Loading

Yeni Şafak’a bağlı haftalık Gerçek Hayat dergisinde yayınlanan 27 Mayıs darbesine ilişkin haberde, Alparslan Türkeş’in darbedeki görevine dikkat çekildi.

Yeni Şafak’a bağlı haftalık Gerçek Hayat dergisinde yayınlanan 27 Mayıs 1960 darbesine ilişkin haberde, Alparslan Türkeş’in darbedeki görevine dikkat çekildi. 

Haberin tam metni şöyle:

 7 Mayıs darbesi günlerinde Ankara sokaklarını bir askeri ataşe arşınlamaktadır. Rütbesi yarbay olan bu ataşe Başbakanlık makamına, o günlerde yönetime el koyan Milli Birlik Komitesiyle görüşmeye gider. Kendisini komitenin albay rütbesi taşıyan yetkilisi karşılar. Albay, Amerikalı ataşeden para istemektedir. Para, darbe sonrası ordudan emekli edilmesi düşünülen 4 bin subayın emekliliği için kullanılacaktır. Ataşe daha sonra albayın bu para işini inkar ettiğini ancak paranın yine de verildiğini söyler. Dediğine bakılırsa para kayıt dışı teslim edilmiştir. İzini sürmek kesinlikle mümkün değildir. Yukarıda aktarılan olayı nakleden Amerikalı ateşe Yarbay Fred Haynes’dir. Haynes yalnız değildir. Oraya Amerikan büyükelçisi ile birlikte gitmiştir. Milli Birlik Komitesi üyesi darbeci ise Albay Alparslan Türkeş’tir. 1958-61 yılları arasında Ankara’da görev yapmış olan Haynes, 10 Temmuz 2000 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği mülakatta olayı bu şekilde hikaye etmiştir. 

Darbe bildirisini okumaya o götürmüş 

Fred Haynes kimdir diye kurcaladığımızda karşımıza rahmetli Aytunç Altındal’ın ‘Türkiye’de ve dünyada casuslar’ adlı kitabının 137. sayfası çıkıyor. Üstad bakın, Haynes hakkında neler diyor? “1958 yılında Amerikan Deniz Kuvvetleri, Türkiye’ye çok deneyimli bir askerî ataşe göndermişti. Bu, Fred Haynes adlı Teksas Dallas 1924 doğumlu bir subaydı. Haynes’in istihbaratçılığı “G-2 Section” diye bilinen “Combat Intelligence” (Çatışma İstihbaratı) idi. Her türlü “Gerilla ve Kontrgerilla” faaliyetini içinden yaşamış biriydi. Genellikle sivil elbiseyle dolaşırdı. 1960’taki 27 Mayıs Askerî Darbesi’nde işte bu Haynes çok aktif bir rol oynadı. Amerikan Elçiliği ile Millî Birlik Komitesi arasındaki “Liaison” (irtibat) subayı idi. En yakın temasta olduğu kişiler General Sıtkı Ulay ve Albay Alparslan Türkeş’ti. Hatta kendisinin bana anlattığına göre Türkeş’i 27 Mayıs Bildirisi’ni okuması için Radyoevi’ne bizzat kendisi götürmüştü. Fred Haynes, Türkiye’de o kadar başarılı olmuştu ki Genelkurmayı ona “Legion of Merit” nişanı vermişti. Fred Haynes son kırk yıl içinde Türkiye ile hep ilişki içinde kaldı. Türkçe de öğrenmişti. 1960’lı yıllarda başlayan silah alımlarını o düzenlerdi. 1970lerde ise Türkiye silah kaçakçılarının, uyuşturucu kaçakçılarının, hatta Kolombiyalı Kokain Karteli’nin adamlarının cenneti olmuştu. Silah kaçakçıları hem solcu hem de sağcı gençlere silah satıyorlar ve elde ettikleri paralarla bazı “Kürt” aşiretlerine “eroin” kaçakçılığı yaptırıyorlardı. Fred Haynes, daha sonra “Türk-Amerikan Dostluk Derneği’nin de başkanı olmuştu.”

 Hedef: Sıfır General 

1956-62 yılları arasında NATO’nun başkomutanlığını yapmış olan Amerikalı Lauris Norstad’ın o günlerde söylediği bir söz var. Norstad demişti ki: “Ruslar bir atom bombası atsaydı, bir hamlede bu kadar Türk generalini saf dışı bırakamazdı.” 27 Mayıs 1960 darbesi 37 küçük rütbeli subayın planladığı bir darbe olarak tarihte farklı bir yere sahiptir. Evet, darbecilerin arasında bir tane bile general bulunmamaktadır. Darbenin sözcüsü, radyodan duyurmak için mikrofonun karşısına geçen isim Albay rütbesindeki Alparslan Türkeş’tir. Türkeş’in anılarını okuduğumuzda “generalsiz bir ordu” düşünecek derecede mantık sınırlarını zorlayan bir güruha tanık oluyoruz. Ordu komuta kademelerinin albay ve yarbaylardan oluşması gerektiğini düşünen bu güruh “Genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları ve ordu komutanlarını albaylardan, yarbaylardan yapalım” fikrindedir. Fakat iş sadece fikirde kalmaz. Kuvveden fiile geçer ve darbenin başına apar topar getirilen Orgeneral Cemal Gürsel’e bu teklif iletilir. Generalsiz bir ordu fikri devlet başkanı yapılan Gürsel’e hiç de akıllıca gelmez. “Generalsiz ordu mu olurmuş?” karşılığını verir. Türkeş, bu güruhun içinde kendisinin de yer aldığını “Bizim Cemal Paşa’ya cevabımız ise şöyleydi” diyerek ifşa eder. Askerlik müessesenin köküne kibrit suyu anlamına gelen bu teklifin savunması şöyledir: “Hiç kimse anasının karnından general olarak doğmaz. Ordu yine generalsiz olmayacak. Ama genç subaylar; albaylar, yarbaylar çalışma ve performansları ölçüsünde yükselecekler.”

 37 küçük rütbeli subayın marifetleri 

Sıfır general iddiasında bile samimi olmayan, sadece kendi ikballerini düşünen bu topluluğun hem ordunun hem de bütün ülkenin ruhuna nasıl okuduğu şu verilen cevaptan pekala anlaşılabilir. Nitekim tasfiye sonuçlandığında tablonun vahameti ortaya çıkar. 37 küçük rütbeli subayın yaptığı darbenin faturası şöyledir: – Emekliye sevkedilen 235 general ve 3500 civarında subay– Görevden alınan 147 üniversite öğretim görevlisi– Görevine son verilen 520 hakim ve yargıç 

Niçin Amerika?

Hulusi Turgut tarafından kaleme alınan Ekim 1995 basımı Türkeş’in anılarındaki enteresan pasajlardan birisi de niçin paranın Amerika’dan alındığına dair olan bölümdür. Hulusi Turgut Türkeş’e sorar: “Dış temsilciliklere gönderilen paralarla, emekli edilen subayların ikramiyeleri niçin Amerika Birleşik Devletleri’nden geldi?”Türkeş’in cevabı nettir:“Dost ve müttefiktik. Çok yakın münasebet içindeydik.”Turgut yine sorar:“Her iki amaç için istenen paralar borç şeklinde mi gelmişti?”Cevap:“Hayır. Hibe şeklindeydi.Sefarethanelerin maaşlarının ödenememesi bir skandaldı. Yani Devlet için bir skandal. Bu durum karşısında telaşa düştük, hemen ödeyelim, dedik. Bunun için Amerikalılara başvurduk, onlarla görüştük, rica ettik. Nihayet bize 15 milyon dolar verdiler.”

ABD Menderes’i gözden çıkarmıştı 

1950’li yılların ilk yarısında Menderes’in başlattığı kalkınma hamlesi ikinci yarıda ciddi şekilde inkıraza uğramıştı. Bu durumu en net ortaya koyan 1957 seçimleri olmuştu. 1954’te yüzde 56,6 oy alan Demokrat Parti’nin oyları yüzde 47,8’e gerilemişti. Ülkede yokluk gitgide büyüyordu, yatırımlar durma noktasına gelmişti. 1959 yılında bir ümit diye Washington ziyaretine çıkan Menderes, ABD Başkanı Eisenhower ile sadece 30 dakika bir araya gelebilecek, Dışişleri Bakanı Herter’in kapısında 1 saate yakın bekletildikten sonra ancak 15 dakikalığına görüşme koparacaktı. Herşeye yakından şahit olan Washington Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü, Vatan gazetesi adına Washington’a gelen gazeteci Orhan Karaveli’ye dönüp “Amerika Menderes’i sildi kardeşim!” diye fısıldayacaktı. ABD’den aradığı desteği göremeyen Menderes rotayı Moskova’ya kırmaya karar vermişti. 1959 Aralığında Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ı Moskova’ya gönderdi. 11 Nisan 1960 günü Menderes’in ofisi tarafından yayınlanan bildiride 1 Temmuz 1960 tarihinde Moskova ziyaretinin yapılacağı, daha sonra da Sovyet lideri Kruşçev’in Ankara’ya geleceği ilan edildi. Amerika açısından Menderes’in Moskova ziyareti asla gerçekleşmemeliydi. Nitekim öyle de oldu. 27 Nisan darbesi Menderes’in üzerinden silindir gibi geçecek, Moskova ziyareti hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. 

Sahi, darbe bildirisi ne diyordu?

 27 Mayıs günü Amerikalı Yarbay Haynes tarafından bizzat Radyoevi’ne götürülen Türkeş, darbeyi şu sözlerle duyuruyordu: “Sevgili Vatandaşlar, Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’tur.”

İslami Analiz

0
Would love your thoughts, please comment.x