16 Mart 1988’de Kürdistan’ın Halepçe kentinde insanlık tarihi yeni bir katliama daha şahitlik etti. Binlerce Müslüman Kürt, acımasızca gerçekleşen kimyasal saldırıların hedefi oldu. Irak’taki Baas diktatörü Saddam, Avrupa’nın vermiş olduğu gelişmiş kimyasal silahları kullanarak Müslüman Kürt halkının unutamayacağı bir vahşete imza attı.
Bugün Halepçe katliamının 30’inci yıl dönümü. Aradan geçen uzun yıllara rağmen acılar hâlâ tazeliğini koruyor.
Peki, Halepçe’ye nasıl gelindi…
Osmanlının son demleri… İslam topraklarına sofra niyetine çullanan kurtlar sürüsünü andıran emperyalistler, kendileriyle anlaşmaya yanaşmayan, inancına ve değerlerine bağlı Kürt halkını cezalandırırcasına yeni belirledikleri haritada dört parça haline getirdiler. Sykes-Picot Anlaşması ile başlayıp Lozan ile sonuçlanan bu girişim aynı zamanda her parçada bir Kürt sorununa da kapı aralıyordu. Kürtler, Suriye’de ve Irak’ta Sosyalist-Baasçıların, Türkiye’de Laik-Kemalistlerin, İran’da ise Şah Rejiminin zulümlerine maruz kaldı. Bu dört parçada tüm insani haklarından mahrum bırakılarak yaşayan Müslüman Kürtler, tarih boyu büyük acılar yaşadı.
Yıl 1979… Irak’ta Fransız Ulusal Sosyalist Mişel Eflak’ın talebesi ve aynı zamanda fikri evladı Saddam Hüseyin El- Tikriti yönetimi ele aldı. Irak’ta bulunan Kürtler, Saddam döneminde de başta asimile politikaları olmak üzere birçok sorunla karşı karşıya kalıyordu. Tam da o dönemde Irak’ın hemen yanı başındaki İran’da gerçekleşen İslam İnkılabı, Batı’nın bölgedeki başka bir kuklası olan Şah Rıza Pehlevi’nin varlığına son verdi. Kuklalarını kaybetme tehlikesi yaşayan Batı, devreye Saddam’ı koyarak İslam İnkılabını boğmak amacıyla İran’a savaş açtırdı. İran ve Irak arasında yaşanan bu savaş 8 yıl sürdü. Yıllardır Saddam’ın baskıları altında yaşayan Kürtler, bu savaşta İran’dan yana tavır belirledi.
Saddam, Kimyasal Ali lakaplı Ali Hasan El Mecit’i Kürt Bölgesi’nden sorumlu komutan olarak atadı. Kimyasal Ali, Kürt Bölgesi’nde giriştiği Enfal Operasyonu kapsamında acımasız bir şekilde Halepçe şehrine ve köylerine kimyasal bomba yağdırdı. Bu kimyasal bombalar 5 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine, 7 binden fazla insanın da yaralanmasına neden oldu. Binlerce insan yerini yurdunu terk ederek göç etmek zorunda kaldı.
Ölüm; çaresiz, eli kolu bağlı Halepçe halkının üzerine kara bir bulut gibi çöktü. Halepçe, üst üste yığılmış cesetler, çürümüş insan bedenleri ve ağzı açık olarak hayatını kaybetmiş çocuklar ile bir ölüm tarlasına dönüştü. Halk şaşkındı, ne yapacağını bilemiyordu. Kimisi ailesi ile birlikte evde kimisi sokakta geziniyor, rutin yaşamlarını idame etmeye çalışıyorlardı. Ama zehir tüm vücutlarına aniden yayılmıştı.
Ölümün, onları ansızın yakalayacağından habersizlerdi. Kullanılan kimyasal silah; deriye, gözlere, boğaza ve akciğere büyük zarar veren Hardal ve Sarin gazından oluşmaktaydı. Elma kokulu kimyasal gazı teneffüs edenler, ciğerlerine dolan bu zehre teslim oluyordu.
Uzmanlar Hardal gazının etkilerini şöyle dile getiriyor: “Nagazaki ve Hiroşima’da iyonlaşan atomların tersine Hardal gazı gelecekteki nesil için de inanılmaz zararlar taşıyor. 10 yıl sonra bile insanlar çeşitli acılar çekiyor. Özellikle uzun vadede DNA üzerinde yaptığı zararları var.”
İnsan bedenini eriten, sinir sisteminin çökmesine ve bel kemiğinin kırılmasına sebep olan gazdan dolayı insanların yavaş yavaş acı çekerek ölmesine tüm dünya tanık oldu. Halepçe insanlık tarihinin en acılı günlerinden birini yaşadı. Halepçe katliamında, önce insanlar öldü sonra da insanlık öldü.
17 Mart’a kadar aralıklarla süren saldırılarda ölenlerin sayısı hâlâ bile net değil. Birçok kuruluşun kabul ettiği ortak sonuç; çoğu kadın ve çocuk en az 5 bin kişinin öldüğü, 14 bin 765 kişinin de yaralandığı yönünde. Ancak savaştan sonra kasabaya giden yabancı gözlemciler, sayının çok daha fazla olduğu görüşünde.
Neden hedef Halepçe’ydi
Kürtlerin dindar bir halk olmasına tahammül etmeyen Batılı güçlerin, özellikle İslami hareketin güçlü olduğu Halepçe’de kimyasal silahları kullandırtması elbette göz ardı edilmemelidir. Halepçe aynı zamanda oradaki İslami örgütlenmenin merkezi konumundaydı. O aşamada üçüncü güç konumunda olan İslami hareketin başında Ebu Halepçe lakaplı Şeyh Osman vardı. Kürdistan İslami Hareketi hatırı sayılır silahlı bir güce sahipti. Ve her geçen gün daha da büyüyordu. Bu hem Saddam’ın hem Batılıların dikkatini fazlasıyla çekiyordu.
Ulusal solun kullandığı İslami kavramlar sadece birer tuzaktır
Saddam rejimi, iktidarı boyunca Şiiler ve Kürtler başta olmak üzere farklı kesimlere ve güçlere yönelik yürüttüğü tüm saldırılara İslami bir kılıf bulmuştur. İran’a karşı yürüttüğü savaşa ‘Kadısiye’ adını veren, Kürtlere karşı yürüttüğü katliam da ‘Enfal’ adını veren Baas rejimi, gerçekleştirdiği tüm operasyon ve infazlar için özel fetvalar çıkarttırdı.
İslami kavramlar, emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından çoğu zaman birer tuzak olarak kullanıldı. Saddam’ın yaptığı katliama Enfal ismini vermesi, Nusayri Hafız Esad’ın Cuma Namazı kılması, dinsiz Abdullah Cevdet’in çıkardığı dergiye Şuray-ı Ümmet adını vermesi ve günümüzde Marksist-Komünist düşünceli PKK’nin oluşumlarına ‘Demokratik İslam Kongresi’ ismini vermesi ya da Cuma Namazı eylemleri!…
İslam dünyasında yaşanan tüm katliamlarda hep çeşitli aktörler öne çıktı. Halepçe’de de bize hep Saddam anlatıldı. Oysa Saddam, İslam toplumlarının başına musallat edilmiş bir kukladan başka bir şey değildi. Saddam ve onun gibileri, biyolojik olarak bizden görünseler de aslında onlar fikriyat olarak Batı’ya bağlıydılar. Saddam ve Hafız Esad, fikirsel olarak ideoloji olarak Fransa’ya dayanan Mişel Eflak’ın ulusalcı sosyalizm ideolojisinin mensubu idiler. Bosna’da katliam yapan Sırp lider Miloseviç, Bangladeş’te Müslümanlara kan kusturan Hasina, Boşnakları katleden Miloseviç’in yanında olduğunu ilan eden Kaddafi, 1950’li yıllarda yine Fransız sosyalizminin etkisi altında tüm muhalifleri katleden Laik-Kemalist zihniyet ve son dönemde Kürt halkına kan kusturan PKK de aynı akımdandır.
Birçok ülke katliama ortak oldu
İran İslam İnkılabının ardından, İran’a yakın görünen Kaddafi Libya’sı bir süre sonra Saddam’a destek verdi. Özellikle Fransızların etkisinin olduğu Tunus, Cezayir, Fas da Saddam’a destek verdi. Körfez çevresindeki ülkelerden Suudi Arabistan ve diğer ülkeler, oluşturulan mezhebi algı sonucunda Saddam yönetimine çok açık destek sundular. Halepçe katliamından yaklaşık bir ay sonra Türkiye’deki bazı gazetelerde “Katliama alet olduk” haberleri yer aldı. Halepçe’ye atılan gazların başta İsviçre, Belçika ve Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde üretildiği ve deniz yoluyla Türkiye`ye, Mersin Limanı`na indirildiği, sonrasında da Irak`a gönderildiği yazıldı.
Asıl fail emperyalistlerdir, Saddam ise sadece bir kukla
ABD’nin Başkanı Trump’un seçim çalışmaları döneminde Saddam ile ilgili söylediği sözler, Halepçe katliamının arkasında kimlerin olduğunu bir daha gösteriyordu. Trump,“Saddam iyi bir insan değildi! Kimin umurunda. Teröristleri öldürme konusunda çok iyiydi, o gitti, Irak terörizmin Harvard’ı oldu.” diyerek Saddam’ı övüyordu.
O gün yaşananların canlı tanığı Gazeteci Ramazan Öztürk ise şunları söylüyordu: “İran İslâm Devrimi Amerika ve Batı dünyası için bir tehditti. Hepsi Irak’ı destekliyordu. Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi ülkeler de savaşın finansmanını yürütüyordu. Saddam’ın, İran-Irak Savaşı’nı başlattıktan hemen sonra da İran’a karşı her zaman cephelerde kimyasal silah kullandı. Ama o kimyasal silahların ham maddelerini de Batı dünyası verdi. Dolayısıyla Batı biliyordu orada ne olup bittiğini. Ama işine gelmiyordu, çünkü destekliyordu. Dünya Halepçe’de gerekli tepkiyi gösterseydi Saddam Kuveyt’e girmeyecekti. Sırplar Bosna’da ve Kosova’da yaptıkları katliamlara cesaret edemeyecekti.”
Tarih sayfaları zalimlerin hazin sonuyla dolu
Tarihin hiçbir döneminde Zulümle abad olunmadı. Bir zamanlar Saddam’a her türlü desteği veren AB(D), daha sonra onu kullanım tarihi geçmiş malzeme muamelesine tabi tuttu. Kendisine efendileri tarafından verilen kimyasal silahlar, onun ülkesinin işgaline ve sonunun gelmesine bir neden oldu. ABD’nin Irak işgaliyle devrilen Saddam Hüseyin, Halepçe davasından hüküm giymeden, Duceyl kasabası davasından çıkan kararla 30 Aralık 2006 tarihinde asılarak idam edildi. ‘Kimyasal Ali’ lakaplı Mecit ise Halepçe ve diğer bölgelerde insanlığa karşı suç işlemek ve soykırım suçlarından idama mahkûm edilerek, 25 Ocak 2010 tarihinde infazı gerçekleştirildi.
Saddam Hüseyin ve diğer tüm zalimler, tarihin karanlık sayfalarında ibretlik yerlerini alırlarken, onların akıbetinden ders almayan niceleri de emperyalistlerin boyunduruğu altına girmeye devam ediyor.
Halepçe üzerinde ağıtlar yakıp öte taraftan bu katliamların baş müsebbibi olan Batılı emperyalistlerle kol kola gezenlerin durumu da içler acısıdır. Saddam ile bir zamanlar işini yürüten AB(D)’nin onu alaşağı ettiği gibi bir gün kendilerine de aynı şeyi yapacağını düşünemeyip onları dost sananlar, günübirlik kazanımlarla avunuyor.
islamianaliz