Dünya birdenbire ABD’nin, Batı’nın ve Arap dünyasını alt üst etmiş insanların şimdi insanlarımız ve ülkelerimiz için ongunluk dilediğine inanmaya mı başladı? Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) bu ülkelere, bundan kimin faydalanacağını düşünmeden bir askeri operasyonu ve güvenlik operasyonunu empoze edecek kadar yakın bir tehdit mi teşkil ediyor? IŞİD, ortaya çıkışından bu yana, bugünkü koalisyona, onları geçmişe yönelik de olsa bir yanıt vermeye zorlayacak gerçek bir zarar verdi mi?
Aslında bu sorular yersiz görünüyor, zira koalisyon hızlı bir şekilde bizi, ittifaklarının arkasındaki gerçek niyetler hakkında bilgilendirdi. Bu ülkeler artık yalan söylemek, fabrikasyon yapmak ve kamuoyunu aldatmak için bir medya makinesine ihtiyaç duymuyor. Ne istediklerini ve neye niyetli olduklarını açıkça söyleyebiliyorlar. Başarılı mı yoksa başarısız mı olacakları ise, başka bir soru.
IŞİD’in Batı ve onun bölgedeki müttefikleri tarafından teşvik edildiğini dayanaklarıyla kanıtlamak zor olacaktır. Fakat onları, örgütün yükselişi ve yayılması nedeniyle suçlamak çok da zor değildir. Bu ittifakın Suriye, İran ve Hizbullah’ın onun dünyaya gelmesine sebep olduğu hakkındaki bıktırıcı hikayelerini dinlemek yerine, aşağıda söylenenleri hatırlamak yeterlidir.
İlk olarak, örgütün bütün liderliği, Irak rejimine, arkasından da Suriye rejimine karşı yürütülen Körfez savaşı tarafından izlenecek olan, Irak’taki ABD işgali altında doğmuş, gelişmiş ve aktif hale gelmiştir.
Örgütün finansmanı, zengin Körfez devletlerinden ve üyelerinin yıllardır gerçekleştirdiği yağmalardan geldi. Bu ittifakın içindeki güçler, Doğu ve Batı ülkelerinden, Arap Baharı devletlerinden, ilave olarak da Filistin’in İsrail işgali altındaki bölgelerinden onbinlerce Arap savaşçının transferine girişti.
Ancak en büyük komedi İsrail’de gerçekleşiyor. İsrail’in farklı güvenlik yapıları Filistin ve Lübnan Direnişi ile temas halinde olan herhangi birine dair en küçük imayı bile yakalayabilirken, 1948’de işgal ettiği bölgelerden İslamcı savaşçıların Suriye ve Irak’ta IŞİD’e katılmasına şaşırmış gibi yapıyor.
İkinci olarak, bu örgütün savaşının ilan edilmiş ve hayata geçirilmiş tek başlığı, İran’a karşı, Irak’taki destekçilerine ve günahlarından bağımsız olarak Irak rejimine karşı açık bir savaş, Suriye’nin, ordusunun, rejiminin ve toplumunun yok edilmesi ve Hizbullah’a ve Lübnan’daki müttefiklerine zarar verilmesidir.
Tekfirci gruplar, mevcut koalisyonun çıkarları aleyhine tek bir kurşun bile sıkmadılar. Örneğin toprakları savaşçılar tarafından Suriye ve Irak’a girmek için kullanılan Türkiye, tek bir çatışma bile görmedi. Türk yetkililer teröristlerden hiçbirini tutuklamıyor ve teröristler, Türk askerlerine veya sivillere karşı kurşun atmadılar.
Üçüncü olarak, IŞİD’in gayrimüslim dini azınlıklara muamelesi, Fransa’daki ırkçı terörist rejim örneğinde görüldüğü gibi, Batılıların bizim ülkelerimizdeki Hristiyanların Hristiyan Batı’ya kaçmasını sağlama planlarına hizmet ediyor. Avrupalı Haçlılar ancak bundan sonra her türlü kaygıdan kurtulacaktır ve topraklarımız onların bütün düşmanlarını arasında tezahür eden, Müslümanların birbiriyle savaştığı ve Araplar, Müslümanlar, Yahudiler ve İsrail arasında vuku bulacak bir savaşa tanık olacaktır. Avrupa’nın bütün kanlı tarihi, Arapların, Müslümanların, Yahudilerin öldürülmesi ve ülkelerimizdeki Batı sömürgeciliğine karşı bütün muhalif Hristiyan seslerin tecrit edilmesi üzerine kuruludur.
Topraklarımıza yönelik yeni Batı işgalinden ne beklemeliyiz?
Bugün, ılımlı ve aşırıcı İslamcılardan bahsediyorlar. Bu, ılımlı olarak görülmek isteyenlerin, Amerikalılara ve onların müttefiklerine katılmalarının gerektiği anlamına gelen bir sınıflandırma. Kendilerine belli bir marj bırakabilirler, fakat İsrail’le ve Batı yanlısı hükümetlerle çatışmaktan kaçınma üzerine kurulu bir koalisyonun gündemine bağlı kalmaları gerekir. Batı’nın ve müttefiklerinin politikalarına teslim olmayı reddeden ülkeler, halklarının kanı içinde kalacaktır.
Bu anlamda, Sünni bölgelerde IŞİD kontrolü altında başlatma niyetinde oldukları sahveler,Suriye’deki İslami Cephe’den veya onun komutası altında yahut Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) komutası altında bir araya gelen tugaylar bütünlerinin herhangi birinden farklı olmayacaktır. El Nusra Cephesi’yle mücadele de öncelik olarak görülmemektedir.
Adeta bize şunu söylüyorlarmış gibi: IŞİD’in Suriye ve Irak’ta insanları katletmesinden mideleri kalkıyor ama, eğer Zahran Alluş bu insanları bir kurşunla öldürürse, yahut toplu mezarlarda cesetler bulursak ama “El Nusra ve geri kalan güçler soykırımın videolarını yayınlamazsa” aynı şeyi hissetmeyiz.
Onlar IŞİD’in yerine bu suçlu grupları geçirme niyetindeler ve İran’da, Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da, Filistin’de, Yemen’de ve Libya’da bu güçlerin düşmanlarını bombalama ihtimali üzerine düşünüyorlar.
Bugün, topraklarımıza yönelik her türlü Batı müdahalesine karşı çıkmamızın, ona direnmenin, amaçlarına ulaşmasını engellemenin ve gerekirse kan akmasına izin vermenin gerekli olduğunu söylemeliyiz. Eğer bu koalisyon IŞİD’e saldırmaya karar verdiyse, bunun onların liderlerini ve hükümetlerini her türlü suçtan muaf tutacağı anlamına gelmeyeceğini de söylemeliyiz. Nasıl daha önce sömürgeciliğe ve tiranlığa karşı birlikte mücadele etmek gerektiği söyleniyor idiyse, bugün de Arapların hem sömürgeciliğe, hem tiranlığa, hem de gericiliğe karşı, yeni ve sert bir mücadeleyle karşı karşıya olduğunu söylemeliyiz.
İbrahim El Emin – El Ahbar
medyasafak.net