İstismar Devam Ediyor
8 Mart Dünya Kadınlar Günü ülkemizde ve bütün dünyada çeşitli etkinliklerle anılmaktadır. Kadına ve kadın haklarına yapılan bunca vurguya rağmen ülkemizde ve dünyada kadına yapılan zulüm ve haksızlıklar azalma göstermiyor. Üstelik sadece kadına değil, bir bütün olarak insanlığa yönelik şiddet çeşitli yönleriyle artmaya devam ediyor.
Bugün her türlü haksızlığın ve adaletsizliğin sebepleri üzerinde yeterince durulmamaktadır. Kadınlara yönelik haksızlıkların gelenekler ve değerler üzerinden yorumlanması büyük fotoğrafın yanlış okunmasına neden olmaktadır. Kadın hakları ile ilgili küresel çalışmalar Toplumsal Cinsiyet Eşitliği bakış açısıyla yapılandırılmaktadır. BM Genel Sekreteri A. Guterres, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle yayımladığı mesajında, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadın Hakları barış ve güvenlik, insan hakları ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında küresel ilerleme sağlanmasının şartıdır” dedi.[i] Uygulandığı ülkelerde dahi sorunların çözümüne katkı sağlamayan politikalar üzerinden aile ve toplumsal dokumuz tahrip edilmektedir. Bu anlayış sadece kadını değil bir bütün olarak aile yapısını ve toplumu ifsat etmektedir.
BM ve kadın haklarından dem vuran pek çok yapı maalesef 8 Mart 1847 tarihinde insani koşullarda çalışmak için haklarını ararken katledilen kadınlardan ve halen kadınları ucuz işgücü olarak sömüren kapitalist zulümden söz etmemektedir.
Gerçekte sorun sadece kadın ya da erkek cinsi ile ilgili değildir. Kadına ve bir bütün olarak insana dair şiddet ve adaletsizliklerin asıl sebebi, güce, rekabete, kâra ve hazza odaklı materyalist/kapitalist/neoliberal dünya görüşüdür.
Bir ailenin asgari ücretle geçinmeye mahkûm edilmesi bir şiddet değil midir? Bir topraktan daha fazla ürün almak için nadasa bırakılmadan birçok kez sürülmesi toprağa şiddet değil midir? Bir hayvanın hormonlanarak normal büyüme süresinden daha hızlı büyütülmesi bir şiddet değil midir? Bu şiddetin, bu adaletsizliğin, bu haksızlığın arkasında kâr ve güç merkezli işleyen kapitalist dünya görüşleri bulunmaktadır.
Kadın hakları ile ilgili başka bir sorun da şudur: Pek çok yerde kadın hakları ekonomik veriler ve kadının işgücüne katılı üzerinden yorumlanmaktadır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği merkezli oluşturulan eko-politik söylem “kadın hakları” kavramını maske olarak kullanıp kadına zulmetmeye devam etmektedir. Kadının ucuz iş gücü olarak fabrikalara doldurulması kadın hakları adına mıdır, yoksa patronların menfaati adına mı? Kadının doğum izni üzerinde bir günün hesabının yapıldığını görülmektedir. Kadının annelik hakkından kısılması, bebeğin/çocuğun anne ilgisinden mahrum kalması ve çalışmaya mecbur bırakılması hem kadına, hem çocuğa şiddet değil midir?
Ayrıca kadının medya ve halkla ilişkiler sektörleri tarafından ne tür haksızlıklara maruz bırakıldığını ve kadının cinselliğinin kâr amaçlı nasıl da metalaştırıldığı ise vurgu yapmaya değmeyecek kadar aşikârdır.
Aile Akademisi olarak kadına karşı cinsiyetinden dolayı yapılan her türlü haksızlığı kınıyoruz. Kadının gerçekten zulme uğramadığı, erkeklerle adil ve saygın bir ortamda bulunabildiği bir ülke istiyor isek “kadın haklarını” maske olarak kullanıp kadına zulmeden anlayışlarla yüzleşme cesaretini gösterebilmeliyiz. Bu yüzleşmenin ilk yolu; başta toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları olmak üzere, toplumları dejenere etmenin Truva atı olarak kullanılan kavramsal çerçeveleri ciddi bir sorgulamaya tabi tutmaktır.
Kadının, erkeğin ve çocuklarımızın huzur ve adalet içinde yaşayabildiği bir ülke ve dünya için daha çok çalışmalıyız. Cenneti annelerin ayakları altına seren inancımız, böyle bir dünya var etmeye muktedirdir.
Bütün annelerimize ve kadınlarımıza huzurlu ve adaletli bir gelecek temenni ediyoruz.
Aile Akademisi Derneği
Yönetim Kurulu