Milli Gazete yazarı Hüseyin Akın, Türkiye’de işçi, memur ve emekli kesimin yaşadığı sıkıntılara dikkat çektiği yazısında, toplumda gelir dağılımı pastasının neredeyse onda dokuzunu ellerine geçirmiş mutlu azınlıkların şuh kahkahalarını memleket insanın mutluğuna hamledenlerin fena halde yanıldığını belirtti.
Yazının tamamı şu şekilde:
İşçi, memur ve emekli, bu üç kesim huzurlu olursa Türkiye huzurlu olur.
Ülkemizde yaklaşık 13 Milyon işçi, yine takriben 3 milyon kadar memur ve neresinden baksanız 10 Milyon kadar da emekli var.
Bu kesimlerin bakmakla yükümlü oldukları kişileri de hesaba kattığımızda çok önemli bir oran etmekte.
TÜİK’in verilerine göre Şubat–2015 itibariyle Türkiye’de en az 3,2 milyon kişinin de işsiz olduğunu hesaba katarsak meselenin ciddiyeti daha bir anlaşılır.
4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için gereken gıda harcama tutarı: 1349 Lira 22 Kuruş. (Türk-İş’in Mayıs–2015 hesaplarına göre).
Gıda harcamalarının dışında giyim, ulaşım, konut ve sağlık ihtiyaçları gibi diğer zorunlu harcamaları da eklediğimiz de –ki buna yoksulluk sınırı deniyor- bu oran 4 bin 384 Lira 87 kuruş’u buluyor.
Özellikle memur ve emeklinin aldığı maaşlara baktığımızda hesapların altüst olduğunu görüyoruz.
Bu oranlamalar niçin yapılır ve bu veriler niçin toplanır?
İnsanları onursal bir yaşam standardına kavuşturmak için elbette.
Ama dünden bugüne görülen manzara odur ki 4 kişilik bir ailenin bir günlük mutfak masrafı tespit edilir, ama buna ulaşamayan kesimlerin o günü nasıl geçirdikleri hiç hesaba katılmaz. Oysa asgari onursal yaşam standardına ulaşamayan kesimler için istatistiklerin gereği yerine getirilmelidir.
İşçi, memur ve emekli öteden beri siyasi partiler için oy deposudur.
Verirsen teşekkür ederler, vermezsen “vatan sağ olsun” derler.
Hiçbir zaman geçmiş günlerin davasını gütmez bu kesimler.
Son dakikada yapılan ufacık göstermelik bir ekonomik jest işçi, memur, emekli her kesimin yağlarını eritmeye yeter.
Bir ülke nitelikli, ahlaki ve entelektüel düzeyi yüksek bir nüfusa sahip olmak istiyorsa öncelikle emekçi ve emeklisinin ekonomik standardını yükseltmekle işe başlamalıdır.
Çünkü insanlar yeme, içme ve barınma gibi asli ihtiyaçlarının dışında ilgi, alaka ve aktivitelere ayırdıkları zaman ve yaptıkları harcama ile ancak medenileşip, şehirleşirler. Ekonomik standardı karnını doyurmaya bile yetmeyen bir öğretmeni bırakınız çevresinde itibarlı bir kişi haline getirmeyi, sosyalleştiremezsiniz bile.
Şayet bugün devlet memurları çok küçük hesapların peşinde bir manzara arz ediyorlarsa, bunun sebebi yaşam standardı olarak küçük hesaplara mahkûm edilmelerinden dolayıdır.
Muhafazakâr kesimlerin hak, emek ve alın teri ile imtihanı daha zorlu bir imtihandır.
Birçok muhafazakâr işveren, patron tuttuğu oruç, kıldığı namaz ve gittiği hac ile çeklerini ve senetlerini ödemeye kalkmaktadır.
Kul hakkından kısıp Allah hakkına yatırım yapmak gibi garaip bir durumdur sergiledikleri. “İşçinin hakkını alnının teri kurumadan veriniz” hadis-i şerifi sanki söz boşluğunu doldurmak için söylenmiş gibi, bir türlü şahsiyetli bir tutuma dönüşmez.
Türkiye’de bilmem ne kadar açlık sınırında insan olduğu istatistikler tarafından ortaya konulmuşsa devlet veya hükümet bu bilginin üzerine yatamaz.
Memleketi yönetenleri böyle bir durumda uyku tutmaması icap eder.
Çalıştığı halde aç kalmak ya da en doğal ihtiyaçlarını karşılayamamak ne demek?!
Bütüncül adalette şayet bir atalet seziliyorsa bu biraz da sosyal adaletin tecelli etmemesindendir.
İşsiz insanların da asgari insani yaşam standardına kavuşturulmaları bir devlet mesuliyetidir. Ekmek parası kazanacak bir işten mahrum olanların kaderlerine terk edilmesi, sürekli işsizliklerinin başlarına kakılması tek kelimeyle sorumluluk sahiplerinin sorumluluğu üzerinden atma gayretidir.
Toplumda gelir dağılımı pastasının neredeyse onda dokuzunu ellerine geçirmiş mutlu azınlıkların şuh kahkahalarını memleket insanın mutluğuna hamledenler fena halde yanılıyorlar.
Alın teri ve emeğinden başkasını istemeyen evi ile işi arasına hapsolmuş insanların hak ettikleri kendilerine verilmediği sürece tahterevallinin bir tarafı hep havada kalacaktır.
Memur sendikalarının yoğun baskısı neticesi memurlara 2016 için öngörülen zam oranını 5+4, 2017 için 3+3 olarak açıklayan Çalışma Bakanı bu ayarlamaların sadece matematiksel bir hesap-kitap işi olmadığını aynı zamanda vicdani, öte dünyaya dair bir hesap-kitap işi de olduğunun umarım farkındadır.
Bu oranı açıkladıktan sonra “Teklifimiz son değil, yükselebilir” dediğine göre böyle düşünmek gerekiyor.
Lakin insan bir taraftan da madem yükselebilir bu zam oranı neyi bekliyorsunuz, sendikaların birazcık daha yüklenmelerini mi? Diye sormadan edemiyor.
Sadece işçinin değil, memurun da alının teri vardır beyler!