalığınızın ilacı onda, o aranızdaki nizamın da kurucusudur”.İbnu’l-Kur’an’ın sözlerinde yer alan el-İstinkak (konuşturma) kavramı, konulu/mevzuî tefsir ameliyesini en güzel şekilde ortaya koyan bir terimdir. Çünkü biz bu tefsir metodunu, Kur’an-ı Kerim’le diyalog, Kur’an’ın meseleyi çözüm şeklini elde etmek amacıyla mevzuî/konu konu problemleri ona arzetmek gibi sıfatlarla nitelemiştik.

Demek ki atomcu tefsir akımı ile bütünsel tefsir akımı arasında en önemli ve başta gelen fark: Atomcu/tecziî tefsir metodunda müfessirin sadece dinlemek ve ondan öğrendiğini kaydetmekle yetinerek pasif bir rolü yüklenmesinin yanında konulu/mevzuî tefsirin hiç de böyle olmaması, bu anlama gelmemesi ve buna benzer bir yapı arzetmemesidir. Konulu/mevzuî tefsir metodunda müfessirin görevi her merhale ve her asırda yaşanan beşerî kültürün tamamından sürekli haberdar olmak, yapının düşünceleriyle yüklü olmak ve bununla beraber beşerî deneyimlerden elde ettiği verilerle beraber gelip; onları önünden ve ardından hiç bir batılın yol bulamadığı Kur’an-ı Kerim’in önüne koymaktır. Müfessir bu eyleminde elde ettiği onca malzemeyi ayet-i şerifelerin bütünü ışığında anlayacak, dile getirecek ve açıklayacaktır.

Yani bu metotta Kur’an, gerçeklerle, yaşanan hayatla içiçedir. Çünkü tefsir, vakıadan başlayan hareketinin sonunda Kur’an’a varmaktadır. Kur’an’la sınırlı değildir ki yaşanan hayatın uzağında kalsın, beşerî deneyimlerden kopuk olsun. Aksine bu ameliye vakıadan başlamakta, yaşanan olayların rabbanî yönelişlerin ışığında değerlendirildiği kaynakta yani Kur’an’da sona ermektedir.

Bu metotla Kur’an’ın sürekli her şeyin üstünde bir güce sahip oluşu, yenilenen olaylara bakış açısını sürekli koruması ve eşsizliğini, parlaklığını gözler önüne sermesi pekişmiş olur. Çünkü burada mesele herhangi bir lafzı, terimi, kavramı tefsir etmek değildir. Çünkü filolojik tefsir çalışmaları namütenahi –bitmez, tükenmez- güçler değildir. Yanı sıra Kur’an-ı Kerim’in bitmez tükenmez olduğunu rivayetle ifade ettiği gibi, bizzat Kur’an-ı Kerim Kelimetullah’ın tükenme bilmediğini açıkça bildirmektedir. Kur’an-ı Kerim tükenmeyen bir Allah vergisidir. Öte yandan filolojik tefsir en nihayet tükenecektir. Zira lugat ve filolojik güçler sınırlıdır. Filolojik anlamlarda herhangi bir yenilik söz konusu değildir. Filolojik anlamlarda herhangi bir yenilik bulunsa bile bunu Kur’an’ın hükmüne arz etmenin hiç bir anlamı yoktur. Kur’an’dan sonra başka bir dil bulunsa da, yeni bir dil, yeni bir kavram yahut Kur’an’dan sonra belli bir zemine oturan kavramlarla Kur’an’ı anlamaya çalışmanın hiç bir anlamı olmaz.

Öyleyse Kur’an-ı Kerim’in bitmez tükenmez bağışı, Kur’an’ın bu sınırsız anlamlarıdır ki, bunu bizzat Kur’an kendisi açıkladığı gibi Ehl-i Beyt’in (a) sözleri de bu olguyu ortaya koymaktadır. İşte bu bitmez tükenmezlik durumu ancak bu metotta biz Kur’an’ı konuşturmak istiyoruz. Çünkü Kur’an’da olup biten şeylerin var olduğu gibi, gelecek şeylerin de ilmi vardır. Çünkü Kur’an’da hastalığımızın ilacı vardır. Çünkü Kur’an’da aramızda hükmedecek nizam vardır. Çünkü Kur’an’da yeryüzünün deneyimleri doğrultusunda semavî konumu belirleme imkânımız vardır.

İşte bu nedenle konulu tefsir, gelişmeye, ilerlemeye, daha kapsamlı hale gelmeye fırsat buldu. Çünkü beşerî deneyimler onu harekete geçiriyordu. Kur’an etüdleriyle beşerî deneyimler ışığında, Kur’an üzerinde düşünmekle söz konusu hareket, İslâmî ve Kur’an’î doğru bir anlayışın tebarüz etmesine sebep oluyordu. Ve’l-hamdu lillahi Rabbi’l-Alemin…

Muhammed Bâkır es-Sadr, Kur’an Okulu, – islamivahdet.com

0
Would love your thoughts, please comment.x