Eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a ait sızdırılmış e-postalar ayrıca İsrail’in örtülü bir şekilde çatışmayı yaratmadaki rolünü ve Esad’ın devrilmesi planının uygulanmasına ABD ve diğer ülkelerin dâhil olmasının sağlanmasındaki açık rolünü ortaya çıkarıyor. Clinton tarafından danışmanı Jacob Sullivan’a iletilen bir e-posta, İsrail’in, Esad hükümetinin devrilmesi halinde İran’ın bölgedeki “tek müttefikini” kaybedeceği kanaatinde olduğunu söylüyor.
Whitney WebbMint Press
İsrail, önce varlığını sürdürmeyi, son kertede de büyüyerek hâkim bir bölgesel güç haline gelmeyi her zaman komşu ülkelerin iç bölünmüşlükleri üzerine dayandırdığı için, Suriye çatışmasının sönümlenmesi karşısında şimdi hızlı bir şekilde bu sürecin karşısına geçmesi şaşırtıcı değildir.
Suriye çatışmasını perde arkasından kışkırtmakla geçen yılların ardından ABD bir süre önce, savaştaki ülkeye askeri müdahaleyi savunmaktan geri adım atmış ve bunun yerine savaş tehdidi ve istikrarsızlaştırma çabalarını başka alanlara odaklamayı seçmiş gibi görünüyor. Bunun sonucu ise, göründüğü kadarıyla, yedinci yılına girmiş olan bu uzun erimli çatışmanın sönümlenmeye başlaması oldu.
Rusya, İran ve Lübnan tarafından desteklenen, Devlet Başkanı Beşar Esad liderliğindeki Suriye hükümeti, büyük toprak parçalarını geri almayı ve büyük ölçüde dışarıdan finanse edilen bir saldırı sürecinden ayakta ve daha güçlenmiş halde çıkmayı başardı. Bunun sonucunda, sözde “ılımlı” muhalefetin finanse edilmesinde ve silahlandırılmasında araçsal bir rol oynayan pek çok hükümet, Esad’ın veya Suriye halkının direncini daha fazla test etmek istemeden, bu alandan çıkmaya başladı.
Bazıları Suriye çatışmasının uzun zamandır beklenen sonucunu öngörürken, yakın zamanda İsrail hükümetinin Esad’a, konutunu bombalamak suretiyle suikast düzenleme tehdidinde bulunması, beklenmedik bir gelişme gibi görünüyor. Jerusalem Post gazetesine göre İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun bir süre önce gerçekleştirdiği Rusya ziyaretine eşlik eden üst düzey bir İsrailli yetkili Kremlin’i, İran’ın Suriye’deki “erişimini genişletmesi” halinde İsrail’in Şam’daki başkanlık sarayını bombalayacağını söyledi.
Ancak İsrail’in bu çıkışları şaşırtıcı olmamalıdır, zira Suriye’deki dışarıdan finanse edilen ve imal edilmiş çatışma her zaman İsrail’in savaşıydı. Buradaki tek gerçek sürpriz, İsrail’in çatışmanın daha fazla kızıştırılması yöneliminde giderek yalnız kalmasıdır.
WikiLeaks savaşın kökenlerine ışık tutuyor
Her ne kadar Esad’ı devirme çabalarında önde gelen bir oyuncu olarak tanımlanmaktan uzak kalmayı başarabilmişse de, İsrail uzun zamandır planın arkasındaki beyin oldu ve bu büyük ölçüde, iki ülke arasında uzun zamandır var olan husumetlerden ve İsrail’in kendi bölgesel hırslarından ileri geliyor. WikiLeaks tarafından yayınlanan, Dışişleri Bakanlığı’na ait diplomatik yazışmalar, 2006 yılında, yani Suriye’deki çatışma ortaya çıkmadan beş yıl önce İsrail hükümetinin ülkede mezhepsel bir bölünme üretmek, Suriye hükümetinin en üst düzey mevkileri içinde paranoya yaratmak ve Suriye’yi en güçlü bölgesel müttefiki olan İran’dan tecrit etmek yoluyla Esad hükümetini devirme yönünde bir plan hazırladığını gösterdi.
İsrail bu planı daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne iletti; ABD ise hem İran hem de Hizbullah’ı zayıflatmanın – ki bu bölgede iki ayrı güç gibi görünen, ancak giderek müttefik haline gelen İsrail ve Körfez monarşilerinin her ikisini de güçlendirecekti – bir yolu olarak Esad rejiminin “çöküşünün” kışkırtılmasına Suudi Arabistan, Türkiye, Katar ve Mısır’ı da dâhil edecekti.
Eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a ait sızdırılmış e-postalar ayrıca İsrail’in örtülü bir şekilde çatışmayı yaratmadaki rolünü ve Esad’ın devrilmesi planının uygulanmasına ABD ve diğer ülkelerin dâhil olmasının sağlanmasındaki açık rolünü ortaya çıkarıyor. Clinton tarafından danışmanı Jacob Sullivan’a iletilen bir e-posta, İsrail’in, Esad hükümetinin devrilmesi halinde İran’ın bölgedeki “tek müttefikini” kaybedeceği kanaatinde olduğunu söylüyor.
E-postada ayrıca “Esad Hanedanı’nın devrilmesi, Şiiler ile bölgenin Sünni çoğunluğu arasında, İran’ı da içine çekecek bir mezhep savaşının kıvılcımını çakabilir ki bu, İsrailli komutanların gözünde, İsrail ve Batılı müttefikleri için kötü bir şey olmayacaktır” denilmişti. Bu muhtemel mezhep savaşı, “şimdiki İran hükümetinin olası çöküşünde rol oynayacak potansiyel bir faktör” olarak algılanıyordu.
Clinton’un WikiLeaks tarafından sızdırılan bir başka e-postasında “İsrail’in İran’ın artan nükleer kapasiteleriyle baş edebilmesinin en iyi yolu Suriye halkının Beşar Esad hükümetini devirmesine yardım etmektir” denilmiş, “Esad’ın yerinden edilmesi yalnızca İsrail’in güvenliğine büyük bir iyilik olmayacak, aynı zamanda İsrail’in kendi nükleer tekelini kaybetme konusundaki anlaşılır korkularını hafifletecektir” diye de eklenmişti.
E-postada ayrıca şunlar belirtiliyordu:
“Suriye’ye yönelik başarılı bir müdahale, Amerika Birleşik Devletleri’nden gelecek gerçek bir diplomatik ve askeri liderliği gerektirecektir (…) Suriyeli isyancıların silahlandırılması ve Suriye’ye ait helikopter ve uçakların düşürülmesi için Batı’nın hava gücünün kullanılması, düşük maliyetli, yüksek getirili bir yaklaşımdır.”
Açıkça ifade etmek gerekirse, ABD’nin 2015 yılına kadar Suriye’deki terörist bağlantılı “isyancıları” silahlandırmak – ve bu gruplara silah ve finansman taşınması için Suudi Arabistan ve Katar gibi Vehhabi terörizmi ihracatçılarının desteğini sağlamak – için 1 milyar dolardan fazla para harcama kararı, Suriye çatışmasının ilk taslağını hazırladığı gibi aynı zamanda ABD’nin dış politikası üzerindeki güçlü nüfuzunu kullanarak bu ülkenin müdahalesine de yön veren İsrail tarafından kışkırtıldı.
İsyancılara yardım edilmesi
Ancak İsrail, muhalif “isyancıları” örtülü bir şekilde kışkırtmaktan ve onların finanse edilmesine yol göstermekten fazlasını yaptı: altı yıllık çatışma boyunca, açık terörist bağlantıları olanlar da dâhil olmak üzere muhalefet gruplarını gizlice finanse etti ve onlara yardım etti.
İsrail’in Suriyeli “isyancıların” doğrudan finanse edilmesine ve onlara yardım edilmesine dâhil olduğuna ilişkin şüpheler yıllardır vardı; bu yılın Ocak ayında ise Wall Street Journal bunu resmen kamuoyuna duyurdu. Haber, İsrail’in çatışmanın başlangıcından beri “sınırının yakınındaki Suriyeli isyancılara yıllar boyunca nakit para, gıda, yakıt ve tıbbi gereçler sağladığını, düşman ülkenin iç savaşının, dost güçlerin yer aldığı bir tampon bölge çıkarma amacıyla gizlice parçası olduğunu” açığa çıkardı. İsrail aynı zamanda sık sık, yaralı “isyancıları” tedavi için kendi ülkesine getirdi ve bu politikayı sıklıkla bir “insani çaba” olarak sundu.
Bu “dost” güçler, binlerce Suriyeli sivile karşı vahşetler işlemesi ve dini ve etnik azınlıkları katletmesiyle bilinen, El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi’nin parçasını teşkil eden veya onunla müttefik olan silahlı gruplardı. 2013 yılından beri El Kaide bağlantılı terörist gruplar “Golan üzerindeki sekiz kilometrelik ayrım bölgesi” üzerinde hakimiyet kurdu. İsrail resmi olarak bu savaşçıların ABD öncülüğündeki koalisyon tarafından desteklenen Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) parçası olduğunu ifade etti. Ancak ÖSO’yu meydana getiren bu grupların büyük çoğunluğunun El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’ne biat ettiği ve ÖSO bayrağı altında savaşmaya devam edenlerin de her gün El Nusra’yla görüştüğü uzun zamandır biliniyor.
İsrail’in terörist gruplara verdiği destek, tıbbi gereç, gıda ve para yardımının çok ötesine geçti. İsrail ordusunun bu terörist gruplarla düzenli iletişim kurduğu ve hatta “savaşçıların maaşlarının ödenmesine ve cephanelik ve silah satın almalarına” yardım ettiği görüldü. İlave olarak finanse ettiği, silahlandırdığı ve ödeme yaptığı “isyancı” grupların mevzileri Suriye hükümet güçlerinin eline geçme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca İsrail devreye girerek doğrudan Suriye hedeflerini bombaladı. Örneğin Haziran ayında İsrail, başıboş bir havan topu mermisinin Suriye’nin parçası olan ancak uzun zamandır İsrail’in işgali altında olan Golan Tepeleri sınırı içine düştüğünü iddia ettikten sonra, Suriye ordusuna ait birkaç mevziye saldırdı. Ancak dikkat çekici bir şekilde saldırı, Suriye ordusunun İsrail’in uzun zamandır sözde “tampon bölge”nin parçası olarak yetiştirdiği “isyancı” gruplara karşı kaydettiği ilerlemelerle çakıştı.
Dahası, Netanyahu’nun yakın tarihli bir itirafına göre İsrail, “onlarca ve onlarca defa” Suriye içine saldırılar düzenledi. Bu yılın başlarında İsrail ayrıca, Suriye ordusunun ülke içindeki hedefleri vuran İsrail uçaklarına füze fırlatması sonrasında Suriye’nin hava savunma sistemlerini “yok etme” tehdidinde bulundu.
İsrail’in Daeş (IŞİD) karşısındaki pozisyonu da çok şey ifade ediyor. Geçen yılın Haziran ayında İsrail askeri istihbarat şefi Tümgeneral Herzi Halevi, İsrail’in Daeş’in Suriye’de yenildiğini görmek istemediğini açıkça söyledi — Daeş’in elindeki topraklara düzenlenen hücumlar hakkındaki kaygılarını ifade etti ve “en zorlu” durumda bulunmaları nedeniyle hayıflandı. Halevi’nin yorumlarından önce İsrailli yetkililer düzenli olarak, Daeş’in bütün Suriye’yi ele geçirmesinin Esad hükümetinin yerinde kalmasına kıyasla tercihe şayan olduğunu ifade etmişti. Bu yorumlar İsrailli ve NATO bağlantılı düşünce kuruluşları tarafından da aksettirilirken, içlerinden biri, Daeş’in izlediği barbarca taktiklere, işlediği savaş suçlarına, kadınları köleleştirmesine ve etnik temizlik çabalarına rağmen bu örgütü İran, Hizbullah, Suriye ve Rusya’yı “zayıflatmada faydalı bir araç” olarak tanımladı.
İsrail’in geniş jeopolitik gündemi
İsrail’in Daeş (IŞİD) ve El Kaide gibi Vehhabi teröristlere olan desteği genel kanıya zıt görünebilirse de, İsrail’in Esad’ı iktidardan uzaklaştırmadaki baskın gelen amacı, her ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek istediği stratejik jeopolitik ve ekonomik hedeflere dayanmaktadır. İsrail sıklıkla Suriye’ye müdahalesinin gerekçesi olarak İran’dan söz etse de, kuzey komşusunun yıkılmasına iştirak etmesinin en güçlü motivasyon kaynakları petrol ve coğrafi yayılmadır.
İsrail’in Suriye’nin istikrarsızlaştırılmasına ilgi göstermesinin en açık sebeplerinden biri, Suriye’ye ait olup İsrail tarafından 1967 yılından beri yasadışı biçimde işgal altında tutulan ve 1981 yılında ilhak edilen Golan Tepeleri’nde daha fazla kontrol sağlayabilir hale gelmek istemesidir. İsrail, bölgeyi yasadışı yerleşim birimleriyle ve askeri varlıklarla doldurmasına rağmen, uluslararası toplumu, hatta ABD gibi en yakın müttefiklerini bile, bu bölge üzerindeki egemenliğini tanımaya ikna edememiştir. Bununla birlikte Suriye’deki çatışma bu amaç için faydalı olacağını gösterdi ve İsrail’in Golan’a yeni yerleşimciler – tahminlere göre beş yıl içinde 100 bin yerleşimci – göndermesine olanak verdi.
İsrail’in Golan üzerinde kontrol sağlamak istemesi önemli ölçüde ekonomik nedenlere dayanıyor ve bu, işgal altındaki toprakların “milyarlarca varil” içerdiği tahmin edilen petrol rezervlerinden ileri geliyor. Suriye çatışmasının sağladığı örtünün altında, yatırımcıları arasında Dick Cheney, Jacob Rothschild ve Rupert Murdoch’un da bulunduğu Amerikan petrol firmasının İsrail kolu, bölgenin her yerinde keşif kuyuları açtı, zira Tepeler’in belirsiz teritoryal statüsü İsrail’in kaynaktan mali olarak fayda sağlamasını engelliyor.
Uluslararası hukukun yasaklamalarına rağmen İsrail, bu rezervlerden istifade etmeye hayli istekli, zira bu kaynakların “İsrail’i enerjide kendi kendine yeter hale getirmesi” potansiyeli bulunuyor. İsrail, Galant planı doğrultusunda, Golan Tepeleri karşılığında ABD’li vergi mükelleflerinin ödediği milyarlarca dolarla Suriye’yi “yeniden inşa etme” teklifinde dahi bulundu – her ne kadar plan, İsrail’in kendisi dışında bu sürecin parçası olan bütün taraflarca ilgisizce karşılanmış olsa da.
Mevcut haliyle, Esad’ın yerinden edilmesi ve yerine İsrail’in ve Batı’nın çıkarlarıyla dost bir hükümetin getirilmesi, İsrail’in Golan Tepeleri’ndeki enerji kaynaklarında kendisi için hak iddia edebilmesinin tek gerçek yoludur.
Piyonlar İsrail’in nihai sonunu bloke ediyor
Golan Tepeleri’nde elde etmeye çalıştığı petrol ve toprağın yanı sıra İsrail aynı zamanda kendi nüfuzunu daha geniş bir şekilde hayata geçirmek ve bölgenin “süper gücü” haline gelmek için bu toprakların çok ötesine genişleme arayışında. Bu amaç, İsrail’in Ortadoğu’daki bölgesel üstünlüğünü emniyete almak için tasarlanan ve temel olarak bütün Arap dünyasının daha küçük ve daha zayıf mezhepsel devletlere bölünerek yeniden konfigüre edilmesini içeren bir strateji olan Yinon Planı’nda tanımlanmıştı. Bu yönelim kendisini İsrail’in Irak ve Suriye’nin parçalanmasına verdiği destekte gösterdi. Bunun temelinde ise, bu iki ülke içinde ayrılıkçı bir Kürt devletinin kurulmasına verdiği destek bulunuyor.
Bu amaç, özel olarak, İsrail’in Suriye’de ve başka yerlerde, İran’ın Ortadoğu üzerindeki nüfuzunu kontrol altına alma konusundaki saplantısını da izah ediyor. İran, İsrail’in kendisi için elde etmek istediği “süper güç” statüsünü ve bölgenin tek nükleer gücü olarak sahip olduğu tekeli tehdit etmesi bölgedeki bütün diğer ülkelerle kıyasla çok daha muhtemel olan ülkedir.
İsrail’in Esad’ın devrildiğini ve Suriye’nin parçalandığını görmedeki iç içe geçmiş çıkarları düşünüldüğünde, siyasal retoriğinin tehditkarlıkta yeni seviyelere ulaşması pek de şaşırtıcı değildir, zira Tel Aviv gitgide, tezgâhladığı çatışmanın geri tepmesinden endişe duymaktadır. İsrail’in Esad’ın konutunun bombalanmasıyla ilgili infial yaratıcı yorumlarından önce, İsrail hükümetinden ismi açıklanmayan bir bakan ABD’yi Suriye’yi desteklemekle suçlamış ve bu şekilde İsrail’in çıkarlarını feda ettiğini ileri sürmüştü:
“Amerika Birleşik Devletleri üst üste ikinci defa İsrail’i sırtından vurdu. İlki İran’la yapılan nükleer anlaşmasıydı, ikincisi ise şimdi ABD’nin İran’ın [Suriye üzerinden] Akdeniz’e ve İsrail’in kuzey sınırına uzanan coğrafi süreklilik elde ettiğini görmezden gelmesi.”
Sadece bu da değil: İsrail kısa süre önce, Suriye ve İran’ın desteğiyle Rusya ve ABD arasında varılan ateşkes anlaşmasını, İsrail’in ihtiyaçlarıyla örtüşmemesi halinde “hükümsüz kılma” sözü verdi — “İsrail’in ihtiyaçları” pek de statik olmadığından, bu ültimatom epey sübjektif terimlere dayanıyordu. İsrail’in yanıtı bir kez daha, Tel Aviv’deki yetkililer arasında, Suriye çatışmasının İsrail’in jeopolitik çıkarları açısından öncelikli önem taşıdığı algısının bulunduğunu gösteriyor.
Dahası, İsrailli yetkililerin birden fazla vesileyle önerdiği yanıt Suriye’nin demokratik yoldan seçilmiş devlet başkanına suikast düzenlemek olduğundan, onların ateşkes anlaşmasını “hükümsüz kılmasının” tasarlanan yolu muhtemelen patlama yaratan sonuçlar üretecektir. İdare ettiği çatışmanın planladığı gibi gitmediğini ve planladığı gibi bitmediğini kabullenmeyi reddettiği görülen İsrail şimdi, yanında müttefikler olsun ya da olmasın durumu askeri açıdan kızıştırmayı istiyor ve küresel sonuçları olacak tehlikeli bir gerilim tırmandırma politikasına başvurmayı öngörüyor.
www.medyasafak.net