Şam’ın tercihi açıktı ve Suriye aklının dayandığı, Direniş Ekseni’yle ittifakının derinliğini gösteren temel kuralı yansıtıyordu: “Direnmenin bedeli teslimiyetin bedelinden daha azdır.”
Al-Mayadeen Net
Şam’ın tercihi açıktı ve Suriye aklının dayandığı, Direniş Ekseni’yle ittifakının derinliğini gösteren temel kuralı yansıtıyordu: “Direnmenin bedeli teslimiyetin bedelinden daha azdır.”
Temmuz Savaşı yeni bir zaferle biter bitmez ve “İsrail”, Güney Lübnan’ı koşulsuz olarak terk ettikten sonra, Başkan Beşar Esad 15 Ağustos 2006’da Şam’daki Dördüncü Basın Konferansı’nda yaptığı ünlü konuşmasıyla ortaya çıktı. Burada Suriye’nin zaferini, 6 yıl boyunca etrafını saran doğrudan tehditlerden kurtulduğunu ve saldırıya uğraması mümkün olmayan zorlu bir aktör olarak bölgesel rolünü tekrar kazandığı yeni bir bölge haritasının doğduğunu ilan etti.
Şam’ın tercihi, 1979 yılındaki İran İslam Devrimi’nin zaferinden sonra oluşan Direniş Ekseni ile derin bir ittifak ve vazgeçilmez bir ortaklık şeklindeydi ve Suriye aklının temel bir kuralına dayanıyordu: “Direnmenin bedeli teslim olmanınkinden daha azdır.” Merhum Devlet Başkanı Hafız Esad’ın ölümünden ve Hizbullah savaşçılarının, ABD yönetiminin talimatlarına ve İsrail’in bölgedeki istikrarsız rolüne açık bir meydan okuma kabul edilen askeri performansından sonra, bu durum daha da belirginlik kazandı.
Bir buçuk yıl sonra Şam, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin Amerikan iddiasına göre bir grup “El Kaideci” tarafından yıkılmasının ardından doğrudan hedef çemberine girdiğini fark etti. Bu gerçek daha sonra, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve yardımcısı Paul Wolfowitz tarafından hazırlanan ve 5 yıl içinde Irak’tan başlayıp Suriye ve Lübnan’dan İran’a varacak 7 ülkeyi çökertmeyi hedefleyen Amerikan projesinin Amerikalı General Wesley Clark tarafından sızdırılmasıyla ortaya çıktı.
ABD’nin Irak’ı işgal etmesi, Amerikan ordusunun Suriye-Irak sınırındaki El-Kaim kapısına dayanması ve Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Irak’a gelişinden sonra mesele netlik kazandı. Şam, Suriye’yi işgal etmemek ve siyasi rejimini devirmemek karşılığında teslim olmasının istendiği mesajını almıştı. Buna verilen cevap, Irak’taki direniş operasyonlarını aktive ederek Amerikalıları Irak kumlarında boğmak, buradaki istikrarlarını bozmak ve Şam ile Beyrut’u devirmelerine fırsat vermemek oldu.
ABD’nin Şam’a yönelik tehditleri, BM Güvenlik Konseyi’nin 2 Eylül 2004’te Suriye güçlerinin Lübnan’dan çıkışını ve Lübnan’daki direnişe yönelik koruma örtüsünün kaldırılmasını öngören 1559 sayılı kararı ilan etmesinin ardından iyice arttı. Mesele Şam’ın siyasi pozisyonunu değiştirmekti. Şam, Emile Lahoud’un Lübnan Parlamentosu’ndaki yararlı istihdamını 3 yıl uzatarak ve Lübnan hükümetinin talebi dışında ülkeden çıkmayı reddederek bu kararla yüzleşmeyi denedi.
Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin 14 Şubat 2005’te suikasta uğramasıyla Suriye üzerindeki baskılar iyice yoğunlaştı. Lübnan, ABD ile direniş kampı arasında dikey olarak yeniden bölündü, suikast doğrudan Şam’ın suçlanması yoluyla politize edildi ve Detlev Mehlis liderliğindeki uluslararası soruşturma ekibi Lübnan’a gönderildi. Bunların temel görevi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması ve Suriye’nin, BM Güvenlik Konseyi’nin VII. maddesine tâbi olması talebini haklı çıkaracak şekilde suikast kararıyla doğrudan Esad’ı suçlayacak yasal ortamı sağlamaktı.
Mesele burada kalmamış, Amerikan baskısının fırsatıyla 16 Ekim 2005’te Şam Deklarasyonu’nu imzalayan Suriye muhalefetinin rolü öne çıkarılarak, daha fazla iç tazyik yaratılmıştı.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın belirttiği “Yeni Ortadoğu Projesi’nin” uygulanması bağlamında, “İsrail”i Hizbullah’ı ortadan kaldırmak için Lübnan’a kapsamlı bir savaş açmaya sürükleyerek Şam’ı yıkmayı hedefleyen Amerikan planı karşısında, Suriye’nin bir karar vermekten başka seçeneği yoktu: Sonuna kadar yüzleşmek ve bunun doğrudan askeri müdahaleyi gerektirmesi durumunda, hedef alınan Lübnanlı sivillere sınırlarını açmak, kendilerini ağırlamak için koşuşturan Suriyelilerin evlerinde onları kucaklamak ve onlara hayatın tüm gerekli ihtiyaçlarını sunmak için inisiyatif almak.
Mesele burada kalmamış, geçici ateşkes döneminde ülkeye sokulan ve güney Lübnan’a ulaştırılan Rus “Kornet” füzeleri başta olmak üzere büyük bir askeri destek sağlanmaya devam edilmiştir. Bu füzeler, Huceyr Vadisi’ndeki İsrail tanklarının “katliama uğratılmasıyla” kara harekâtının feci hezimetinde etkili olmuşlardı.
Şam, yirmi yılı aşkın bir süredir Direniş’e sağladığı askeri, siyasi ve sivil yardım nedeniyle, savaşın ardından kendisini en büyük galip saydı. Savaşın sonuçlarının kendisini, bölgesel karar alımının vazgeçilmez bir merkezi unsuru kıldığı değerlendirmesini yapıyordu. Bu bağlamda Amerikan planlaması, Şam’ı yeni bir ekonomik ortam içinde tutacak farklı bir aşama başlattı: Ekonomik açıdan cazip Ankara-Doha eksenine uyum sağlatmak, Suudi-Suriye ilişkilerine eski sıcaklığını kazandırmak ve Başbakan Hariri suikastında Şam’a yönelik suçlamayı kaldırarak Uluslararası Mahkeme’nin yönünü değiştirmek.
Şam’ın bölgesel ilişkilerinde bir nevi denge kurma girişimlerine rağmen, Suriye’nin kesin ve son kararı Tahran-Şam ekseninde kalmaktır, özellikle de Suriye devletinin, dünyanın bu en tehlikeli bölgesindeki amansız fırtınalar karşısındaki bekası için tek seddinin bu olduğu kanıtlandıktan sonra.
Temmuz Savaşı deneyimi tek değildi ve Filistin’deki “Kudüs’ün Kılıcı” da son savaş olmayacak. Yeni çatışmalar ve savaşlar gelecek. Bu durum, meydan okuma ve tehditlerle yüzleşebilecek ve Amerika’nın daimi geri çekilmesinin sonucunda elde edilecek büyük kazanımlara hazır olacak bir iç siyasi ve ekonomik bünye gerektiriyor. ABD’nin önümüzdeki yıllarda, yeni bir bölgesel ve uluslar arası düzen çerçevesinde yenilgisini ilan etmesi bekleniyor.
Çeviri: Medya Şafak