Catherine Shakdam
Huffington Post
İslam’ın beş şartından biri olan Hac, gücü yeten, erkek ve kadın bütün Müslümanlar için en azından ömürlerinde bir kez zorunludur. Kutsalların kutsalı olan Hac, inananların fiziksel ibadet fiilleri aracılığılıyla ilahi olana ulaşmasını sağladığından, İslam’ın ruhunu içerir.
Hacı adayları yüzlerini Mekke’ye döndüklerinde, hasretle yöneldikleri güç Allah’tır; hacılar Son Peygamberin ayak izlerini takip ederek yürürken, Allah’ın rahmet ve merhametini bulmayı ümit ederler.
Allah Kuran’da şöyle buyurur: “Hac, bilinen aylar(da)dır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hac boyunca cinsel ilişki, günaha sapma, kavga yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. O halde (Ahiret için) azık toplayın. Şüphesiz azığın en iyisi takvadır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.” [Bakara Suresi: 197]
Hem akıl ve kalbin, hem de bedenin kutsal yolculuğu olan Hac, her bir hacı adayından en yüksek düzeyde kendini dizginlemeyi, ahlaklılığı ve takvayı ister. Her ne kadar Hac çoğu zaman beden için yorucu olsa da, manevi yükselme ve aydınlanma demektir ve bu, hem disiplini hem de mutlak teslimiyeti gerektirir. Hac, mükemmelleşmiş inanç yoluyla boyun eğmeyi emreder… ve Hacılar ancak bundan sonra İslam’da yeniden doğmayı ve günahlarından arınmayı umut edebilir.
Bir ömürlük bir yürüyüş, bütün birliktelikleri aşan bir birliktelik olan Hac, pek çok kişinin yalnızca İslam’ı değil, aynı zamanda inançlı bir irtihalle ebedi yaşamı bulduğu yer ve zamandır.
Hac, hacının dünya hayatının arzularına ve maddi kaygılarına mesafeli hale gelmesi yönündeki bir çabadır. Kişiyi eğitir ve karakterini maddi şeylerden daha bağımsız olacak ve daha azından tatmin olacak biçimde şekillendirir.
Her yıl milyonlarca Müslüman, haccı eda etmek ve imanlarını kemale erdirmek için Suudi Arabistan’daki kutsal Mekke şehrine doğru yola koyulur. Her yıl on binlercesi, onurlarının ve bedenlerinin, İslam’ın en kutsal yerinin üzerinde sahiplik iddiasında bulunan bir inanç adına El Suud’un Vehhabi ahlak polisinin kinci çizmelerinin altında ezilmesine tanık olur.
Her ne kadar Mekke hâlâ Hazreti İbrahim’i çağrıştırsa da, her ne kadar Kabe hâlâ Resulullah’ın dokunuşunu hatırlıyorsa da, gökleri, kendisini Allah’ın şehrin bekçiliği için seçtiği aileden daha değerli gören bir hanedanın kibiriyle kararmış halde.
Mekke, bin altın ışıkla parıldarken, zemini mermerler ve değerli taşlarla döşenmişken, bir milyon kere öldü – kutsal manzarası elle değiştirildi ve müminlerin bağlılıklarını kendi yüreklerine en uygun şekilde ifade etmeleri engellendi. Bugün bu şiddet herşeyden önce Haccı lekelemiş ve İslam’ın en kutsal ibadetini Vehhabiliğin dogmatizmine tabi olma pratiğine dönüştürmüştür.
Bütün mezheplerden ve kesimlerden Müslümanlar, direniş seslerini yükselltiler – İslam’ın yeniden, yüksek itibarı değil, Allah’ı arayan insanların eline geçebilmesi için, korkuyu kırmaya niyetli bir direniş bu.
Yemen’den gelen bir hacı olan Hasan el-Vezir, Baqee kuruluşuna verdiği ifadede şu sözleri sarfetti: “Haccı eda ederken bana sözle sataşıldı, dövüldüm ve yumruklandım. Yüzümü Hazreti Muhammed’in (s.a.a) son istirahatgahına çevirip şefaatini istediğimde mürted ve kafir diye adlandırıldım. İslam büyüklerinin gömülü olduğu el-Baki mezarlığında dua kitabımı okurken tokatlandım. Gerçek suçum ne mi? Şii olduğum halde Hacca gitmek.”
Bir İngiliz hacı olan Hanan Abbas, yaşlı annesi el-Baki mezarlığında Peygamber’in kızı Fatıma bint Muhammed’in (a.s) şehadeti için gözyaşı dökerken bir Muttava (Vehhabi din polisi) tarafından yere atıldığını anlattı: “Anneme önce başka yere gitmesi söylendi… Polise Hazreti Muhammed’in (s.a.a) kızına saygısını göstermesine izin verilmesi için yalvardığında şiddetle yere attılar onu. Niyaz kitabını elinden alıp küfrettiler. Erkek kardeşim müdahale ettiğinde karnına değnekle vurdular…. Şoktaydım! Annem haccın geri kalanını gözyaşları içinde geçirdi. Hayatımda hiç bu kadar öfkelenmemiştim. Haccın bir tefekkür ve sükunet zamanı olması gerekir. Biz ise nefret ve bağnazlığın yüzünü gördük.”
Suudi rejiminin itinalı çabasıyla Hac, sancılı ve aşağılayıcı bir deneyime dönüştü. Vehhabi olmayan milyonlarca kişi için atılan her adım, kör aşırıcılığın hoşgörüsüzlüğüne karşı bir direniş eylemi oldu.
Yemen’den bir alim olan Şeyh el-Haşemi şunları söyledi: “Uzun zaman önce Müslümanlar, Mekke’nin putperest seçkinlerinin hiddetiyle karşı karşıyaydı. Biz şimdi bir diğerinin zehriyle karşı karşıyayız. İnançlarımızı terk etmeyi ve Suud Hanedanı’nın önünde boyun eğmeyi reddettiğimiz için aşağılanmayı ve ezilmeyi tattık. Benim gibi davranan milyonlarca insan için Hac, zulme karşı bir direniş eylemidir. Acımıza katlanmaya ve Rabbimizden gözyaşlarımızın intikamını almasını dilemeye devam edeceğiz. İslam, ayrımsız ve önyargısız olarak bütün müminlerindir… İslam dogma ve kin üzerine kurulu değildir. Kutsal metinlerimizin cahil bir topluluk tarafından yanlış yorumlandığını görmek ne büyük bir trajedi.”
Zamanın bir alameti ve İslam’ın hoşgörü çağrısının yadsınması olarak Suudi rejimi 2015 yılından bu yana hacı adayların mezheplerine göre profillerinin çıkarılması çağrısı yaptı. 2015 yılında Pakistanlı yetkililer, “Suudi Arabistan, başvuru sahibinin Şii mi yoksa Sünni mi olduğunu belirtmeyen hiçbir başvuruyu kabul etmeyecek” sözleriyle bunu doğruladı.
Şimdi, Hacca her şeyden fazla eşlik eden şey şiddet ve şiddetli baskı görme korkusudur. Daha bu içinde bulunduğumuz Eylül ayında Suudi otoriteleri Iraklı Şii din adamı “Şeyh Taha”’yı Mina’da bilinmeyen bir nedenden ötürü tutuklayarak 3 ay hapis ve 300 kırbaç cezasına çarptırdı.
Suudi Arabistan’ın hacılara karşı işlediği çok sayıdaki ve ağır ihlaller arasında bilhassa rahatsızlık verici bir olay dikkat çekiyor. Milyonlarca hacı adayı kutsal Mekke şehrine akarken, Suudi Arabistan’ın önde gelen din adamı, mürted olarak gördükleri herkese – Vehhabi olmayan herkese – karşı dinsel etnik temizlik çağrısı yaptı.
Elbette Vehhabi olmayanlar yaftası, İslam da dahil olmak üzere her inançtan epey insanı içine alıyor.
medyaşafak