Irak’tan mektup: Keder, bağışlayıcılık ve 20 milyon kutsal ziyaretçi
Pepe Escobar
Counterpunch.org
Tikrit ve Necef, Irak
Tarihe, 2014 yazında ölüm kültünün Irak-Suriye sınırında fırtına gibi esmeye başlamasından bu yana IŞİD/Daeş’in bu iki ülkede gerçekleştirdiği en korkunç katliam olarak geçecek olan şeyin hatırasının olay yerinde canlanmasına sizi hazırlayacak hiçbir şey, ama kesinlikle hiçbir şey yoktur. Bahsettiğimiz olay, 12 Haziran 2014 tarihinde gerçekleşen ve askere yeni alınmış yaklaşık 2 bin kişinin Tikrit yakınlarında Dicle kıyılarında, Saddam Hüseyin döneminde saray olarak kullanılan bir binanın içinde ve yakınlarında öldürüldüğü Speicher katliamıdır.
Dylan’ın şarkısında söylendiği gibi, “sen bu kadar sessiz olmaya çalışırken gecenin dümen çevirmesi gibi”dir bu. 2003 yılında, Şok ve Dehşet operasyonundan ve Bağdat’ın düşmesinden birkaç gün sonra, Asia Times için Uday Hüseyin’in bombalanan sarayını ve babasının doğum yerini incelemek için Tikrit yoluna düşmüştüm. 14 yıl sonra bu mekân, korku evine dönüşmüş saraylardan biri olacaktı.
Speicher katliamı, Musul’un düşüşünden yalnızca birkaç gün sonra Daeş tarafından korkunç bir şekilde sahnelendi – ve filme çekildi. Farklı eyaletlerden gelen ve çoğu Şii olan 10 bin Irak Ordusu acemi eri, yakınlardaki bir Hava Kuvvetleri akademisinde eğitim alırken, Daeş’in selefi-cihadçı kiralık katilleri Tikrit dolaylarındaki bazı Sünni aşiretler tarafından “kurtarıcılar” olarak görülüyordu.
Daeş’in hızla ilerlemesi ve Irak Ordusu’nun o dönemde çözülmesiyle, genç çocuklara sivil kıyafetler giymeleri, silahlarını arkalarında bırakmaları ve evlerine gitmeleri söylendi. Onlar kelimenin gerçek anlamıyla kendi eyaletlerindeki evlerine giderken, Daeş’in ölümcül tuzağına düştüler. Nazi dönemini çağrıştırır bir şekilde gençler Sünniler ve Şiiler olarak ayrıldı – Şiiler, onları evlerine “taşıyacağı” söylenen kamyonlara yığıldı. Gerçekte ise solmakta olan Saddamcı mimarinin çerçevesini oluşturduğu bir öldürme sahası olacak yere götürülüyorlardı.
Dehşet, dehşet
Bu satırları yazdığım sırada rüzgarsız bir Pazartesi akşamının geç saatleri ve ben Daeş’in propaganda videosundaki yürek parçalayıcı görüntülerde görülen, katliamın gerçekleştiği alanlardan biri olan ürkütücü derecede sessiz noktalardan birinin tam üstündeyim. Tikrit katliam soruşturma komitesinin resmi temsilcisi Haydar Atamiri, neredeyse gözyaşlarıyla, “bu bölgedeki bütün aşiretler bunun parçası oldu” diye yemin ediyor. Katliamın bir “Saddam ikonasında” gerçekleştiği ve bunun “Saddam’ın ölümünün intikamı” olduğu kanaatinde.
Üç cihadçı, acemi erleri kafalarının arkasına kurşun sıkarak hızlı bir şekilde öldürürken, Daeş liderleri bu korkunç ritüeli bir balkondan izliyordu. Bugün balkonun çevresinde, ölenlerin resimlerinin bulunduğu sessiz mezarlar var. Şu ana kadar 1907 kurban teşhis edildi – bunların çoğu Irak’ın Şii çoğunluklu ve/veya yoksul vilayetlerinden (örneğin Babil’den 382, Divaniye’den 254, Kerbela’dan 132, Diyala’dan 119, Necef’ten 99 kurban var.)
Atamiri, o tarihte yerel sakinlerin 90 civarında ceset bulduğunu, “geri kalanların Dicle Nehri boyunca atıldığını” söylüyor. Yakınlarda Daeş’li kiralık katiller “hendekler kazdı, buldozerler kullandı ve cesetleri kayalarla örttü.” En az 14 toplu mezar bulundu, bunlardan 13’ü “şimdiden kazıldı”. İki toplu mezar daha tanımlandı, “ancak henüz tam manasıyla kalıntılara ulaşılamadı.”
Irak Sağlık Bakanlığı’nın rakamlarında ise ölü sayısı 1,935 olarak veriliyor: 994 ceset bulunmuş, 527’si kesin olarak teşhis edilmiş, 467’si inceleniyor ve 941’i halen kayıp. İnsan kalıntıları için sistematik bir araştırma ancak Mart 2015’te – katliamdan sekiz ay sonra – Tikrit nihayet Bağdat’a bağlı güçler tarafından geri alındıktan sonra başladı.
Ramadi veya Musul’la karşılaştırıldığı zaman Tikrit epey az hasar aldı, zira Büyük Ayetullah Sistani’nin 2014’teki fetvasıyla hayata geçirilen Haşdi Şabi, diğer adıyla Halk Seferberlik Birimleri (HSB) tarafından geri alındı. Atamiri, kesin bir dille “Haşd, Tikrit’i kurtaran tek güçtü” diyor. Ve hayati bir önem taşıyacak şekilde, şehri kurtaran bu savaşçılar Şii değil, Sünni idi.
Tikrit Valisi Raid el-Ceburi’nin oğlu, Selahaddin HSB tugaylarının lideri ve aynı zamanda tarihsel olarak Saddam Hüseyin karşıtı olan önde gelen Sünni ailelerden Ceburi ailesinin bir ferdi olan Yezen Meşan el-Ceburi, daha önce Bağdat’ta “Yerel aşiret liderleri Haşd’ın çalışmasını teşvik etti. Irak’ın siyasal sistemine inandığımızı anladılar” diye teyit etmişti. HSB güçlerinin yaklaşık üçte biri – toplamda 20 bin savaşçı – Sünni. El-Ceburi’nin vurguladığı gibi, “Tikrit kendi halkına geri döndü. Tikrit Üniversitesi de korundu.”
Irak’ın karmaşık aşiret satranç tahtasında oluşan yerel konsensüse göre Vehhabi tonlar taşıyan bazı aşiretlerin Speicher katliamının parçası olduğu kesin, fakat bu toplu bir Sünni davranışına dönüşmedi. Daeş Sünnileri de öldürdü ve Sünniler en azından birkaç Şii’nin kaçmasına yardım etti.
Atamiri kararlı bir dille, “yalnızca Haşd bizimle durdu. Şimdi onlar barışı koruyorlar ve hiçbir türden yargısız intikama izin vermeyecekler” diyor. Ufuktaki savaşı “aşırıcı ideolojiyi ortadan kaldırma” ihtiyacı çerçevesinde değerlendiriyor ve Daeş üyesi bazı cihadçıların yakalandıkları zaman “pişmanlık göstermeye çalıştıklarını” söyledikten sonra, “fakat bizim buna inanmamız çok zor. Ve içlerinden bazıları şimdi Avrupa ülkelerinde yaşıyor” diye belirtiyor.
Öldürülen gençlerin aileleri sessizce çocuklarının resimlerini taşıyor ve “uluslararası kurumlardan bir şeyler yapmalarını” istiyor. Bir konuda hepsi aynı fikirde: “uluslararası toplumun” verdiği yanıt utanç verici oldu. Ancak Tikrit katliamını araştırma komitesi Speicher’in hatırasını canlı tutmaya söz veriyor. Kurbanların aileleri, yardım istemek ve birkaç aile için akıl sağlığı desteği aramak için Cenevre’ye gitmiş; Haziran 2018’de yine gitmeyi planlıyorlar.
Bu, Irak’ın son otuz yıldaki en yıkıcı kâbuslarından biri oldu. Bunca kederden sonra, hangi bağışlayıcılık?
Günahlardan arınmaya doğru yürümeye devam etmek
Bu mümkün. Istıraptan sevince. Necef’ten – Irak’ın “Vatikan”‘ı, İslam’ın dördüncü en kutsal şehri – Kerbela’ya, İmam Hüseyin’in şehadetinin “40. Günü” olan Erbain esnasında siyahlara bürünmüş milyonlarca kutsal ziyaretçiyle yan yana yürümeye kıyasla, karanlık ve ışık arasında daha keskin bir karşıtlık görülebilecek bir yer yoktur.
Necef-Kerbela yolunda, sayısız çadır, çay ocağı, o anda yapıverilmiş ve sevinç içinde süslenmiş lokantalar birbiri ardına dizili. Birdenbire kendimizi tarihin en büyük insan buluşmasının girdabında buluyoruz: Mekke’ye yapılan ve 1,5 milyon kişinin katıldığı yıllık Hac yolculuğunu epey geride bırakacak şekilde, burada yaklaşık 20 milyon insan var. 2003 yılında, Bağdat’ın düşüşünden birkaç gün sonra çıktığım kendi kutsal yolculuğumun anlatısı burada bulunabilir.
Parıldayan, ışığın kırıldığı görkemiyle İmam Ali türbesinin içinde olmak başlı başına bir dinsel deneyim ve Şiilerin kurtarıcı acı çekme ritüelinin en yüceltilmiş halidir (Erbain hakkında bilgi edinmek isteyen okuyucular, araştırmacı Seyyid Hüseyin Muhammad Caferi’nin Şii İslam’ın Kökenleri ve Erken Dönem Gelişimi isimli kitabına bakabilir).
Tüm ihtişamıyla İmam Ali türbesi, en yüksek mertebede, büyük ölçüde Büyük Ayetullah Sistani’de (ofisi yakınlardaki dar bir patikada) tecessüm eden merciiyye – dinsel taklit kaynağı – tarafından, pratikte ise bir vakıf tarafından yönetiliyor. Bu vakfın sekretaryasına göre “türbeye 20 milyondan fazla insan kaydoldu”.
Necef, Daeş’e karşı savaşın on binlerce mültecisine kapılarını açtı – Anbar eyaletinden Sünniler, Tel Afer’den Şii Türkmenler, Hıristiyanlar. “Şimdi, pek çok kişi kendi toplumuna geri dönüyor.” HSB’ler inanılmaz derecede popüler – bayrakları her yerde, siyah İmam Hüseyin ve çok renkli İmam Ali bayraklarının yanında dalgalanıyor.
Türbe, en azından Speicher katliamı kurbanlarına yardım etmiş olmaktan gurur duyuyor: “hükümet yetersiz kalmış olabilir.”
Geçen hafta, kutsal yolculuğun başlangıcında Necef’teydim. Fakat Erbain’in zirve noktası bugün, 10 Kasım. Ve bu, tarihsel koşulların en olağanüstü olanında – Daeş’in nihai yenilgisi esnasında – oluyor.
Suriye Arap Ordusu Çarşamba günü, Daeş’in Suriye’de elinde tuttuğu son kasaba olan Elbu Kemal’i geri aldığını duyurdu – bu, Irak güçlerinin buranın sınırdaki kardeş kasabası olan El-Kaim’i geri almasının hemen ardından geldi. Bağdat’ta, Necef’e doğru yola çıkmadan önce üst düzey bir HSB komutanı bana El Kaim’in geri alınmasının “birkaç günlük bir mesele” olduğu teminatını vermişti: bittikten sonra bu somut olarak, dört günde olmuş oldu.
Bunların hiçbiri Batı medyasının ilgisini çekmiyor. Sahada Daeş’e karşı elde edilen nihai zafer, Suriye’de Suriye ordusu tarafından ve Rus stratejisinin yardımıyla, Irak’ta ise Irak ordusu ve Halk Seferberlik Birlikleri tarafından gerçekleştirildi. Suriye ve Irak kuvvetleri sembolik bir şekilde, sınırda yeniden bir araya geldi.
Bu esnada, tam şu anda, milyonlarca ruh – Iraklılar, İranlılar, Afganlar, Pakistanlılar, Kuzey Afrikalılar, Orta Asyalılar, Fars Körfezi ülkeleri vatandaşları – Necef’ten Kerbela’ya yapılan dev ve ruhların içini temizleyen bir yürüyüşle sükûnet buluyor. Manevi kurtuluşla siyasi beyanı kaynaştıracak şekilde en doğru sözü söyleyen bir ziyaretçinin bana hafif bir tebessümle söylediği gibi, bu yürüyüş aynı zamanda “terörizme karşı bir protesto”.
Çeviri: İlyas Halitoğlu
Not:”Cihatçı” kelimesini uygun görmemekle birlikte yazar ve çevirmenin yazısında düzeltme yapmadan yayınlamaktayız.