İmam Humeyni’nin (ra) velayeti fakih tezi hükümet ve toplumu yönetme babında yeni bir tez sayılmazdı ve hatta İslam peygamberinin (sav) döneminde uygulanan bir durumdu.
4 Haziran 1989 tarihi, İran tarihinde çok önemli bir gündü. O gün İran toprakları baştanbaşa musibet ve yasa boğuldu. İran milleti yakıcı bir hasret ve muazzam bir musibet için gözyaşı döktü. O gün, doğuşu ile İran milletinin yaşamında bin nur çeşmesi doğan bir güneş battı.
O gün sıcak nefesi İslam dünyasını saran soğukluğu ve solgunluğu gideren bir ses söndü. O gün İran İslam Cumhuriyeti nizamının kurucusu ve büyük mimarı İmam Humeyni’nin (ra) vefat ettiği gündü. O gün giden şey, İmamın pak ve mutahhar naşı idi ve kalan şeyse, İran milletinin izzet ve istiklalinin temelini oluşturan has ve öz ve aydın düşüncesiydi. Bu düşünce öz İslam olan Muhammedi (sav) dinin fışkıran pınarına bağlı olduğu için bir milletin kaderini zilletten izzete dönüştüren ve karanlık gönülleri nuru ile aydınlatan bir düşünceydi ve tüm bunlar velayeti fakih ekseninde dini bir hükümetin inşa edilmesi ve tağut ve işbirlikçilerinin batıl hükümetine son verilmesi ile gerçekleşti.
İmam Humeyni (ra) Kur’an’ı Kerim ve sünnete dayanarak gerçek hükümet, âlemleri yaratan yüce Allah’a ait olduğunu ve yüce Allah tarafından sunulmadığı müddetçe, hiç kimsenin insanların üzerinde hâkimiyet hakkı olmadığını savunuyordu. Yüce Allah hiç bir zaman kullarını yalnız bırakmamış ve onların işlerine çeki düzen vermek ve hidayete ermek üzere peygamberler ve imamlar göndermiştir. Öte yandan peygamber veya imamların bulunmadığı zamanlarda ve mekânlar da yüce Allah bazı hükümler belirlemiş ve buna göre topluma hâkimiyet hakkını dini tam olarak bilmenin yanında toplumu doğru biçimde yönetebilecek güce sahip olan ve gerekli tüm şartlara sahip olan fakihlere ve İslam âlimlerine sunmuştur.
İmam Humeyni’nin (ra) velayeti fakih tezi hükümet ve toplumu yönetme babında yeni bir tez sayılmazdı ve hatta İslam peygamberinin (sav) döneminde uygulanan bir durumdu. Ancak zaman aşımı ve fitnelerin tozu dumanı İslami ideal toplumun yüzünü örterek müslümanların gözünde muğlak hale getirdiğinden, bu tezin yeniden gündeme getirilmesi, niteliği ve detayları titiz ve dakik bir şekilde beyan edilmesi, ayrıca İmam Humeyni (ra) tarafından başarılı bir şekilde uygulanması dünyada zulüm altında inleyen müslüman milletlerin önünde yeni bir ufuk açtı ve tüm sekular, maddi ve laik ve insan eksenli hükümet teorilerini sorguladı.
Kendisini İmam Humeyni’nin (ra) manevi evladı bilen Lübnanlı müslüman mücahit ve düşünür ve Hizbullah hareketinin başarılı lideri Seyyid Hasan Nasrallah İslam’ın siyasi tezleri ile ilgili derslerinde İmam Humeyni’nin (ra) velayeti fakih tezini gayet sade ve akıcı bir ifade ile talebelerine beyan ediyor. Nasrallah velayeti fakih tezinin daha iyi anlaşılması için ilkin veli sözcüğü ve velayet kavramını sözcük itibarı ile anlamına beyan ederek şöyle diyor:
“Veli, yüce Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de de işaret edildiği adlarından biridir. Velayet ise musallat olma, hâkimiyet ve bir şeyin üzerinde iktidar sahibi olma ve onun üzerinde tasarruf hakkıdır. Varlık âleminin mutlak velisi yüce Allah’tır.
O, yerin ve göklerin yaratanı ve malikidir, dirildir, öldürür ve tüm eşyaların ve mahlûkların varlık sebebidir. İnsanlar yüce Allah’ın müsaade ettiği ölçünün dışında hiç bir şeyin üzerinde hatta vücutlarındaki organların üzerinde bile velayeti yoktur ve aynı şekilde insanlar bir biri üzerinde veya diğer durumlarda velayet ve tasarruf ve sulta hakkı yoktur ve ancak Allah’ın izniyle ve ilahi kanunlar çerçevesinde böyle bir hakka sahip olabilir.
Yüce Allah insanı kemale erdirmek amacıyla peygamberine işlerde tasarruf ve musallat olmak hakkı ve velayetin bir çeşidini sunmuştu. Bu velayetin iki merhalesi vardı. İlkin ilahi ahkâm ve Allah’ın insanların bireysel, sosyal, iktisadi, siyasi vesaire alanlarda emirlerini tebliğ ve beyan etmekti. İkincisi bu hükümleri toplumda uygulamaktı. İslam peygamberi (sav) ise her iki makama sahipti. O hazret dini tealimi insanlara tebliğ etmekle beraber hükümeti kurdu ve İslami yasaları ve düzeni kurarak uygulamaya başladı.
İslam peygamberinin (sav) hükümetinin boyutları hakkında İmam Humeyni (ra) velayeti fakih adlı eserinde şöyle yazıyor: İslam peygamberi (sav) bizzat hükümeti kurdu ve İslami yasaları uyguladı ve toplumu yönetti, ayrıca hakimiyeti altında bulunan diyarlara valiler gönderdi, yargıda bulundu, anlaşma imzaladı, savaşları yönetti ve kendisinden sonrası için de yüce Allah’ın emri üzerine hükümdar belirledi.”
Hizbullah hareketi lideri Nasrullah İmam Humeyni’nin (ra) sözlerini şöyle açıklıyor: Müslümanların arasında İslam peygamberinin (sav) her iki sorumluluğu, yani ilahi ahkamı tebliğ etmek ve uygulamayı üstlendiği konusunda görüş ayrılığı yoktur.
İslam peygamberinden sonra da Müslümanların arasında İslami hükümetin kurulması ve dinin hükümlerinin uygulanması konusunda hiç bir kuşku ve anlaşmazlık yoktu, ancak anlaşmazlık Müslümanların veli-yi emrinin kim olacağından ibaretti. Şii Müslümanlar İslam peygamberinin (sav) buyurduğu üzere Hz. Ali’yi (sa) Müslümanların veli-yi emri olarak biliniyordu. Hz. Ali (sa) da kısa süren iktidarı döneminde İslam peygamberinin (sav) sünneti olan din hükümlerini uygulamak, valileri ve hükümdarları atamak, savaşları yönetmek, Müslümanların toplumunda işleri tedbir etmek ve barışı sağlamak gibi işlerle ilgilendi.
Gerçi Hz. Ali’den (sa) sonra hükümet İslam peygamberinin (sav) ehli beytinden (sa) masum imamların (sa) elinde değildi, ancak bu insanlar Müslümanları hidayete erdirmek ve işlerine bakmak için çeşitli yörelere temsilciler gönderirdi. Örneğin İmam Sadık (sa) şöyle buyurmuştur: Eğer bana ulaşamıyorsanız, fakihlere başvurun ve onlardan yardım alın. Örneğin o hazretin döneminde Başka kentinde bazı fakihler vardı ki kendilerine gelen Müslümanların sorunlarını masum imamdan duydukları usul ve kaideye göre çaba harcamak ve içtihatta bulunmak sureti ile cevap bulur ve insanların sorunlarını çözümler ve insanlar da onlara uyardı.
Dolaysıyla velayeti fakih meselesi yeni keşfedilen bir durum değildir ve İslam peygamberi (sav) ve masum imanların döneminden beri var olan bir şeydir. Hizbullah lideri Nasrallah, İmam Humeyni’nin (ra) velayeti fakihle ilgili görüşünü şöyle açıklıyor: İmam Humeyni (ra) kim İslam akaidini ve ahkâmını hatta icmal olarak algıladıysa, velayeti fakihi tasdik edeceğine inanırdı. Dolaysıyla gerçi İmam Humeyni (ra) bu tezi ispat etmek üzere birçok hadis ve kesin rivayetlere istinat etmiştir, ancak aynı zamanda bu konuda hadis bulunmaması bile bu tezi kabul etmeyi etkilemeyeceğini vurgulamıştır.
İmam Humeyni (sa) Kur’an’ı Kerim’in sosyal hükümleri ve tealimi, bireysel hükümlerine göre hatta yüz kattan daha fazla olduğuna inanırdı. Çünkü gerçekte insan sosyal bir mahlûktur ve bu sosyal yaşamında çıkarlarını koruması kanun olmaksızın sıkıntılı olurdu. Hizbullah lideri Nasrullah bu konuyu aydınlatmak için içinde sadece 20 öğrencinin bulunduğu bir okulu örnek olarak gösteriyor ve bu öğrencilerin geniş kapsamlı bir kanun olmaksızın eğitmenin ve amacına ulaştırmanın mümkün olmadığını vurguluyor.
Peki, madem şimdi İslam gibi uygun bir kanun varken, bu kanunu bilge ve güçlü bir yönetici olmadan mümkün olur mu? Bu sorunun cevabı da hayırdır. O zaman içinde milyonlarca insanın yaşadığı bir toplumun doğru bir kanun ve bilge ve güçlü bir yönetici olmadan yönetmenin mümkün olmadığı da kesindir. Hizbullah lideri Nasrallah velayeti fakih tezini ispat etmenin devamında şöyle diyor: Müslümanların kanunu yüce Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed’e (sav) vahiy yolu ile buyurduğu ilahi kanundur ve bu kanunun helalı ve haramı kıyamet gününe dek aynıdır ve bunun sebebi, İslam’ın ebedi din oluşudur.
Şimdi acaba bu ebedi kanun, masum İmam Hz. Mehdi (sa) gözlerden kayıpken uygulanmaması mı gerekir ve acaba imamın Müslümanları kendi haline bırakması ve gaybet döneminde sorunlarını nasıl çözümlemeleri gerektiğini söylememiş olması mantıklı mıdır? Acaba masum İmam ın gaybeti sırasında İslam peygamberinin (sav) sünneti de askıya mı alınmalı ve Müslümanların işi sadece namaz ve dua etmek mi olmalıdır? Eğer insanlar aç kalır veya haklarında bir zulüm edilirse, Müslümanlar hiç bir şey yapmamalı mıdır? Dolaysıyla bizler İmam Zaman’ın (sa) gaybeti döneminde bir rehbere ihtiyacımız vardır ki dini ve ayetleri ve rivayetleri tam bilerek evvela dini hükümler ve emirler vermesi ve Allah resulünün (sav) sünnetini tanıması gerekir ve ikincisi, adalet, cesaret, yetenek ve bilgili olma gibi özellikleri bu hükümleri titizlik ve zarafetle uygulaması gerekir.
Bu velayet, Allah’ın sevgili peygamberine (sav) ve masum imamlara sunduğu aynı velayettir. Bu, veli-yi fakihin aynı peygamber ve İmamların manevi makamına sahip olduğu anlamına gelmez ve sadece yüce Allah’ın velayetten peygamberine sunduğu, ister tebliğde ister uygulamada, aynısının veli-yi fakihin sorumluluğu olduğudur ve bu da İmam Humeyni’nin buyurduğu “velayeti fakih, Resulüllahın velayetidir” tabirinin anlamıdır.
abna.ir